'Siz Aşktan N'Anlarsınız Bayım ?' Didem Madak ve Unutulmaz Şiirleri

'Siz Aşktan N'Anlarsınız Bayım ?' Didem Madak ve Unutulmaz Şiirleri
  • 1
    0
    0
    0
  • Didem Madak, 8 Nisan 1970’ te İzmir de doğdu ve 23 Temmuz 2011’de İstanbulda vefat etti.

    Türk şairdir ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. 41 yaşında Kanser Nedeniyle hayatını kaybeden şairin naaşı Edirnekapı’ya defnedilmiştir. 


    Anne ve babası öğretmen olduğu için çocukluğunun büyük bir kısmını Amasya ve Burdur'da geçirdi.

    Kendisi henüz altı yaşındayken, kardeşi Işıl dünyaya geldi. 

    12 Eylül olayları sırasında babası Uşak'a sürülünce kardeşi ve annesiyle birlikte Burdur'da kalarak sıkıntılı bir hayat geçirmeye başladı. 

    1983 yılında, annesini beyin kanseri sebebiyle kaybetti. 

    Bu kayıp, Didem Madak'ın şiirlerine tesir edecek olan ilk büyük travmaya yol açtı. 

    Babasının kısa süre sonra tekrar evlenmesiyle birlikte de yavaş yavaş ilişkileri kopmaya başladı.

    İlköğretimine Uşak'ta, babasının yanında, başladıysa da ortaokul ve liseyi İzmir'de tamamladı.

    Üniversite sınavına girdiği ilk yıl Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümünü kazandı ancak maddi sıkıntılardan dolayı çalışmak zorunda kalınca okulu bıraktı. 

    Daha sonra tekrar sınavlara hazırlanan Madak, bu kez Dokuz Eylül Üniversitenin hukuk fakültesine girmeyi başardı. 

    Birinci sınıfa kadar devam ettiyse de bu kez babasıyla olan ilişkisinin bozulmasından dolayı kaydını dondurdu. 

    Henüz on dokuz yaşındayken ilk evliliğini yaparak evi terk etti. 

    Yaklaşık dört sene evli kaldıktan sonra boşandı ve yarım bıraktığı hukuk eğitimini 2000 yılında tamamladı. 

    Stajyer avukatlık yaptığı zamanlarda tasavvufa yöneldi ve aynı zamanda şiirle tanıştı. Bu süreçte, edebiyatçı Müjde Bilir ile sıkı bir dostluk ilişkisi kurdu.

    2002 yılında İstanbul'a taşındı ve ölene kadar burada yaşadı. 

    Temmuz Dergisi’ne 2002’de verdiği röportajda şöyle der: “Beni edebiyatla tanıştıran annem. Birçok güzel çocuk romanı okudum, bu yüzden mutluluk dendiğinde hep o günleri, o çocuk romanlarını hatırlarım. Annemin ölümünden sonra terkedilmiş ve yalnız günler başladı.”

    Didem Madak, 2002’de Varlık Dergisi’nde Müjde Bilir ile yaptığı röportajda şiirini şöyle açıklıyor: “Hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden, biraz kadınsı, durup dururken bağıran şiirler.”

    “Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim: O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden, gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum.”

    İstanbul Eczacılar Odasının avukatlığını yapmaya başlayan Didem Madak, bir yandan da şiir çalışmalarına devam etti. 

    2006 yılında, ikinci evliliğini Timur Çelik ile yaptı. Bu evlilikten doğan çocuğuna ise annesinin adını verdi.

    Anne olduktan sonra şiir yazmayı bırakan şair bir süre edebiyattan uzaklaştı. 2010 yılında kolon kanserine yakalandı ve bir yılı aşkın süredir mücadele etmesine rağmen hastalığa yenik düşerek 23 Temmuz 2011 tarihinde hayata veda etti.

    Kitapları:

    Grapon Kağıtları, 2000
    Ah'lar Ağacı, 2002
    Pulbiber Mahallesi, 2007

     

    //SİZ AŞKTAN N’ANLARSINIZ BAYIM

    Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
    Alt katında uyumayı bir ranzanın
    Üst katında çocukluğum...
    Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
    Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
    Aşk diyorsunuz, 
    limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

    Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
    Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
    Büyük bir aşk yamadım
    Hayır 
    Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
    Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
    Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
    Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
    Aşk diyorsunuz ya
    Ben istemenin allahını bilirim bayım

    Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
    Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
    Ki uçlarından çile damlardı.
    Güneşte nane kurutmayı
    Ben acılarımın başını
    evcimen telaşlarla okşadım bayım.
    Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
    İnsan kaybolmayı ister mi? 
    Ben işte istedim bayım.
    Uzaklara gittim
    Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin 
    Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım

    Süt içtim acım hafiflesin diye
    Çikolata yedim bir köşeye çekilip
    Zehrimi alsın diye
    Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
    İlahiler öğrendim.
    Siz zehir nedir bilmezsiniz 
    Zehir aşkı bilir oysa bayım!

    Ben işte miraç gecelerinde 
    Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, 
    Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, 
    Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
    Bir şiir aradım.
    Geçen üç yıl boyunca
    Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
    Ülkem olmayan ülkemi
    Kayboluşumu aradım.
    Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
    Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
    Haroşa bir hayat bırakmak için.
    Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

    Kimi gün öylesine yalnızdım
    Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
    Annem 
    Ki beyaz bir kadındır
    Ölüsünü şiirle yıkadım.
    Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
    Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
    Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
    Acının ortasında acısız olmayı, 
    Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
    Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
    Aşk diyorsunuz ya, 
    İşte orda durun bayım
    Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
    Kendimin ucunda
    Öyle ıslak, 
    Öyle kötü kokan, 
    Yırtık ve perişan.

    Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
    Aşkı aşk bilir yalnız!

    //YÜZÜM GÜVERCİNLERE EMANET

    Gecenin vitrinine konulmuş

    Büyük bir yakut parçasıydı sabah

    Mahalle kahvelerinde

    Sıcak çaydan adamların

    Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla

    Gençlerin güzellerinin makbul olduğu

    Tek ülkeydi ülkem

    Benimse yüreğim

    Koltuk altına sıkıştırılmış,

    Yenik bir tavla maçı ertesiydi.

     

    Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah

    Akşamdan kalma titrek ellerini

    Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde

    Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi

    Açardım gözlerimi birden

    Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım

    Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı

    Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri

    Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım

    Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı

    Herşey açıklığa kavuşurdu

     

    Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde

    Acemi ve pazartesi olurdu

    Kara sürmeler çekerdim gözlerime

    İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya

     

    Tartıl be abla! derlerdi

    Karınca gibi ince belli çocuklar

    Güvercinlere yem at

    Sevgiline bir gül hediye et

    Bulvar yolundan geçen otobüslere

    Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi

    Üzümlerden ayrı bir üzümdüm

    Bilmezlerdi

    Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:

    Tartın beni derdim

    Tartardı çocuklardan biri

    Binalar eğilir bakardı iç çekerek

    Camları ışıldardı.

    Küçük, nasırlı bir avuçtan

    Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir

    Alır yüzüme sürer

    Güvercinlere emanet ederdim yüzümü

    Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım

     

    Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana,

    Çeyrek geçmişiyle övünen o topal.

    Bir gül uzatırdı çocuklardan biri

    Ellerimden güle yalnızlık batardı

    İçi bulanırdı yalnızlığımın

    Kusardı serseriliğini en görkemli meydana.

    //ŞİMDİDEN BİR HATIRASIN

    Şimdiden bir hatırasın

    Bulutsa, tozsa, uçarsa

    Bütün (aşklar) paranteze alınsın

    Rüzgar çanısın, rüzgarın diline dolanırsın

    Ne bir şarkısın,

    ne de dillerde nağme adın

    Artık bazı şarkılar kadar yaralısın

     

    Günler izmarit diplerinde biriksin

    O zaman mutlaka bir trenle gelirsin

    Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin

    istesen suyun tenine bitişirsin

    ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın

    İçimde iki yaşlı balık varsa,

    İçimde biri pulsuz, iki balık varsa

    Biri sensen, gelirsen ve yok edersen

    Bunu yazmak istiyorum sana

    Sonra postalamak istiyorum

    Pulsuz bir zarfla

    Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata

     

    Bu kırmızı oyalarla saçlarımda

    Beyaz bir tülbent gibi kalırsam

    tenimde, süzemediğim tortularla

    Gün olur sararırsa sayfalarda

    Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın

    Şimdiden bir hatırasın

     

    Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan

    Camsan, saydamsam, beni kırarsan

    Simlerimle sevişirim seninle

    O süslü sayfaların üzerinde

    İçimde iki mutlu yıl varsa,

    İçimde biri simli iki kadın varsa

    Sen, gelirsen ve yok edersen

    Bunu yazmak istiyorum sana

    sonra postalamak istiyorum

    Simli bir yılbaşı kartıyla

    Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata

     

    Şimdiden bir hatırasın

    Açmışsa bir sardunya saksıda

    Bütün (aşklar) paranteze alınsın

    Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın

    mektuplar postaya takılırsa...

    Ey aşk sen

    Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.

     


    //ÇALIKUŞU’NUN Z RAPORU

    Kedi ve kasımpatı kokuyor bütün sokaklar

    Dilinin dönmediği duaları sayıklıyor

    Zeyniler Köyünde Çalıkuşu şimdi artık zaman

    Yağmur yağıyor durmadan

    Ağlıyorum kaşarlanmış bir masumiyet olarak

    Bir çılgının

    Kedilerin ruhlarımızı okuduğuna inandırmaya çalışan herkesi

    Bir elimde tabanca

    Bütün dualarım delik deşik.

     

    Başörtülü bir anne olarak bekliyorum,

    Ruhumun şark hizmetinden dönüşünü

    Mahalle kavgalarına karışmadan.

    Kocaman bir kabakla boğuşuyorum bazen,

    Doğruyor ve kızartıyorum onu

    Günler Külkedisi, akşamları kömür yakıyoruz

    Hikayeme bir hayat yazmak istiyorum

    Pek de inandırıcı olmayan

    Hayatıma bir ölüm.

    Ihlamur göndermek istiyorum ruhuma, yün eldivenler

    Geçmişim:

    Romantik radyo dinleyen o eski arkadaşım.

    Limon ağaçlarından bahsetmek istiyorum son bir kez daha

    Beni masalların ortasında bırakıp giden ruhuma.

     

    Otobüs duraklarında yağmurlar bekliyor beni,

    Yağmurla beraberliğimden doğan

    birinci ve yüz bininci hayaletim

    Ucu ısırılmış bir simidin acısını durmadan

    O kadar çok, o kadar çok hissediyorum.

     

    Fareler yer altından fırlatılan havai fişeklerdi

    Haberler getiriyorlardı, hep kötü haberler

    Akşamları günahkar yazarkasalar kadar

    Z raporları kadar uzun şiirlerim.

    Elinde bir paket çubuk krakerle geçmişim

    O eski arkadaşım

    Yıkanmış midesiyle

    İskambil kağıtları kusan, zarlar

    Maça kızı ve pis yedili sayesinde

    Kaç kere ölümle randevulaştı.

    Plastik çiçeklerle ziyaretime geldi hayat

    Semt pazarından alınma hırkasıyla

    Her bastığında gıcırdayan tahtalarıyla

    Öyle çok sevdim

    Binlerce kapıcı karısından birinin ismiydi sanki kader

     

    Delirdiğim altyazı şimdi aynalarda

    Vazgeçtim sonunda hep tura gelen uğur paramdan

    Yazık, hiçbir şair bir çiğ tanesi kadar bile sızamadı kağıda

    Kayıp şiirlerim gül resimleridir şimdi

    Yazık, bir son mektup bile bırakmadan gitti

    Zeyniler Köyü’nde Çalıkuşu şimdi zaman.

    //DİKİŞLİ ŞİİR

    Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi
    Bazen sadece tanrı öyle istediğinden
    Sadece bir mağarada resim çizerim belki
    Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
    Üstümden kaldırılmış bir ölü var
    Ahbap senin istediğin o mu?

    //KALBİMİN EN DOĞUSUNDA

    Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda

    İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy

    Birkaç köy sular altında.

    Kalbimin doğusu,

    Her resme güneş çizen bir çocuktu.

    Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda

    Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları.

    Ölümün ötesinde bir köy vardı

    Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda

    Şimdi bana yalnızca

    Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı.

     

    Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam

    Yorgundu oysa

    Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.

     

    Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı.

    Okyanusları mavi olmayan.

    Benim için hayat,

    Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı.

    Geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil

    Benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela.

    Bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda.

    Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını

    Onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara

    Bir gül parasına satardı.

    Oğlan kıza bir gül alsa

    Bilirdim odur en kırmızı zaman.

    Adına aşk diyorlardı

    Kalbimin en doğusunda bir yalan dünya vardı.

     

    Kim bir şairi kırsa

    Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela

    Bilirim kim dokunsa şiire

    Eline bir kıymık saplanacak.

    Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman

    Yorgunum oysa

    Durmadan kendime bir tunç uyak aramaktan.

     

    Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda

    Boş salıncaklar gibi gıcırdayarak konuştum karanlıkla

    Kediler gibi mırıldanarak.

    Alkolden bir denize bıraktım kalbimi

    Kırmızı bir sandal gibi,

    Arka sokaklarda sarhoş konuştum karanlıkla.

    Avuçlarımla konuştum,

    Allah büyüktür diyen insanlar gibi.

    Kedi dili bisküvilerinin bir pastayla konuşması gibi

    Yumuşak ve kremalı konuştum onunla.

    Baharda leylaklar açardı boynumda

    Mor ve pembe konuştum karanlıkla

    Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim,

    Sözler vardı içimde işe yaramayan

    Sözlerle konuştum karanlıkla...

    Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda

    Sözler...

    Bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan.

     


    //AĞLAYAN KAYA

    Ben şiirin nefer taşı

    Büyük bir Amerika keşfettim ruhunuzda

    Ben başarıların Kristof Kolomb’u

    Ne duruyorsunuz hadi alkışlayın!

     

    Cennete gitmek isterdim otostopla,

    Cinnete kadardı tüm yollar oysa,

    Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında

    Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak.

    İlk sevgilimle bir kilisenin bahçesinde buluşurduk.

    Bir mezarlıkta öpüştük ilk defa,

    Rengarenk boncuklar saçılmıştı benden her tarafa,

    Kapkaraydı ama toprak.

    Binlerce ruhu taciz etmiş bir ilk aşk

    Tanrım sorarım sana neye yarar?

    İpek yolunda ipektim o zaman

    Baharat yolunda baharat.

    Aşk kırmızı atlastı,

    Ten Greenwich başlangıç meridyeni

    Yağmur yağardı, durmadan yağmur

    Coğrafyadan da anlarım, hadi alkışlayın!

    Keşke aşk şiiri yazsam

    Ne güzel,

    Aktarlara tarçın diye satardım

    Ticareti de öğrendim bakın,

    Hadi alkışlayın.

     

    Cesaret sanırım bir çeşit esaretti,

    Iskat edilmekti mirastan

    Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak

    Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak

    Korkuyorum ama artık

    Hadi alkışlayın!

     

    Cesaretim bir süredir gözaltında

    İhzar müzekkeremi kendim yazdım

    Tehlikeli sayılmam artık.

    Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum

    Onu orada

    Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.

    Kalbim!

    Şiirimin Hacer’ül esved taşı

    Hadi ama baylar,

    Bakın kaldıramıyorum,

    Yardım edin de şunu yerine koyalım.

     

    Hay!

    Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım.

    Ters Pinokyo olmak istiyorum Gepetto Usta

    Kötülüklere boğulup

    İnsanlıktan çıkmak istiyorum artık!

    Kafam karışık ama

    Yetişir!

    Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık.

    Camdan papuçlarım kırık..

     

    Prens de bulamaz beni artık.

    Hayata söyleyin bundan sonra gitsin

    Anlamını masallarda arasın

    Hay!

    Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım

    Da çiçekler açsın ruhunuz.

    Hadi alkışlayın!

    Biliyorum hala biraz safım.

     

    Keşfettim

    Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika’yı

    Hadi alkışlayın!

    BU SİZİN BAŞARINIZ.

     


    //KURBATİ

    Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni

    Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor.

    Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf!

    Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak.

    Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah

    Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi,

    Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak.

    Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma

    Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam...

     

    Martılardan duygulanmadım hiç, ne tuhaf!

    Ben belki denizden bile eski biriyim.

    Başka isimler bulmak isterdim martılara

    Kirloş mesela kirloş desem artık onlara.

    Kasapların perdeleri boncuktan

    Et. Kan. Ve o boncuklu şıkırtılar

    Ne tezatlı bir şey, ne tuhaf

    Ne tuhaf acıyla hiç konuşmamak.

     

    Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni

    Herşey şimdi itiraf edilmeli:

    Kocam bir çingeneydi.

    Eşiniz bir çingene mi hanfendi? diye sorarlardı.

    Hayır efendim derdim, hayır eşim bir sanatkardır.

    Eski yırtık gecelikler, eski yırtık çarşaflar

    Eski, yırtık bir sızıyla sevişirdik.

    Herşey şimdi itiraf edilmeli:

     

    Bir picaması bile yoktu benim kocamın baylar.

    İnsan çingeneyse, yani ruhu çizgiliyse

    İnsan acıyla yalnızca sevişebilir baylar!

    Soruyorlar. Soruyorlar:

    "Ellerin neden titriyor sevgilim"

    Bilmiyorlar doğmadan öldürdüğümü üç-beş çingeneyi.

    Üç-beş dünya kaldı artık aramda dünyayla

    Artık açıklayamam bir türlü.

    Ne tuhaf geçmişim kırmızı bir kadın yapıyor beni.

    Herşey şimdi itiraf...

     

    Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak

    Açıklayamazlar artık beni bin türlü.

    Bilmeyecekler, bilmeyecekler bir çingenenin

    İsmini vererek kendime öldüğümü.

    İsmim...İsmim...İsmim Kurbati.

     


    //POLLYANNA’YA SON MEKTUP

    “Aşk mektupları elbette yakılmalı,

    geçmiş en soylu yakacaktır.”

    (Nabokov)

     

    Muhabbet kuşumuz öldü

    Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak

    Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman

    Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

     

    Uyuyamadığım gecelerin sabahında

    Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı

    Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları

    Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi

    Duaya açılan avuçlarım

    Avuçlarıma kar yağardı

    Kimi zaman tipi...

    Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.

    Birkaç kış geçti Pollyanna

    Ben hep mahzun kaldım.

    Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair

    Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben

    Bir kenar süsünün gülü olsam ben

    Sarı deftere tuttuğum bir günlük

    Aşk olsam ben...

     

    Sonra yazları

    Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu

    Balkon yaseminlerle sevişirdi

    Rüya hülyayla sevişirdi.

    Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında

    Geceyle sevişirdim.

    Bir davet gibi otururdum balkonda

    Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma

    Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna

    Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...

    Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda

    Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden

    Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.

    Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca

    Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.

    Secde eden alnımı,

    Şarap içen dudağımla öpmek istedim.

    Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı

    Beyaz bir merhemle ovmak istedim.

    Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna...

     

    İtiraf etmek gerekirse

    Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan

    Kalp şeklinde kültablaları

    Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül

    Yetmezdi yeniden doğmaya.

    Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse

    Bedelini ödedim ama Pollyanna

    İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.

     

    Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna

    Çimento, demir, çamur...

    Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.

    En üst kattan düşerdim her gün

    Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya

    Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna

    Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma

    Cevap beklediğim zamanlarda.

     

    Benim bir köyüm olmadı.

    Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana

    Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.

    İstanbul’u evlat edinsem

    Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi

    Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.

    Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna

    Bir kitaba bir cüz olamadım.

    Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.

    Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.

    Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı

    Biri okşasam bir yumuşardı.

    Bire “BİR” olamadım.

     

    Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna

    Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı

    uyanmalıydım.

    Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.

    Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.

     

    Sana bu son mektubu,

    Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için

    yazıyorum Pollyanna

    son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.

    //ÇİÇEKLİ ŞİİRLER YAZMAK İSTİYORUM BAYIM

    'Zenciler prensesi olacağım. 
    Hayat işte asıl o zaman başlayacak.' 
    Pippi Uzunçorap

    Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım 
    Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi 
    Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. 
    Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum. 
    Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor 
    Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum. 
    Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu. 
    Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum. 
    Bir yağsam pahalıya malolacağım. 
    Ben bir bodrum kat kızıyım bayım 
    Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum 
    Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum 
    Fakat korkuyorum. Birazdan da 
    Kırküç numara ayakkabılarınızla 
    Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız 
    Bu iyi olmaz bayım!

    'Gün akşam oldu' diyorum 
    Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara 
    Cam kırıkları yiyorlar 
    Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde 
    Rengarenk yap-boz parçacıkları 
    Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz. 
    Hayır,sanırım sabahı bekleyemem 
    Bilmiyorum. 
    İnsanlar rüyalarım acilen anlatmalı.

    Ondört yaşındaydı ruhum bayım 
    Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. 
    Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz 
    Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri 
    Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar 
    O ara içimde çiçeklerden oluşmuş 
    bir silahsız kuvvet ablukaya alındı 
    Sinemalarda da 'organzm gıcırtıları' oynuyordu. 
    Kaçmaya çalıştım. Olmadı. 
    Bu nedenle, çiçekli şiiler yazmayı 
    Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım. 
    Neyse işte 
    Ben her filmi hatırlarım 
    Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu. 
    'Sofı'nin tercihini' seyrederken çok ağlamıştım. 
    Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar 
    Onu da mutlaka hatırlardım. 
    İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu? 
    Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım 
    Bir 'eşya toplayıcısıyım' bayım.

    Büyük gemiler de yok artık bayım 
    Büyük yelkenler de 
    Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım. 
    İşte az önce bir karabatak daldı suya 
    Bir süredir de kayıp 
    Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya 
    Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. 
    Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. 
    Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen 
    Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? 
    Bir gül, bir güle derdi ki görse 
    Yalan söylüyorum 
    Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

     

     

     

    Şiirle kalınız sevgili okur…


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.