1900’ler öncesi hayatın genel görünümünü, şehirleri, yaşamları, mimariyi giyimi, süslemeyi ve detaylarındaki sözde kusursuzluk kaygısı taşıyan şatafatı dert eden bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı düşünür, bir gün ellerine Fransızca bir sözlük aldılar. Rastgele çevirip buldukları ilk kelime olan ‘Dada’ ( Fransızca oyuncak tahta at ) sözcüğünü seçip, yeni ve yıkıcı bir sanat yorumu kurdular. İsmini ‘Dadaizm’ olarak belirledikleri bu akım, 1. Dünya Savaşı sonrası gelen yoğun boğuntu, ümitsizlik, yıkımın, sefaletin ve dengesizliğin tezahürüdür.
O döneme dek burjuvanın ya da daha doğrusu ‘seçkin ve elitlerin’ hegemonyasındaki sanatın sürükleyip getirdiği estetiğe, erotizme, ölçülüp biçilmiş ve gerçekçiliğiyle övünen matematikselliğine başkaldıran Dadaistler, iğrençlik, tiksindiricilik, pislik, berbatlık, mide bulandırıcılık ve rezillik vurgusuyla insanlığı şaşırtmak ve sarsmak istiyorlardı.
Fransız heykeltıraş ve ressam Jean Arp’ın başını çektiği Dadaist grup, ilk bildirgesini 1916 yılında Zürich’teki bir kafede ilan etti. Bu manifestoya göre sanatın esas amacı ‘bir yumruk olup sarsmak ve uyandırmak’ olmalıydı. Dünyanın ve insanlığın yıkılışından, yaşanan sayısız savaşlardan, soykırımlardan, toplama kamplarından, toplu mezarlardan ve tecavüzlerden arta kalan dünyanın çırılçıplak gerçekliğini kabul etmek için sanatın estetik formuna değil, mide bulandıracak denli hakiki diline yüz çevirmek gerekliydi. Bu yüzden yapıtlarında estetikçiliğe karşı durup çirkine sahip çıkmak, mantıklı ve düzgün gösterileni reddedip dengesiz ve savruk olana yer vermek gerekiyordu. Manifestonun başkarakteri Jean Arp olsa da, Fransız şair Tristan Tzara, Dadaizm’in ilkelerini ve temellerini oluşturan kişi kabul edilir. Tzara’ya göre kasvet ve karamsarlığın beslemediği hiçbir sanat, gerçek ve doğru değildir. İçinde ümitsizlik, kaygı ve isyan barındırmayan sanat yapmacık, samimiyetsiz ve sahtedir.
Dadaizm’i ‘kuralsızlık’ olarak tanımlamak mümkün olsa da, felsefesinin daha derin olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü aslında Dadaizm, ümitsiz ve öfkeli bir kuşağın ürünüdür. Savaş sonrası yıkılmış kentler ve sefalete tanıklık eden ‘hassas kalpler’, burjuvanın çizdiği yaşam kuşağının hiçbir işe yaramadığını görmüşlerdir. Parlak rölyeflerin, altın varakların, ihtişamlı baloların, devasa portrelerin, atlıların, İsa’nın, fresklerin, gümüş tabaklı sofraların altında ezilip kalmış olan haksızlığın, savaşın ve cinayetlerin gerçekliğini vurgulamışlardır.
Dadaizm 1916’da başkaldırdığı sisteme sadece 6 sene dayanabilmiş 1924 itibariyle zayıflayarak etkisini yitirmiştir. Dadaistler zamanla sürrealizmin kuralsızlığına sığınmışlar ve bütünleştikleri gerçeküstücülüğe, özgün ve düşündüren yorumlar katmışlardır.
Dadaist akıma ait bazı yapıtlara bakarken, sanatın gerçek vazifesi ‘güzel ve erdemli’ olanı kurallarla göstermek mi, yoksa ‘çirkin ve başına buyruk’ olanı, olduğu gibi ilan etmek mi, düşünelim…
Marcel Duchamp, ‘Çeşme’, 1917
Marcel Duchamp, ‘Paris Havasından 5 cc’, 1919
Man Ray, ‘Ingers Kemanı’, 1924
Sophie Taeuber, ‘Askeri Muhafız’ 1918
Man Ray, ‘Hediye’ 1921
Yorum Bırakın