Mine Söğüt, 1968 doğumlu gazeteci ve yazardır.
Kadıköy Kız Lisesinde lise eğitimini tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girmiştir.
Güneş Gazetesi ile birlikte 1990 yılında gazeteciliğie başlamıştır ve günümüzde Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazısı yazmaktadır.
Mine Söğüt'ün ilk kitabı, Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü Denemesi isimli biyografidir.
İlk romanı Beş Sevim Apartmanı - Rüya Tabirli Cin Peri Yalanlarından sonra Kırmızı Zaman adlı ikinci romanı ve Doğan Kardeş adlı kitabı yayımlandı.
2006 yılında Pınar Kür'le yaptığı "Aşkın Sonu Cinayettir" adlı söyleşi kitabı Everest yayınlarından çıktı.
2007 yılında üçüncü romanı "Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979" yayınlandı.
Bu içerikte hazır tekrar okumaya başlamışken, en sevdiğim kitaplarından biri olan "Deli Kadın Hikayeleri" alıntılarına yer vermek istedim.
Keyifli okumalar dilerim....
"Pencereden dışarı bakıyorum
İçimde ateşler yakıyorum
Yaptığım her yemek o ateşte pişiyor
Doğurduğum her çocuk o ateşte eriyor
Sevdiğim her erkek o ateşte ölüyor
Bir bardak su içsem... söner mi?
İsteklerimi nehre gömsem... cinayetler biter mi?
Her şey senin yüzünden, diyor babam
O kupkuru bir adam
İçinde ne ateş var, ne su
O da biliyor, benimse içimde hem ateş var, hem su."
"Yemek yapmayı, evi toplamayı, sizi anlamayı öğrenemedim. Benden ne istediğinizi öğrenemedim. Beni sevip sevmediğinizi hiç bilemedim. Sadece kendime çiçeklerden çaylar demledim ve sizi seyrettim."
"Sakın bana ismimi sormayın
Sakın gözlerimin tam içine bakmayın
Yanımdan geçerken bana dokunmayın
Varsayın ki orada değil, buradayım
Oraya siz gelemezsiniz
Köprüleri yıktılar, gemileri yaktılar, yollar kayboldu
Ben başkayım
Ben uçurumlar kadar tehlikeli
Dereler kadar tekinsiz
Rüzgarlar kadar esriğim"
"Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Şarkılar da muhteşemdir ama hayat onlardan daha muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nasıl bulabilirdik, değil mi ya!"
"Aslında ben kasıklarımdaki sancı ve bacaklarımın arasındaki ıslaklık kadarım.
Ne bir eksik... ne bir fazla
Beni rahat bırakın
Dilediğim kadar sevişeyim, dilediğim yerde öleyim."
"Bir keresinde gölgeme gömülmüştüm
Günler geceler boyu gölgemle sevişmiştim
Korkma, demişti yılan gözlü falcı, kadın böyle bir şeydir
Aşk diye diye kendini öldürür
Defalarca ölmüştüm, her seferinde yeniden dirilmiştim
O yüzden biraz çürük kokar nefesim
İçimde aşkla terbiyelenmiş cesedim"
"Onun için asıl tekin olmayan gündüzler... çıplak gözle görünebileceği haller."
"Çirkin ya da sakat mıymış? Görünmesini istemediği bir hali mi varmış?"
"Hayır. Sadece üzgünmüş... çok üzgün."
"geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum.
gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım.
gece beni taş ezer.
gündüz rüzgar devirir.
kanadıkça kanarım.
hayallerimi o yüzden kanla yazarım."
"Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle? Yapma doktor, bir şarkı hiç ölür mü? Hele altı yüz on üç şarkı birden, sırf ben öldüm diye, hep birlikte nasıl ölsünler kuzum? Çok saçma."
"Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.
Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,
Doğurmaya mahkum,
Çocuklarını kaybetmekle mühürlü,
Yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların
Delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım."
"Lütuf ona atalarından miras, hafiflik bana annemden."
"....geceleriyse uzun tırnaklarıyla hayatı kazımaya çıkardı.Bilirdi, dışarıda ki gece ,uzun tırnaklı bir kadının tırnaklarına istisnasız boyun eğerdi."
"sedef beyazı saten terliklerle, sanki tuhaf bir müjde vermek istermişçesine,geldi, çıkageldi... nemli, küflü, ışığa küs, hayata küs, meraka küs, yalnız, yapayalnız küçük odama, hayatıma yanıma sanki ezelden varmış gibi çöreklendi... hemde o tuhaf , çok tuhaf haliyle."
"perdeleri gün boyu sıkı sıkıya her şeye, mesela uzaktaki apartmanın camlarından bu demir parmaklıkları koyu yeşile boyanmış pencereye kazara takılabilecek bakışlara, mesela sokaktan geçen insanların merakına, mesela mevsimlerin, bir köy evinin arka bahçesinden sökülüp az önce pencerenin önüne bırakılmış gibi mahzun ve yersiz ve kimsesiz kiraz ağacına yaptıklarına, mesela güneşin ,ayın, rüzgarın, insanların yani dışarıda olup biten her olayın etkisine kapalı, sokaktan çok uzakta yaşardı."
"O da biliyor, benimse içimde hem ateş var, hem su."
"Sahi insan ölünce içindeki şarkılara ne oluyor? İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki? Düşler de gözlerle mi görülür anne?"
"Aslında ben kasıklarımdaki sancı ve bacaklarımın arasındaki ıslaklık kadarım. Ne bir eksik, ne bir fazla. Beni rahat bırakın. Dilediğim kadar sevişeyim, dilediğim yerde öleyim."
"Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden falan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki!"
"Aşk için bir rüyaya yat, dedi falcı. O gece hiç uyumadım."
"Çok ağlattınız beni, çok. Ama insan kötü şeyleri çabuk unutuyor.Bakın şimdi size çay demleyeceğim" ?Şehri avucumun içine alsam, elimde bir bez, her yanını ovalayıp parlatsam? " Kadın değilim ben, Doğurmadım, sevişmedim, O kapıdan geçmedim. Daha içime çökmedim?"
"Sakın bana ismini sormayın Sakın gözlerimin tam içine bakmayın Yanımdan geçerken bana dokunmayın. Varsayın ki burada değil, oradayım. Oraya siz gelemezsiniz. Köprüleri yıktılar, gemileri yaktılar, yollar kayboldu. Ben başkayım. Ben uçurumlar kadar tehlikeli. Dereler kadar tekinsiz. Rüzgârlar kadar esriğim."
"Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez."
Yorum Bırakın