Yakup Kadri'nin ''Ağzıyla değil, gözlerinin ucundan gülümser ve çekici bir hal alır Haşim'' dediği ancak kendisinin aynalara bakmaya bile tahammülü olmayan bir şair. ''Akşam şairi'', ''Kızıllığın şairi'', ''Yalnızlığın şairi'' olarak tanımladığımız ve hepimizin bir yerlerden aşina olduğu Ahmet Haşim tamamen umutsuzluğun ve karamsarlığın pençesinde büyümüş. Öyle ki şiirlerindeki yoğun kızıllık, gün batımı, güllerin soluşu, kuşların gün doğumuyla gelip güneşin batmasıyla birlikte göçüp gidişi bu yoğun duygu dünyasının dizelere yansımasıdır.
''Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan.''
''Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?''
Ahmet Haşim'in dünyayla ilk savaşı henüz altı yasındayken annesini kaybetmesiyle başlar. Bağdat'ta dünyaya gelmiş ve babasının görevi nedeniyle İstanbul'a gelmek zorunda kalan çocuk Haşim için Türkçe bilmediği bir yerde, yalnızlık ve daha da içine kapanma durumu kaçınılmaz olacaktır.
Kendine has özellikleri olan Ahmet Haşim, yanağında büyükçe bir çıban izi olmasından dolayı kendini hiç beğenmez ve çok çirkin zanneder. Aynalara tükürecek kadar kendine tahammülü yoktur. Erken yaşta dökülen saçlarından mütevellit ''Kellik yalnızca benim başıma beladır.'' söylemlerinde bulunur. Ancak Haşim'in yalnızca ona yakından bakanların anlayabildiği ışığından zeka fışkıran koyu mavi gözleri vardır. Oldukça zeki biridir ve onu çekici yapan, güzelleştiren de budur. Fakat ne yazık ki kendisi asla bunu fark edemeyecek kadar karamsarlığa kapılmıştır çoktan.
İşte onun bu kendine zulüm dolu iç dünyası bize, hüznün yanında içinde derin manalar barındıran ve okuyanın damağında eşsiz bir tat bırakan dizeler bırakmıştır:
Bir Günün Sonunda Arzu
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Merdiven
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Karanfil
Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil,
Gönlüm acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler;
Gönlüm ona pervane kesildi.
Bülbül
Bir gamlı hazânın seherinde
Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde
Cân verdi senin söylediğin gül!
Savrulmada gül şimdi havâda,
Gün doğmada bir başka ziyâda...
Karanlık
Aşkın bu karanlık gecesinde
Bülbül yine vahşi müterennim
Mecnûn'u terk etti mi Leylâ?
Vahşî sesi firkat sesi sandım.
Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicrânımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım.
Şafakta
Dönsek mi bu aşkın şafağından
Gitsek mi ekaalîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugün evvelki hayâle.
Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış
Zulmet bizi çekmekte visale...
Bir Yaz Gecesi Rüyası
İşveyle, fısıltıyla, gülüşle,
Olmuş şeb-i sevdâ yine bî-hâb
Oklar gibi saplanmada kalbe,
Düştükçe semâdan yere meh-tâb...
Bûseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler, neler işrâb;
Uçmakta bu âteşli havâda
Vuslat demi bir kuş gibi bî-tâb...
Bahçe
Bir Acem bahçesi, bir seccade
Dolduran havzı ateşten bade.
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutade.
Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda.
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyada.
Sonbahar
Bir taraf bahce, bir tarafta dere
Gel uzan sevgilim benimle yere
Suyu yakuta döndüren bu hazan
Bizi gark eyliyor düsüncelere.
Seher
Ağaçların seheri zirvesinde titreşiyor
Tuyûr-ı fâniye-i âlem-i tahayyül ü hâb.
Semâyı kaplayacak, şimdi, gâzeler gibi nûr
Zavallılar kalacaklar esir-i ufk-ı türâb.
Ve onların gözü eyler nücûm-ı fecre itâb
Ve onların sesi eyler «nihayet»i işrâb...
Yorum Bırakın