Bu yazı, “Tanrı Üzerine Düşünceler I” başlıklı yazımdan biraz daha ayrı bir konuyu ele alacak. Tanrı üzerine yazılarımda yalnızca kendi fikirlerimi savunarak bir materyalizm ya da spiritüalizm bakış açısından bakmayı ve onları kanıtlamayı amaçlamıyorum. Kendimce oluşturduğum bu seride tek amacım diyalektik oluşturmak.
Spiritüalizm inancına göre tanrı, evreni kendisinden yaratmıştır. Tanrı bir ruh değil, bir bilinçtir. Bilincin, bilincinde olabileceği bir şeye ihtiyacı vardır. Eğer hiçbir şey olmazsa, bilinç olarak tasvir edilen tanrının bir değeri yoktur. Ancak onun bilincinde olacak şeyleri yaratırsa bir anlamı olabilir. Yani tanrı, özü ve esası gereği yaratmak zorunda kalmıştır. Bunu yaparken de kendisinden yararlanmıştır. Bir sanat eseri üretirken onu aslında kendimizden parçalar ile yaratıp var etmemiz mantığı ile düşünülebilir en kabaca şekli ile.
Tanrı neden yarattı?
“Neden yaşam var?” sorusuna sunulan klasik bir argüman vardır: “Tanrı, kendisinin bilinmesini istedi ve yarattı.”
Tanrıya “yaratıcı” denmesinin nedeni, bir şeyler yaratmış olmasıdır. Etrafımıza baktığımızda hiçlik yerine bir şeylerin varolduğunu görmek, çoğu insan için onların birer yaratıcısı olduğu anlamını taşır. Eğer tanrı, hiçbir şey yaratmasaydı, yaratıcı olamazdı. Yaratmadığı bir ortam hiçlik olacağı için, kendisinin de bir anlamı olmayacaktı. Yani, tanrının yaratıcı olması için yaratması gerekiyordu. Tanrı yönünden bir zorunluluk söz konusu diyebiliriz. Ancak, burada insani bazı özellikler ile analoji yapıyoruz. Tanrının böyle bir şeye neden ihtiyacı vardı? Tanrı, mükemmel ve kusursuzsa, onun da varlıklar arası hiyerarşide tanrıdan aşağı konumda yer alan insanın “ihtiyaç” gibi insani özelliklerine sahip olması fikri çelişmiyor mu? Baktığımızda yaratma zorunluluğunun ardında bir niyet, bir amaç vardır. Tanrı yaratmak zorundaydı ki, tanrı olabilsin.
Eski yunan felsefesinde öze dönüş kavramı vardır. Yani var olan her şeyi kendi parçasından yaratmış olan tanrının varlıkları/parçaları, ona geri dönmek isterler. Yere düşen bir taşın ardındaki doğa yasasını, taşta topraklık özelliğinin fazla olması şeklinde yorumlarlar. Taş, kendisi gibi katı olan toprağa dönmek ister. Ya da içi hava ile dolu olan bir balonu suya daldırmaya çalıştığınızda suyun üstüne çıkmasının sebebi, içindeki havanın havaya geri dönmek istemesidir. Hava, havaya dönmek, özüne dönmek ister. Peki, sıvı olan zeytinyağı da neden sıvı olan suyun üzerine çıkar?
İnsan, bilince sahip olduğu için, bilinci de tanrısal kabul ettikleri için insan da tanrıya dönmeye çalışıyor. Tanrıya dönmek için ne yapmak gerekiyor? Ölmek. Bu inanışa göre zaman, “ölebilelim” diye yaratılmış bir illüzyondur. İnsanın tanrıya geri dönüşüdür. Yani, doğmadan önce ne isen, öldükten sonra da o olacaksın. Tanrının yarattığı evrende, içine doğduğumuz çevrede kendimizi her ne isek, ona göre deneyimleyen bir insanız. Biz, bu maddesel formun, bedenin içinde kısıtlanmış özellikler ile, içimizdeki tanrının farkına varamıyoruz. Ancak, tanrı kendisinin bilinmesi niyeti ile insanı yaratıyorsa, bizi yarattığı biyolojik sınırlılıklar yüzünden yine kendisini kavramak neden bu kadar zor? Buna cevap, tanrının düşünce yolu ile bulunmasıdır. Ancak, sınırlılıklar gözlerimizin metafiziksel varlıkları görmemesinin, perde inmiş olmasından da öte, dilimizin ve kelimelerimizin yetersiz olmasından kaynaklıdır. Konuştuğumuz dil, düşüncelerimizi etkiler. Nasıl ve ne şekilde düşüneceğimiz büyük ölçüde dile ve kelimelere bağlıdır. Bu konuya “Metafiziğin Doğasının Maddeselliği Üzerine” adlı yazımda daha ayrıntılı değinmiştim. Tanrıyı, tanrının vermiş olduğu sınırlılıklar dahilinde kavramaya çalışırken, yanlış tanımlamalar yapabiliriz. Eğer tanrı, metafiziksel bir varlık olmayıp, bilimin açıklayabileceği bir şey olsaydı, o zaman tanrı doğaya tâbî ve sınırlı bir varlık olurdu. Eğer tanrı metafiziksel bir varlık ise ve onu yalnızca akıl yolu ile bulabiliyorsak, aklımızın düşünce sınırları da dilimizin sınırlılıklarına tâbîdir. Öyleyse tanrı yalnızca biz insanların aklının aldığı kadar mıdır? Aklımızın almadığı kısımları, bilmediğimiz ve bilemediğimiz birçok boşluğu bugün insanlar olarak hangi inanışlar ile kapatıyoruz? Yani, belki de “tanrı” diyerek, bir olguya aklımız yettiğince kişilik oturtmuş oluyoruz. Bilinmeyeni açıklamaya çalışma çabası inşa ediyor bu kişiliği.
Tanrıyı olduğu gibi görmüyor, ona olmasını istediğimiz ve yakıştırdığımız özellikleri atfediyor olabilir miyiz? “Tanrı” olgusunun omuzlarına her şeyin anlamını yüklüyor olabilir miyiz? İnsan, kendi eli ile yaptığı şeylere bakarak “Olan her şeyin bir yaratıcısı var” sonucunu çıkartıyor. En basit örnek: “Bu kalemi bir insan yaptı. Bu kalemin bir yaratıcısı var. Onu var eden, bir araya getiren biri var ardında. O zaman, bir şeyin var olması için yaratılması gerekir. O zaman bu evreni ve bizi de yaratan bir yaratıcı vardır.” Ancak, tanrı ve evren üzerine düşünüp argümanlar üretirken şunu aklımızdan çıkarmamamız gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyorum: Bunlar yalnızca bizzat içinde yaşadığı evrenin diğer bir ucunda dahi olan bitenden hiçbir haberi olmayan, evreni anlamakta bariz şekilde yetersiz akla sahip ve koskoca kâinatta Dünya denen gezegenin gerçekliğini dahi deneyimlemekte biyolojik sınırlılıklara takılan insanın ürettiği argümanlardır. Hakikat bunlardan çok daha fazlası olabilir. Hakikate yaklaşamıyor dahi olabiliriz. Deneyimlerimiz ile ve yalnızca hayatta kalmak için doğaya adaptasyon sağlamaya, belki de evreni anlayabilmek için yetişmemiş yalnızca ve yalnızca tek derdi içinde bulunduğu bedeni hayatta tutmaya odaklanmış bir beynin sınırlılıkları yüzünden anlamlandıramayacağımız bir konu olabilir evren ve tanrı. Eğer kalem analojisi ile çıktıysak yola, kalemin yalnızca tek bir yaratıcısı yoktur. Kalemi kalem haline getirmek, her bir parçasını üretmek, bir araya getirmek için her parçasını yaratan farklı yaratıcılar/insanlar vardır. Öyleyse, evreni yaratan tek bir tanrı olduğu inancı nereden çıktı?
Eski Yunan inançlarından biri de, hiçbir şey yoktan var olamaz ve var olan şey de yokluğa gidemez. Enerjinin korunumu yasası da şöyle der: “Enerji ne yaratılabilir ne de yok edilebilir, sadece farklı biçimlere dönüştürülebilir. Enerji kaybolmaz, toplam miktarı azalmaz. Ancak farklı türlere dönüşür.” Eski Yunan inanışına göre, varlık hep vardı. Ebedi ve ezeliydi. Ancak formu değişti ve bu formu değiştiren de tanrının kendisiydi. İsmine de “Demiurge” diyorlardı. Yani, yaratıcı “ol” diyince olmadı, ezelden beri var olan varlığa şekil verdi.
Beyin, içinde bulunduğu bedenin varlığını devam ettirebilmek için travmatik anıları unutabilir çoğu zaman. Bedeniniz, bilinçdışınız unutmasa dahi, bilincinize uğramasına tümüyle izin vermeyebilir. Belki de beynimiz; evrenin, tanrının, neden hiçbir şey yerine bir şeylerin olduğunu anlamamamızın yaşamaya devam etmemiz için daha iyi olacağını düşünüp, bizi bunlardan da mahrum bırakıyordur. Ne zaman öleceğimizi bilmenin, kalan zamanlarımızı hiçbir şey olmamış gibi yaşamamıza mani olabileceği gibi.
Yorum Bırakın