Advertisement Tracker

Kendini Nehre Atarak Yaşamına Son Veren Şair: Paul Celan ve Şiirleri

Kendini Nehre Atarak Yaşamına Son Veren Şair: Paul Celan ve Şiirleri
  • 3
    0
    0
    0
  • 1920 yılında Romanya'nın Czernowitz kasabasında dünyaya geldi.

    Asıl adı Paul Antschel'dir.

    1938 yılında tıp eğitimine başladı fakat II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Romanya'ya döndü.

    Savaşın sonuna kadar on sekiz ay toplama kampında tutuldu. 1944 yılında İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve ilk şiir kitabını yayınladı.

    1955 yılında Paul Antschel ismiyle Fransız vatandaşlığına geçti.

    1958 yılında Bremen edebiyat ödülü aldı.

    1963 yılında bir psikiyatri kliniğine yerleşti Tahmini olarak 20 Nisan 1970'te Paris'te kendini Seiné Irmağı'na atarak yaşamına son verdi.

    Cesedi 1 Mayıs 1970'te bulundu. Ölümünden sonra eserleri yayınlanmaya devam etti.

    "Sadece konuşmak değil, ben senin yanında suskun kalmak da istiyordum."

    //BADEMLERDEN SAY BENİ

    Say bademleri, 
    say acı olanı, uyanık tutanı say, 
    beni de onlara kat:
    Gözünü arardım hep, gözünü açtığında, 
    sana kimselerin bakmadığı bir anda, 
    örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben, 
    ki onun üzerinde tasarladığın çiy'in 
    testilere doğru kaydığı bir zamanda, 
    yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.
    Ancak böyle varırdın adına, senin olan, 
    o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek, 
    savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi 
    boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun.
    Ölmüş olan o şey senin koluna girer 
    ve işittiklerin de seninle birleşirdi, 
    üç olup giderdiniz geceyi katederek.
    Beni de acı yap, acı yap beni. 
    Bademlerden say beni.

    //CORONA

    güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz. 
    zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona: 
    zamansa dönüyor kabuğuna.

    aynada pazar, 
    düşte uyunan uyku, 
    ağızsa gerçeği söylemede.

    gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne: 
    öyle bakışıyoruz, 
    karanlık sözler ediyoruz birbirimize, 
    haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi, 
    uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda, 
    bir deniz gibi ayın kanlı ışığında.

    penceredeyiz sarmaş dolaş,kendimizi seyrediyoruz sokaktan: 
    vakt erişti, herkesler bilsin bunu! 
    artık çiçek açma zamanıdır taşın, 
    yüreğinse tedirginlik zamanı. 
    zamanıdır, zamanı gelmenin.

    artık zamanıdır.

    //BÜTÜN BİR HAYAT

    Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir
    mahmurluğun güneşleri;

    bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla
    biterler.

    Onları da baştan çıkarır, zevkin teknelerinde
    oynadığımız rüya oyunları.

    Zamanın tebeşirden kayalıklarında onları
    da hançerler bekler.

    Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir
    zamanlar saçının bukleleri gibi.

    Bir gece rüzgârı olup, kız kardeşinin parayla
    açılan kucağına sığınmıştım;

    Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların,
    ama sen yoktun.

    Biz dünyaydık sanki, sense büyük kapının
    önünde bir çalılık.

    Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın
    saçları gibi:

    O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta
    bir çadır kurduğunda.

    Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde
    mutluluğun hançerini kaldırmıştı.

    //ÖLÜM FÜGÜ

    Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
    ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri
    hiç durmaksızın içmekteyiz
    bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor
    Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan 
    hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete
    bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor
    köpeklerini çağırıyor ıslıkla
    sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar kazdırıyor
    bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa 

    Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
    ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
    hiç durmaksızın içmekteyiz
    Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
    hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete
    senin kül olmuş saçlarını Sulamith bir mezar kazıyoruz
    havada rahat yatılıyor

    Adam bağırıyor daha derin kazın toprağı siz ötekiler
    şarkılar söyleyip dans edin
    tutup palaskasındaki demiri savuruyor havada gözlerinin
    rengi mavi
    sizler daha derine sokun kürekleri ötekiler devam edin
    çalmaya ve dansa

    Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
    ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
    hiç durmaksızın içmekteyiz
    bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
    senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor 

    Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya'dan
    gelen bir ustadır
    sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler
    duman olup yükseliyorsunuz göğe
    sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor 

    Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
    sonra öğlen vakitlerinde ölüm Almanya'dan gelen bir ustadır
    akşamları ve sabahları içmekteyiz hiç durmadan
    ölüm bir ustadır Almanya'dan gelen gözleri mavi
    bir kurşunla geliyor sana tam göğsünden vurarak
    bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
    köpeklerini salıyor üstümüze havada bir mezar
    armağan ediyor
    yılanlarla oynuyor ve dalın düşlere ölüm Almanya'dan
    gelen bir ustadır 

    senin altın saçların Margarete
    senin kül olmuş saçların Sulamith

    //ÇİÇEK

    Taş.
    Havada taş, gözümle izlediğim.
    Gözün, taş gibi kör.

    Biz
    el idik,
    boşalttık karanlığı ve yakaladık
    yazla gelen sözü:
    Çiçek.

    Çiçek - bir sözcük körlerin sözlüğünde.
    Senin gözünle gözüm:
    giderir
    susuzluğu.

    Büyümek.
    Yürekte yaprak gibi
    kat kat.

    Bir söz daha, bunun gibi, ve çekiçler
    savruluyor havada.

    //YANIK İZİ

    Uyumuyorduk artık, çünkü hüznün saatiydi yatağımız
    ve birer değnek gibi büküyorduk akreple yelkovanı,
    ve onlar hızla yaylanıp kırbaçlıyorlardı zamanı
    kan gelene kadar,
    ve sen, gittikçe bastıran günbatımıyla konuşuyordun,
    ve ben, on iki kez sen diye seslendim sözcüklerinle
    ördüğün geceye,
    ve gece açılıp, öylece kaldı,
    ve ben, bir gözü onun kucağına bırakırken, ötekini
    senin saçlarına taktım,
    ve ikisinin arasından açık damarı uzattım fitil yerine-
    ve genç bir şimşek, yüzerek yaklaştı.

    //ELLERİN zamanlarla dolu geldin bana - dedim ki:

    Kahverengi değil saçların.

    Bunun üzerine onları hafifçe acının terazisine bıraktın;

    benden ağırdılar...

    Sana gemilerle gelip yüklüyorlar, sonra satışa çıkarıyorlar

    hepsini şehvetin pazarlarında -

    Derinlerden geliyor gülümsemen, ben ise hafif kalan kefede

    ağlamaktayım.

    Ağlıyorum: Kahverengi değil saçların, denizi sunmaktalar

    sen onları dalgalandırırken...

    Fısıldıyorsun: Dünyayı doldurmaktalar benimle, bense,

    bomboş bir yoldan başka bir şey değilim senin yüreğinde!

    Diyorsun ki: Kuşan yılların yapraklarını - zamanıdır artık

    gelip beni öpmenin!

    Ama yıllanan yaprakların aksine, artık kahverengi değil

    saçların.

    //

    YARIM GECE

    Yarım gece. Rüyanın hançerleriyle tutturulmuş kıvılcımlar

    saçan gözlere.

    Acıdan bağırma: Sargı bezleri gibi dalgalanmakta bulutlar.

    Bir ipek halı gibi serilmişti aramıza yarım gece, başlayabilsin

    diye karanlıkların dansı.

    Bize canlı ağaçtan kesip yaptılar kara flütü, şimdi rakkase

    gelmekte.

    Lületaşından yapılma parmaklarını batırıyor gözlerimize:

    kimdir ağlamak isteyen burada?

    Kimse. O dönüyor neşeyle ve yükseliyor ateşli davulun sesi.

    Bize yüzükler atıyor, hançerlerimizle yakalıyoruz.

    Bir nikâh mıdır böylece kıydığı? Ses, cam kırıkları gibi ve

    ben şimdi biliyorum yine:

    Sen ölmedin

    erguvan rengi bir ölümle.

    //ZAMAN KIRMIZISI DUDAKLARLA

    Denizlerde olgunlaştı bu ağız,

    onun sözcüklerini akşam burada tekrarlamakta

    kendi ülkelerine bakarken,

    mırıldanarak tekrar etmekte,

    zaman kırmızısı dudaklarla.

    O ağız ki, denizden yaratılmış,

    orkinosların, insan var olduğundan bu yana

    göz kamaştıran parıltılarla

    yüzdükleri denizden gelme.

    Işığa hedef olan orkinosun gümüş rengi,

    Orkinostan yansıyan bir ayna gümüşü:

    Gözlere çarpan ise,

    alınlardan yansıyan,

    bir başka ve gezginci zafer.

    Gümüş ve yine gümüş.

    Derinliklerin katmerli görkemi.

    Götür sandalları oraya,

    kardeşim,

    ve fırlat

    ağlarım ona.

    Çek sonra,

    evlerimize,

    masalarımıza,

    tabaklarımıza at -

    Bak, dudaklarımız kabarmakta,

    onlar da zaman kırmızısı, tıpkı akşam gibi,

    onlar da mırıldanmakta -

    ve denizden gelen dudaklar

    kanatlanmaya başladı bile sudan,

    sonsuz bir öpücüğe.

    //İKİLİ KİŞİLİK

    Bırak, hücrede bir mum olsun gözlerin,

    bakışın da bir fitil,

    bırak, kör olayım,

    onu yakacak kadar.

    Hayır.

    Bırak, başka türlü olsun.

    Çık evinin .nüne,

    eyerle benekli rüyanı,

    bırak, konuşsun nalları,

    ruhumun zirvelerinden

    üfleyip temizlediğin karlarla.

    //UZAKLIKLAR

    Göz göze, serinlikte,

    gel, şöyle bir şey yaşansın:

    Birlikte

    soluyalım bizi birbirimizden

    ayıran ince perdeyi,

    akşam ölçmeye hazırlandığında,

    taktığı her maskeyle

    ikimize ödünö verdiği

    her maske arasındaki uzaklığı.

    //GÜVEN

    Bir göz daha olacak,

    yabancı, yanında

    bizimkinin: ve dilsiz,

    taştan gözkapağının altında.

    Gelin, kazın yeraltı yollarınızı!

    Bir kirpik olacak,

    içe dönük, taşa çizilmiş,

    ağlanmamışkktan taş kesilmiş,

    eksenlerin en incesi.

    önünüzde görmekte işini, sanki

    Taştan olduğu için kardeşleri de varmışçasına.

    //ON İKİ YIL

    Gerçek kalan,

    gerçekleşen satır: ... senin

    Paris’teki evin - ellerinin

    sunağı olan evin.

    Üç kez solunmuş,

    ü. kez parıltılara boğulmuş.

    Dilsizleşiyor ortalık, sağırlaşıyor

    gözlerin arkasında.

    Zehrin çiçek açtığını g.rüyorum.

    Her sözcükte ve her kalıpta.

    Gel. Gidelim.

    Aşk siliyor ismini: kendini

    sana adıyor.

    //GEÇ KALMIŞ YÜZÜNÜN ÖNÜNDE,

    tek başına,

    beni de değiştiren gecelerin arasında,

    bir şey gelip durdu,

    bir zamanki; düşüncelere aldırmaksızın,

    bizde olan bir şey.

    //(TANIYORUM SENİ, sen olabildiğince eğilensin,

    ben ise delik deşik, tutsağın senin.

    Nerede bir sözcük, ikimiz için de yaratmış, var mı?

    Sen - tümüyle, ama tümüyle gerçek. Ben - tümüyle delilik.)

    //ELLERİMİN DERİSİNİN ALTINA dikilmiş:

    Senin, acıları ellerle

    avutulmuş adın.

    Besinimiz olan

    hava topağını yoğurduğumda,

    bir acılık katıyor

    delicesine açılmış gözeneklerden yansıyan

    harflerin parıltısı.

    //BİR ISIRIK IZI boşlukta.

    Onunla da

    buradan

    savaşmaksın.

    //AŞK, deli gömleği kadar güzel,

    bir çift turnayı hedeflemiş.

    O, hiçliğin içinden geçtiğine göre,

    kimi alacak buradaki solunmuşluk

    bu taraftaki dünyalardan birine?

    //KALINTILARI, duyulanlarla g.rülenlerin,

    bin bir numaralı yatakhanede.

    gece gündüz

    polka:

    seni eğitip değiştiriyorlar

    yine

    o oluyorsun.

    //GECEYE DALMAK, yardıma hazıra

    ağız yerine,

    yıldız geçiren

    bir saydam yaprak:

    daha bir şeyler var

    delice harcanacak,

    ağaç boyunca.

    //ÇOKTAN UZANMIŞTIK

    çalıların arasına, sen

    nihayet sürünerek geldiğinde.

    Ama kulaçlayamadık

    Karanlığımızı sana kadar:

    Zorunluydu

    Işık.

    //YİTİRİLMİŞLERDEN dökme olan sen,

    tam olması gerektiği gibi bir maske,

    gözkapağmdaki

    kırışık boyunca

    kendi gözkapağımdaki kırışıkla

    sana yakm olmak,

    ize, evet, o ize

    dehşeti serpmek,

    sonunda, öldüresiye.

    //KAYIP uzaklaş

    kollarımın arasından,

    al yanına

    nabız atışlarımdan birini,

    içine saklan,

    dışarda.

    //ÜSTÜNE YAZILMAMIŞ

    kâğıtlardan

    okunmuş mektup,

    üstünde

    ölü taklidi reflekslerinin

    üç gümüş notanın eşliğindeki

    kurşuni gümüş zinciri.

    Biliyorsun: Hamleler

    senin üzerinden geçip gider, her zaman.

    //NASIL DA ölmektesin içimde:

    yıpranmış

    son bir

    nefes yumağında bile,

    bir hayat

    kıymığı gibi

    saplısın.

    //GÖREBİLİYORUM SENİ HÂLÂ: bir yankı,

    anten s.zcüklerle dokunulabilen,

    veda tepesinde.

    Hafiften ürküyor yüzün,

    birdenbire lamba gibi aydınlandığında

    iç dünyamda, tam da

    en acıtıcı aslanın söylendiği noktada.

    //BİR YAPRAK, ağaçsız,

    Bertolt Brecht için:

    Nasıl zamanlar ki bunlar,

    bir söyleşi

    neredeyse bir suç oluyoç

    onca söylenmişi de

    dile getirdi diye?

    //KENDİMİ sende unuttuğum yerde,

    bir düşünceydin artık,

    bir şey

    geçiyor içimizden hışırdayarak:

    dünyanın son

    titreşimlerinden

    ilki,

    fırtınalı ağzım

    beni de

    aşmakta

    dolup taşarak,

    ama sen

    kendinle

    buluşmuyorsun.

    //BİR DEFASINDA, ölüm çok kalabalıklaştığında,

    sen, benim içimde saklanmıştın.

    //NE VARDIYSA

    bizi birbirimize fırlatan,

    ayırmakta şimdi ürküterek,

    bir dünya taşı, güneşin uzaklığında,

    vızıldamakta.

    //YAĞMURA BOĞULMUŞ SALIN ÜSTÜNE

    sessizliğin o sahte vaazı yayılmış.

    Sanki duyabilirmişsin,

    sanki seni seviyormuşum hâlâ.

    //SEN ölümümdün:

    seni tutabildim,

    her şey dökülürken elimden.

     

     

    "
    [...] 

    Birbirimize sarılmış, duruyoruz pencerede, sokaktan bizi seyrediyorlar: zamanı geldi artık bilmelerinin! Taşların çiçeklenmesinin, bir yüreğin tedirgin atmasının zamanı geldi. Zamanıdır artık zamanının gelmesinin. Zamanı Geldi.

    "

    Şiirle kalınız sevgili okur...

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.