ONLARDAN KALAN
Belki hiçbir zaman var olmayan o soylu güzelliği arayıp duran, yüzünü geçmişe dönmüş fakat bugününden esinlenen… Günümüz hikâye ve romancılığının en önemli temsilcilerinden biridir Sevinç Çokum.“Geçmişe dönmeyi seviyorum.Yarınlara bakmaktan hoşlanmıyorum. Hikâyelerimde de ben geçmişte yaşıyorum.’’ diyen yazar, tüm öykülerinde geçmişten geleceğe giden bir yolda yürür.
Yazarlığa adım atmaya hazırlanan her insan gibi lise sıralarındayken şiir yazmakla başlar işe. Sonraları öykücülüğe doğru yönlendirir kalemini. Ancak hikâyelerinde ve yazılarında şiir dili hakim olan bir üslup kullanması ve iç tahlillere sıklıkla yer vermesi onun bir tarafının şiirden hala vazgeçemediğinin göstergesidir
Olgunluğunun en güzel izlerini taşıyan Onlardan Kalan adlı öyküsüne: ''Ben de suya attığım taşın izini ararcasına günlerce bu toprak yolda, dev akasyaların gölgelediği mezarlık yolunda onların ayak izlerini aradım'' diyerek başlar. '' O kadın ve adamın ayak izlerini''... Kâh eski, taş örme duvarın önünde, kâh yaz evlerinin balkonlarında ya da ıssız, yağmurlu, çamurlu yollarda yollarını gözlediği o kadın ve adamı.
O sıcak tatil yerinde kimseye benzetemediği herkesten farklı olarak gördüğü iki insanın yolunu, kimi zaman sabırsızlanarak ve bir o kadar heyecanlı kimi zaman da büyük bir sabır ve umutsuzlukla bekler. Onlar için sakladığı parıltıları, yaz kokularının son demlerini verebilmek için... Beyaz kuğular gibi, sarı yaz otları arasından geçişleri gri bir sis gibi içinde uzayıp giden o umutsuzluğu anında siler, işte dev akasyalar onun için o zaman açar. Sonra yağmurlar başlar. O da kasvetli odasının küçük penceresinden izler olanı biteni: kadının kirpiklerini ıslatmak istercesine yüzünü yağmura teslim edişini, adamın hüzünlü gülüşünü. Onlar gidince yağmur diner, parçalanan yalnızlığı yeniden bütünleşir, ağaçların yemyeşil yaprakları kurur. Onların her gelişinde yaz evlerinin gürültülü sokağında, balkonlarında oturan insanların, tavla oynayan ihtiyarların, parklarda oynayan çocukların, satıcıların şöyle bir dönüp onları süzdüğünü: ''Yine onlar.'' , '' Evet yine geldiler.'' dediklerini işitir çoğu kez. Kendilerinden çok farklı, onlara hiç benzemeyen çifte pek aldırış etmeden tekrar dönerler tavlalarına, oyunlarına, işlerine. Zaman geçtikçe, tüm bu cümbüşü izlediği penceresinin önünü artık çimentolar, tuğla yığınları ve sıra sıra binalar doldurur. Kadınla adam artık uğramaz olur oralara. Lacivert tepelerin ıssızlığından başka birşey görünmez olur penceresinden.
İşte bu hikâyesinde Sevinç Çokum, karakterlerin hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan dışarıdan görebildiği kadarıyla betimler onları. Doğaya yüklediği anlamla zenginleşen imgeleri üslubundaki derinleşmeyi ön plana çıkarırken yazar, kaybedilmiş güzellikleri, evleri, duygularını akıcı ve dokunaklı bir dille tasvir eder.
Sevinç Çokum, Türk Edebiyatında öykücülüğün en önemli kadın temsilcilerinden biridir. Çokum’un hikayeleri, edebi kıymetinin yanında, Türk insanının 1970’ten sonra yaşadığı, hayatı, değişimleri ve bu değişimlerin bireyin psikolojisine yansımasını görmek ve yorumlamak açısından ayrıca bir öneme sahiptir. Yazarın öykülerinde, insanın yalnızlığına, sıkılmışlığına, değişen ve gelişen toplum şartlarında kendi özünü ve kültürünü kaybetmemiş bireyin geçmişe ve eskiye duyduğu özleme dikkat çekilir. Yazar bunu yaparken sık sık kendi yaşadığı zaman diliminden, geçmişe dönüşler yapar. Eski ve yeniyi karşılaştırdığı açıkça görülür. Son olarak yazar kendi öykülerini şu şekilde tasvir eder:
“… Benim hikâyelerim başlangıçtan bu yana bilinen kırmak şeklinde tezahür ederek bir çeşit savrukluk diyeyim ya da kayma halinde ortaya çıktılar. Benim derli tolu hikâyelerim de vardır ama çoğu bir iç döküş ve savrukluk halinde kendini gösterir. Ne var ki bu savrukluk kendi içinde dikkatle bakılırsa bütünlüğünü korur. Yani bilinçsiz bir dağılış değildir bu.”
Yorum Bırakın