Boyut kavramı henüz Güliver adlı adamın kafa karıştırmalarına kurban gitmemişken bir çocuk, -ki o köyde yaşayanların hiç biri çocuğun doğumunu ve ailesini hatırlamıyordu- diğer insanlardan büyüktü. Bu büyüklüğü size matematiksel hesaplamalarla tanımlamayacağım, birini gözünüzde ne kadar büyüteceğinizi bilemediğimden. Evet, O düşündüğünüz kadar büyüktü.
Aslında prens falan da değildi, köyde bir prense ihtiyaç da yoktu. Zaten yaşayanların hepsi o köyde doğmuş ve hiç dışarı çıkmamışlardı, tıpkı ataları gibi. Bu yüzden tarih yoktu, bilime ve sanata da ihtiyaç duymuyorlardı. Yüzyıllardır hekimlik yapan bir aile vardı, dedeleri de hekimdi, torunları da hekim olacaktı. Bunu da kimse sorgulamıyordu. Ona prens denmesinin asıl sebebi yılda bir kez köyün genç kızlarını, tam düğün günlerinde kaçıran uçan ejderhadan köyü koruyor olmasıydı. Köye en uzak yer Kaf Dağı'ydı ve ejderha her seferinde kızı oraya kaçırıyordu. Ama Kaf dağı prens için uzak ve büyük değildi. Hiç korkmuyordu köylüler, hatta genç kızlar her yıl kaçırılacak şanslı kızı merak eder olmuşlardı. Prensin kurtardığı her kız, köy meydanında saatlerce başına gelenleri anlatıyor, sonra evleniyordu.
Yıllar yılları kovaladı, büyük prens bir delikanlı oldu. Hayatının hep böyle devam edeceğini düşünmeye başlamıştı ki bir akşamüstü köyün üzerinde bir karartı belirdi. Düğün yoktu ve bunun ejderha olamayacağını düşündü herkes kafasını kaldırana kadar. Tüm köy donup kalmıştı, en çok da prens. İlk kez kendi boyutunda birini görüyordu ve bu ilk'lik onu o kadar etkilemişti ki genç kızın güzelliğinin farkına varamadı ilk anda. Köylüler başrol oyuncularını bildikleri bir filmde, filmin bir yerinde illa ki görüşeceklerini bildikleri birer aktör ve aktristi izler gibi izliyorlardı ikisini. Kız artık 'eş durumundan' bir prensesti onlar için. Birbirlerine baktılar, prens aşık olmuştu. O da prensi sevmiş, kendisine biçilen ünvanı istemişti. Hemen bir düğün yapmaya karar verdiler. Köydeki kumaşlar sadece duvağa yetti, bir at arabası feda edilerek tekerlekleri yüzüğe dönüştürüldü, köyde bayram havası vardı.
Köylüler yıllardır borçlu kaldıkları prense en büyük eğlenceyi sundular düğün gününde. Oraların en yaşlısı damada gelini öpmesi için izin verdiği anda birden güneş kayboldu. Köylüler göğe baktılar ve bir tanesi ''Ejderha!'' diye bağırdı. Prens ejderhanın gücünün prensesi kaçırmaya yetmeyeceğini bildiğinden umursamadı fakat köylülerin suratındaki dehşet onu göğe bakmak zorunda bıraktı.
Köye musallat olanın çok daha büyüğü, evet yine düşündüğünüz kadar büyük olan bir ejderha süzülüp prensesi aldı ve gitti. Saç buklelerinden birinin ucundaki toka açıldı ve düştü. Prens şoktan çıkıp tutmasa köydeki hekim ailesi tarihe karışabilirdi bu toka yüzünden. Güneş tekrar çıktığında ejderhanın kanat çırpışlarından oluşan toz bulutu dağılmıştı. Prens elinde tokayla öylece kalmıştı.
Köylüler ve prens oturmuş düşünüyorlardı. Yıllardır yaşadıkları bu olaya ortak olduğu için prensi bir köylü gibi görmeye başlamış, daha da bir sevmişlerdi. Kimse evlenmiyordu artık köyde, hem büyük ejderha korkusundan hem de prensin üzüntüsüne olan saygıdandı bu. Prens de her şeyden büyük olmadığını anlamış, bu aşk deneyimi ona herkesin kendi boyutunda bir Kaf dağı olduğunu anlatmıştı. Köyü bırakıp gitmesi gerekiyordu ama küçük ejderhanın köylülere zarar vermesinden korkuyordu. O dönene kadar kimsenin evlenmeyeceğine dair söz alıp gitti.
Bir daha da hiç dönmedi. Gökten elma bile düşmedi ki paylaştırayım.
Yorum Bırakın