Üçüncü Dalga Deneyi ve "Kimliksizleşmek" / "Die Welle"

Üçüncü Dalga Deneyi ve "Kimliksizleşmek" / "Die Welle"
  • 1
    0
    0
    1
  •  

    Kitle psikolojisinin ve bir gruba ait olma ihtiyacından doğan dürtünün aşamalı olarak grup içerisindeki bireylere ve gruba çarpıcı etkisine vurgu yapan “Die Welle” filmi, konusunu 1967 yılında Cubberley Lisesi’nde gerçekleştirilen “Üçüncü Dalga Deneyi”nden almıştır. Tarih dersinde Nazi dönemini anlatacak olan Ron Jones, en eğitimli ve demokratik toplumların bireylerinin bile faşizm eğilimi gösterebileceğini savunur. Bu savını da insanlara anlatmak yerine göstermeyi tercih ettiği için böyle bir deney yapma yolunu seçer. Bu amaçla dersini buna yönelik düzenleyen ve işleyen Jones, öğrencilerin bilinçli bir şekilde yaratılmış ve gerçek bile olmayan bir grup içerisinde, grubun menfaatlerini kendi benliklerini kaybetmek pahasına koruduklarını ve buna yönelik hareket ettiklerini gördüğünde bir yandan öğrencilere aktarmak istediği hedefe ulaşırken, bir yandan da olay daha ciddi boyutlara sürüklenmeden önce süreci durdurmak zorunda kalmıştır. 

    Deney 2008 yılında Alman yönetmen Dennis Gansel tarafından “Die Welle” ismiyle beyaz perdeye aktarılmış, filmde deneyin ana konusuna sadık kalınarak senaryoda değişikliklere gidilmiş ve izleyiciye daha çarpıcı biçimde sunulmuştur.

    Okulun kapanmasına yakın proje haftasında “anarşi” dersi vermek isteyen fakat kendisine “otokrasi” konusu verilen Reiner Wenger dersin ilk günü öğrencilerine otokrasinin ne olduğunu sorar ve bir süre konu Nazi Almanya’sına gelir. Wenger’in Almanya’da bir daha diktatörlük rejiminin olup olmayacağı tartışmasını açması üzerine öğrenciler “böyle bir rejimin tekrarlanmasının mümkün olmayacağı, çünkü bunun için artık fazla bilinçli olduklarını” iddia eder. Bu cevap karşısında yeterince tatmin olmayan Wenger, öğrencilerine farklı bir ders deneyimi yaşatmak ve baskıcı bir rejimin toplum içerisinde nasıl doğduğunu öğrenmelerini sağlamak amacıyla dersi otokratik bir yönetime uygun düşen tarzda işlemeyi teklif ederek sınıfı sosyal bir gruba dönüştürmeye karar verir.

    Wenger, otokrat yönetimin olmazsa olmazı olarak kendini lider (diktatör) ilan eder ve öğrencilerine dönem sonuna kadar kendine Bay Wenger diye hitap etmelerini emreder. Öğrencilere bundan sonra belirli bir düzene göre oturacaklarını, kimsenin liderden söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacağını iletir. İlerleyen günlerde bir birliği tanımanın en doğru yolunun “üniforma” olduğu konusunda uzlaşılır ve bundan sonra gruba üye olan herkesin beyaz gömlek, kot pantolon giyeceği konusunda karara varılır. Gruba bir isim verilerek, üyeler arasında ortak bir selamlaşma dahi belirlenir. Sınıfın büyük çoğunluğu bu söylemlere ayak uydururken, sınıftan birkaç öğrenci buna itiraz eder. Fakat bu itiraz sınıftaki diğer öğrenciler tarafından hoş karşılanmaz ve daha dersin ilk günlerinde gruptan dışlanmalar meydana gelir.

    Olaylar hızını almış ve geri dönülemez bir biçimde ilerlerken dikkat çeken birkaç önemli nokta vardır. Ergenlik bunalımları ile birlikte kendi kurgusal dünyalarına fazlaca gömülmüş olan ve bu deneyden önce birbirleriyle hiçbir ilgisi ve iletişimi olmayan bireyler, grup içerisinde yardımlaşmaya, birbirlerini koruyup kollamaya ve grubun ortak amacına hizmet etmeye başlarlar. Yaşamlarına giren bu olguda kendilerine ait bir şeyler bulan öğrenciler, disipline karşı koyamayacak kadar hazza kapılırlar. Giderek artan bir öğrenme motivasyonu içerisinde olan öğrenciler endişe verici bir şekilde grubun dışında olan kişilere karşı dışlama ve hor görme, hatta daha ileriye giden son derece kötü niyetli davranışları gösterme konusunda daha istekli hale gelirler. Gruba duydukları aidiyetle, kendi benliklerini bir kenara bırakıp grubun menfaatlerini her şeyin üstünde tutarlar. Öğrencilerin yeniden yaratılması imkansız olduğunu düşündükleri “faşizm sempatizanlığı” çok hızlı bir şekilde kendini var etmeye başlar.

    Evrimsel psikolojiye göre topluluk halinde yaşamak ve bir grubun parçası olmak hayatta kalmanın bir şartıdır. Tehlikelere karşı kendini kendi başına koruyamayan organizma, bir grubun üyesi olarak kendini dış tehlikelerden korur. Gündelik hayatta sosyal hayattan izole yaşayan ve çoğu zaman akranları tarafından zorbalığa uğrayan Tim’in, grubun üyesi olduktan sonra bu zorbalıklara karşı grubun diğer üyeleri tarafından korunması da bunun bir örneğidir. Aynı şekilde yine filmden bir sahne olan Sinan’ın grup arkadaşlarına dondurma alması ve grubun üyesi olmayan başka bir arkadaşına dondurma ikram etmemesi de evrimsel olarak bir gruba ait olmayan organizmanın aç kalacağı düşüncesine paralellik gösterir.

    Peki filmde olayların geçtiği zamanda bireylerin hayatta kalmaya dair ilkel topluluklardaki kadar kaygıları ve ihtiyaçları yokken bu grubun çekiciliğini bu kadar arttıran şey neydi?

    Grup üyelerinin gruba olan aidiyetini besleyen ve arttıran unsurlar, üyelerin grupta kalma isteğini doğrudan arttırır. Bunlardan en önemlisi elbette ki karizmatik liderdir. Filmde öğretmen rolünde yer alan karakter Wenger iyi bir lider olabilme özellikleri taşımaktadır dolayısıyla küçük de olsa bir kitleye hükmedebilme gücüne sahiptir. Fakat gruba bir isim verilmesi, amblem oluşturulması, üyelerin hepsinin aynı şekilde giyinmesi ve üyelere özel bir selamlaşma biçimi üretilmesi fikri hep grup üyelerinden çıkmıştır. Bu da bir eylemin oluşmasında kıvılcımı liderin çaktığını, fakat onu aleve dönüştürenlerin ise grup üyeleri olduğunu göstermektedir.

    Filmdeki Tim karakterini ele alırsak; Tim’in akşam yemeğinde ailesine proje dersinden bahsettiği sahnede, ailesinin Tim’in anlattıklarına son derece kayıtsız kaldıkları ve iletişimi asgari düzeyde tuttukları gözlenmektedir. Ailesiyle güçlü bağlar geliştiremeyen Tim, sosyal hayatında da diğer insanlarla iletişim kurarken zorluk çekmektedir. Ait olma ve sevgi ihtiyacı ailesi ve çevresi tarafından giderilmeyen Tim, bu ihtiyacını -bilinçsizce- bir gruba ait olarak tatmin etmeye çalışmaktadır. Filmdeki karakterlerden Karo’nun ise aynı şekilde proje dersinden ailesine bahsettiği sahnede, ailesinin bundan hoşnut olmayıp “Biz seni bu disiplinle yetiştirmedik.” dediğini ve filmin ilerleyen sahnelerinde Karo’nun kendini gruba ait hissetmediğini hatta karşıt tavır aldığını görmekteyiz. Bu örnekten “özgüvenden yoksun, ailesi ve çevresi tarafından göz ardı edilen bireylerin bir gruba aidiyet duyma ihtiyacının daha yoğun olduğu” sonucuna ulaşabiliriz.

     

    Karo: Beyaz gömlek giymediğim için sanki cüzamlıymışım gibi muamele görüyorum.

    Marco: Sen de niye giymiyorsun?

    Karo: Çok basit; çünkü istemiyorum.

    Marco: Ama ben giymek istiyorum, çünkü Dalga bana çok şey ifade ediyor.

    Karo: Peki ne?

    Marco: Beraberlik. Belki bu duyguyu bilirsin çünkü sağlıklı bir ailen var ama benim yok.

    Grubun yarattığı beraberlik duygusu da, kendi yaşamlarında bunun eksikliğini çeken bireylerin davranışlarını doğrudan etkiler. Yukarıda filmden alınan bir sahnede görüldüğü gibi, ailesi olmayan ve birlikte olma ihtiyacını karşılayamayan Marco, Karo’ya nazaran daha fazla ait olma ve uyum sağlama eğilimi göstermektedir.

    Grubun çekiciliğini arttıran faktörlerden bir diğeri de, grubun sağladığı eşitlik olgusudur. Gündelik hayatlarında farklı karakterlere, farklı yaşam standartlarına, farklı sosyal çevrelere ve olanaklara sahip olan bireyler, grubun içerisinde tüm ayrıcalık ve statülerden yoksun ve diğer bireylerle birbirine denk olurlar. Bu eşitlik olgusu, grubun çekiciliğini arttırsa da üyelerin kimliksizleşmesine yol açarak, daha saldırgan olmasına ve büyük riskleri göze almasına sebep olabilir. Çünkü grubun varlığı, bireye sorumluluğu paylaşma hissi verir. Aynı şekilde “sosyal hızlandırma” olgusu, bir üyenin yalnız başınayken yapamayacağı bir davranışı, topluluk halindeyken yapabilme cesareti verir. Hatta çoğu zaman birey gruptan dışlanmamak için onaylamadığı bir davranışı dahi gerçekleştirmek zorunda hisseder.

    Gruba girmenin zorluğu da bireylerin o grubun içinde olma arzusunu perçinleyen başka bir faktördür. Filmde “Dalga” adı verilen oluşum en başta sadece bir sınıfa ait bir proje olarak ortaya çıkmış ve farklı sınıflardan üye kabul edilmemiştir. Grup üyelerinin gruba bağlılığını, birbiriyle dayanışmalarını ve gruba ait olmayanların hor görüldüğünü gören okulun diğer öğrencileri de proje dersi öğretmenlerini değiştirerek bu derste olmayı istemişlerdir. Hatta en başta bu grupta olmayı reddeden Kevin, git gide yalnızlaştığını fark ettiğinde kendini gruba tekrar kabul ettirebilmek için gruba özel çıkartma bastırmıştır.

    Tüm bunlar bir araya geldiğinde"proje" olarak başlayan bu yolda öğrenciler kurgulanan bu "otokratik" düzenin parçası olurlar. Gücün ve birliğin etkisi altında bulundukları topluluğun fikirlerine, görüşlerine ve gerçekleştirilen fiillere karşı koyamayacak kadar koşulsuz itaat eder hale gelmeye başlarlar. Filmin sonunda öğrenciler, en başta reddettikleri ve günümüzde oluşturulmasının mümkün olmadığını ileri sürdükleri faşist düzenin bir sempatizanı haline geldiklerinin farkına varırlar. Fakat bu film bir faşizm eleştirisi olmaktan çok, bireylerin "grup psikolojisi" altında ne şekilde manipüle edilebildiklerini, hangi bireylerin manipüle edilmeye daha açık ve yatkın olduğunu ve grubun menfaatlerini yerine getirmek amacıyla bireylerin ne denli kullanılabildiklerini gözler önüne sermektedir. Bir gruba dahil olmak insanlık tarihinin başlangıcından beri bireyi dışarıdaki her türlü tehlikeye karşı yalnız olduğundan daha fazla korusa da, manipülatif liderlerin tekelinde bireyleri çok tehlikeli bir silaha dönüştürebilir.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.