"Dorian Gray'in Portresi" kitabının Psikanalitik Analizi

"Dorian Gray'in Portresi" kitabının Psikanalitik Analizi
  • 39
    0
    3
    4
  • Oscar Wilde, yaşadığı çağ olan Viktorya çağında eşcinsel yönelimi sebebiyle çeşitli dışlanma ve çağ dışı yaptırımlara maruz kalmış; kurumlara, soyluluğa, toplumsal adaletsizliğe yönelik keskin yargıları görmezden gelinse dahi, eşcinsel bir aşkı konu aldığı eseri Viktorya İngilteresi'nde kabul edilememiştir. Eserin bu denli tepki alması Wilde'ın hapse atılmasına sebep olmuş, cezası bittiğinde ise bir daha dönmemek üzere Londra'yı terk etmiştir. Wilde "Dorian Gray'in Portresi"nde birçok psikolojik unsuru edebi bir dille harmanlayarak, psikolojik açıdan incelenebilecek muazzam bir eser ortaya çıkartmıştır.

    Kitap; Basil Hallward, Lord Henry ve Dorian Gray adında üç ana karakter çevresinde kurgulanmış olsa da, romanda Wilde'ın kendi kişiliğinin üç ana yapısını da okuyor olabiliriz. Kendi kitabı ile ilgili yaptığı bir yorumda "Basil Hallward, olduğumu sandığım kişidir. Lord Henry, insanların ben olduğumu sandığı kişidir. Dorian ise belki başka bir çağda benim olmak istediğim kişidir." sözleriyle karakterlere kendinden belli başlı özellikler yüklediğini ifade etmektedir.

    Karakterleri Freud'un psikanalitik kuramı çerçevesinde incelemek gerekirse, bu üç karakterin aslında kişiliği oluşturan üç yapı olan id, ego ve süperegoyu temsil ettiğini söyleyebiliriz. Basil Hallward kurguda süperego olarak karşımıza çıkar. Kişiliğin ahlaki yönüdür ve idden gelen dürtüleri vicdan unsuru ile bastırarak toplumun isteklerine uygun hale getirir. Dorian'ın hedonist kişilik yapısı ve narsist özellikleri, kişiliğin en ilkel yönünü temsil eden, hazcı, istekleri erteleyemeyen, dürtüsel kısmı id ile özdeşleşmektedir. Lord Henry ise süperego ve idden gelen istekler arasında denge kurmaya olanak sağlayan egonun vücut bulmuş halidir ve idden gelen dürtülerin uygun zaman ve uygun yerde tatmin edilmesine izin verir.

    Dorian Gray’in Portresi, Basil Hallward adında bir ressamın, hayranlık duyduğu Dorian’ın portresini çizmesiyle şekillenmektedir. Dorian, yakışıklılığıyla herkesi büyüleyen bir gençtir ve Basil de, onun bu güzelliğini ölümsüz kılmak amacıyla portresini çizer. Bir süre sonra Basil, çizdiği portreyi Dorian'a olan duygularıyla şekillendirdiğini fark eder. Ruhunda sakladığı bu gizli ve yasak duyguları başkalarının da fark etmesinden korkarak tabloyu kimseye göstermek istemez. Çünkü içinde bulundukları dönemde eşcinsellik yasak ve utanç duyulası bir yönelimdir. Süperego (Basil) ise, toplum tarafından dışlanmamak adına, tablonun kendisinin bir sırrı olarak kalmasını ister. Basil'in yakın arkadaşı olan Lord Henry ise portrenin Dorian'a ait olduğu için en azından Dorian'ın görebilmesi adına Basil'i ikna eder. 

    Dorian tabloya baktığı anda kendi güzelliği karşısında büyülenir. Lord Henry'nin haz ve güzellik hakkında söylediği sözler karşısında Dorian'ın güzelliğe verdiği önem gittikçe artar. Bu güzelliğin kalıcı olmadığı, gün geçtikçe yaşlanacağı aklına geldikçe çıldıracak gibi olur. Yaşlandığı zaman yavaş yavaş güzelliğini kaybedeceği korkusuyla, kendi yerine bu tablonun yaşlanmasını diler. Dorian'ın narsist ve hedonist kişilik yapısı bu noktadan sonra daha da şiddetlenir. 

    Gittiği bir tiyatroda karşılaşıp performansına hayran olduğu Sibyl Vane'e yoğun bir tutkuyla aşk beslemeye başlar. Sibyl, Dorian'ın içindeki sanat hazzını besler ve Dorian için Sibyl'in yeteneği ulaşılmaz ve vazgeçilmez bir hal alır. Fakat aralarında gelişen aşk, Sibyl'i sanattan uzaklaştırır. Kurgusal bir alemde, her gün farklı bir karaktere bürünmek yerine sadece kendi olmak ister. Bu düşüncesi sahne performansına olumsuz bir şekilde yansır, çünkü Dorian'a duyduğu aşkın sanatını değersizleştirdiğini düşünmektedir. Bu durum ise Dorian için Sibyl'e olan aşkının tamamen bitmesi demektir. Çünkü aslında metalaştırdığı kişi Sibyl Vane değil, sanat tutkusudur. Sanatı olmadığı zaman Sibyl, Dorian için sadece et ve kemik yığınından ibarettir.

    "Aşkımı öldürdün. Eskiden hayal gücümü canlandırıyordun. Şimdiyse merakımı gıdıklamıyorsun bile. Zerre kadar etkilemiyorsun beni. Seni şahane oluşundan dolayı sevdim, emsalsiz bir yeteneğin ve zihinsel bir gücün vardı. Büyük şairlerin hayallerine can veriyor, sanatın gölgesini gerçek yapıyor, rüyaları ete kemiğe büründürüyordun. Bunların hepsini bir köşeye attın. Derinlikten yoksun bir aptalsın. Ulu Tanrım! Sana aşık olmak ne çılgınlıkmış. Ne kafasızmışım! Gözümde hiçbir değerin kalmadı. Bir daha seni asla görmeyeceğim, düşünmeyeceğim. Eskiden gözümden taşıdığın değeri bilemezsin. Ben seni... Ah, düşünmesi bile acı veriyor. Keşke seni hiç görmeseydim! Yaşamımda yakalayabileceğim en büyük aşkı mahvettin. Madem ki aşk sanatını değersizleştiriyor, aşkı hiç bilmiyorsun demektir bu. Sanatın olmadığı sürece sen bir hiçsin. Seni ünlü, parlak, herkesin özendiği biri haline getirecektim. Dünyayı önüne serecektim. Sen de benim adımı taşıyacaktın. Ama şimdi? Yüzü güzel ama üçüncü sınıf bir oyuncusun!"

    Bu acımasız yaklaşım karşısında Sibyl Vane kendi hayatına son verir. Dorian ise bu intihara son derece kayıtsızdır. Çünkü Sibyl onun gözünde artık ruhsuz bir kuklaya dönüşmüştür. Bu ruhsuzluk kendisi için de geçerlidir. Dorian haz, güzellik, estetik unsurlarıyla o denli meşguldür ki, bir ruha sahip olduğunu unutmuştur. Dorian'ın kişiliğindeki bu değişim tablonun çirkinleşmeye başlamasıyla gün yüzüne çıkar. Tablonun çirkinleştiğini gören Dorian'ı bir histeri dalgası kaplar. Ruhundaki kötülük tablo sayesinde açığa çıkmaktadır ve bunu diğer insanların da göreceğine dair duyduğu korku Dorian'ın uykularını kaçırır. Bunu kimsenin görmesini istemez ve tabloyu evindeki bir odaya kilitler.

    Tablodaki değişim ise bir seferle sınırlı kalmamaktadır. İlk karşılaştığında güzelliği karşısında büyülendiği tablo gün geçtikçe çirkinleşmeye ve korkunç bir hal almaya devam eder. Dorian kanlı canlı bir biçimde kendi ruhundaki kötülüğü yansıtan bu tablonun yaratıcısı olan Basil'e karşı yoğun bir öfke duyar. Eğer Basil'i ortadan kaldırırsa bu korkunç tılsımın da tablonun yaratıcısıyla birlikte yok olacağına inanır. 

    -Ama bana resmi yok ettiğini söylemiştin.

    -Yalan söyledim. O beni yok etti.

    Ona tek bir kötülük, en küçük bir günah bile bulaşmamıştı, utanç verici hiçbir yanı yoktu. Gözümde öyle bir idealdin ki, onu bir daha asla bulamayacağım. Bu ancak bir şeytanın yüzü olabilir.

    -Bu, benim ruhumun yüzü.

    Dorian'ın Basil'i öldürmesi Freud'un Psikanalitik kuramına göre ölüm içgüdüsünün kendisini saldırganlık olarak açığa vurması şeklinde yorumlanabilir. Freud'a göre id'in saldırganlık dürtüsünün ortaya çıkması, kişinin kendisine yönelik yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki bir yansımasıdır. Kişiliğin id yapısı "acıdan kaç, hazza ulaş" prensibiyle faaliyet göstermektedir. Dorian, Basil'i öldürerek kendi ruhunun kötülüğüyle yüzleşmenin acısından kurtulmaya çalışmaktadır. Kendine olan nefretini, kendi yaratıcısını yok etme dürtüsü ile ortadan kaldırmak ister. İd ve süperegonun çatışmasından, id galip gelir ve süperegoyu yok eder. 

    Dorian, Basil'i öldürmesiyle acısı hafiflemez, katlanarak artar. Sırrının açığa çıkacağına dair endişesi ruhunu öldürmeye devam eder. Düşünmeyi reddettiği ve hiç olmamış gibi davrandığı bu durum, kabuslarında her gece onu ziyaret eder. Freud'a göre bu durum bilinçdışına itilen düşüncelerin rüyalar yoluyla bilince çıkmasıdır. Dorian'ın gün yüzüne çıkmasından korktuğu gerçekler nevrotik bir kaygıya dönüşür. Nevrotik kaygı; endişe halı, sürekli tetikte olma, kaçma ihtiyacı hissetme, kontrolü kaybetme korkusu gibi bir dizi savunma mekanizmasının devreye girmesine sebep olur. Bu durum içimizdeki "ego"nun serbest ve gerçek bir şekilde kendisini göstermesini engellemektedir. Kitabın bundan sonraki kısmında egoyu temsil eden Lord Henry'i görmememizin ve Dorian'ın kontrolü kaybetme ve kaçma eğiliminin sebebi budur.

    Toparlayacak olursak, Dorian'ın idden gelen yoğun ve baskın dürtüleri yavaş yavaş bir ruhunun olduğunu unutmasına, bastıramadığı dürtüler tarafından yönetilmesine ve kişiliğinin git gide çürümesine sebep olur. İçindeki kötülükle yüzleşmekten kaçmak için tabloyu ve yaratıcısını yok etmesi yetmez. Bunlar Dorian'ın saklamaya çalıştığı kötü yanlarının somut bir yapıya bürünmesine sebep olur. Dışa yönelttiği saldırgan dürtüler gücünün tükendiği bir anda kendine döner. Kötü bir ruhun yükü o kadar ağır gelir ki, ölüm isteğine yenik düşer ve kendi hayatına son verir.

     

     


    Yorumlar (3)
    • çok güzel ve başarılı bir yazı olmuş. oldukça sade bir dille yazmış olmanız da etkileyici.

      • çok güzel bir yazı olmuş 🩷

        • Merhaba , yazınızı beğendim. Ayrıca Lacan'ın Oscar Wilde ile ilgili yazısı da çok güzeldir.

          Yorum Bırakın

          Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.