İnsan denen canlının hayal gücü, çevresinde duyuları sayesinde deneyimleyebildikleri ile sınırlıdır. Olmayan, daha önce görmediğimiz farklı bir renk hayal edemeyiz. Hayal edebildiğimiz tüm renkler daha önce gördüğümüz veya gördüklerimizin karışımı ile elde edilmiş renklerdir. Bu noktada insanın biyolojik sınırlılıkları devreye giriyor. Normal insan gözü ancak 700 ile 400 nanometre (milimikron) arasındaki dalga boyunu görebilir. Bunun 700-600 arası kırmızı; 600-500 arası yeşil, 500-400 arası mavidir. Dolayısıyla deneyimleyebildiğimiz renk aralığı dışında bir renk de hayal edemeyiz. Veya daha önce dünyada görülmemiş bacak ve kollara sahip bir yaratık tasarlayamayız. Kanatlara sahip uçan bir at daha önce bu dünyada görülmemiştir. Ancak hayal gücümüz ile onu tasarlayabiliyoruz, bu nasıl oluyor? Kanatlı uçan bir at yoktur ancak kanat ve at bu dünyaya aittir. Tanrı ve diğer metafiziksel canlıların da, yani "dünyevi olmayan" varlıkların aslında dünyevi özellikler taşıması, sanırım onların da birer hayal gücü ürünü olduğunun bir başka kanıtı sayılabilir.
Nasıl yani?
Biz insanların sınırlılıklarından biri dildir. Bir dil düşünün ki, yalnızca 20 kelimeden oluşsun. Yalnızca 20 kelimelik bir dili konuşan bir topluluk hayal edin. Bir de bir dil düşünün, 500 kelimeye sahip olsun. 500 kelimeye sahip bu dili konuşan topluluğu düşünün. Hangi toplumun düşünme sınırları daha geniştir? Hangisi daha yaratıcı bir toplum olabilir? Bir dil daha düşünün nesneleri tanımlarken daha çok dişil artikeller kullanılan. Bir başka dil de çoğunlukla eril artikeller kullanıyor olsun. Bu 2 farklı dili konuşan 2 farklı toplumun düşünce süreçlerinde, hayatı algılama ve hayata bakış açılarında, inançlarında ne gibi farklılıklar olurdu? Kısacası neyi nasıl düşüneceğimiz konuştuğumuz dile de bağlıdır. Çeşitli dillerin yanı sıra, dünyada biyolojik sınırlılığımız ile deneyimleyebildiğimiz şeylere kavramlar uyduruyor, onlar ile düşünebiliyor ve hayal edebiliyoruz. Metafiziksel olduğu ileri sürülen birtakım varlıklardan iyiliği temsil eden melek varlığının kanatlı tasvir edilmesi, kötülüğü temsil eden şeytanın boynuzlara ve kuyruğa sahip olması, tanrının insanlardan yapmalarını istediği birtakım ibadetler de bu dünyaya ait özelliklerdir. İstemek, bir şeyin yokluğundan ve ihtiyacından doğan bir eylemdir. Maddi canlılara özgüdür yani. "İstemek" eylemi, her şeye gücü yeten mükemmel bir metafiziksel varlığa uygun değildir aslında. Mükemmel demişken, biyolojik sınırlılıkları ile doğası gereği kusurlu biz insanların "mükemmel" kavramı ne kadar ciddiye alınabilir? Ne ifade eder? Ne anlatır? Tanrının bir ışık huzmesine benzediğini anlatanlar vardır. Işık huzmesi de bu dünyevi âlemden görüp bildiğimiz bir olgudur. Asıl soru şu, varlığını iddia ettiğimiz metafiziksel her varlık, görünümünü maddi dünyada varolanlardan alıyorsa, metafiziksel bir varlığın gerçekliği ne kadar güvenilirdir? Taoizmin ana kavramı olan tao'nun anlamı biraz özet niteliğinde anlatmak istediğim şey için: "tao kelimelerle anlatılamaz ya da kelimelerle anlatılan bir şey tao değildir." Tao yerine aklımıza gelen metafiziksel herhangi bir varlığı koyabiliriz. "Metafizik kelimelerle anlatılamaz ya da kelimelerle anlatılan bir şey metafizik değildir."
Yoktan var olur mu? Hiç'i hayal edebilir miyiz? Yokluk yoksa, yokun yokluğu bilinemez midir? Yok'un varlığını biliyorsak, o zaman yok var mıdır? Yokluk, insanların karanlık odaya kapalı zihinlerinin ve dillerinin yarattığı bir illüzyon mudur?
Hakikat ile aramızda beni tatmin etmeyen bir boşluk var. Asıl cevabı, her şeyin ardındaki cevabı kaçırdığımızı hissediyorum. Hakikat, tüm bu biyolojik sınırlılıklarımız yüzünden mahkûm olduğumuz gerçeklik sınırlarının ötesinde, aynı yavru bir köpek gibi kıvrılıp yatıyor olmalı. Bir perde ile insanlıktan ayrı bir yerde, ulaşılamaz bir şekilde.
Yorum Bırakın