Atilla İlhan, Aşk, Mecburiyet ve Memleket Şiirleri...

Atilla İlhan, Aşk, Mecburiyet ve Memleket Şiirleri...
  • 5
    0
    0
    0
  • İzmir'in Menemen ilçesinde 15 Haziran 1925' te doğmuştur. 

    İzmir Atatürk Lisesi'nin birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı.

    Üç hafta gözaltında kaldı. İki ay hapiste yattı.

    Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı.

    Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'da mezun oldu.

    İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu.

    Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayımladı.

    Eserleri:
    Film Senaryoları:
    Yalnızlar Rıhtımı (1959)
    Ateşten Damla (1960)
    Şoför Nebahat (1960)
    Devlerin Öfkesi (1960)
    Rıfat Diye Biri (1962)
    Ver Elini İstanbul (1962)


    TV Dizi-Film Senaryoları:
    Sekiz Sütuna Manşet (1982)
    Kartallar Yüksek Uçar (1984)
    Yarın Artık Bugündür (1986)
    Yıldızlar Gece Büyür (1991-1992)
    Tele-Flaş (1992-1994)
    Baykuşların Saltanatı (2000)


    Şiir Kitapları:
    Duvar (1948, Attila İlhan kitabı) (1948)
    Sisler Bulvarı (1954)
    Yağmur Kaçağı (1955)
    Ben Sana Mecburum (1960)
    Bela Çiçeği (1962)
    Yasak Sevişmek (1968)
    Tutuklunun Günlüğü (1973)
    Böyle Bir Sevmek (1977)
    Elde Var Hüzün (1982)
    Korkunun Krallığı (1987)
    Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
    Kimi Sevsem Sensin (2002)


    Şiir albümleri:
    Ben Sana Mecburum (1999)
    Ne Kadınlar Sevdim (2001)
    An Gelir (2006)


    Romanları:
    Sokaktaki Adam (1953)
    Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
    Kurtlar Sofrası (1963)
    Fena Halde Leman (1980)
    Haco Hanım Vay (1984)
    O Sarışın Kurt (2007)

    Aynanın İçindekiler Serisi:

    Bıçağın Ucu (1973)
    Sırtlan Payı (1974)
    Yaraya Tuz Basmak (1978)
    Dersaadet'te Sabah Ezanları (1981)
    O Karanlıkta Biz (1988)
    Allahın Süngüleri: Reis Paşa (2002)
    Gâzi Paşa (2005)


    Öykü:
    Yengecin Kıskacı (1999)


    Gezi:
    Abbas Yolcu (1957)


    Anılar ve Acılar Serisi:
    Hangi Sol (1970)
    Hangi Batı (1972)
    Hangi Seks (1976)
    Hangi Sağ (1980)
    Hangi Atatürk (1981)
    Hangi Edebiyat (1991)
    Hangi Laiklik (1995)
    Hangi Küreselleşme (1997)


    Attilâ İlhan'ın Defteri Serisi:
    Faşizmin Ayak Sesleri (1975)
    Gerçekçilik Savaşı (1980)
    Batı'nın Deli Gömleği (1981)
    "İkinci Yeni" Savaşı (1983)
    Sağım Solum Sobe (1985)
    Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
    Ulusal Kültür Savaşı (1986)
    Sosyalizm Asıl Şimdi (1991)
    Aydınlar Savaşı (1991)
    Kadınlar Savaşı (1992)


    Cumhuriyet söyleşileri:
    Bir Sap Kırmızı Karanfil (1988)
    Ufkun Arkasını Görebilmek (1999)
    Sultan Galiyef - Avrasya'da Dolaşan Hayalet (2000)
    Dönek Bereketi (2002)
    Yıldız, Hilâl ve kalpak (2004)


    Çevirileri:
    Kanton'da İsyan (1967 , Andre Malraux)
    Umut (1968, Andre Malraux)
    Basel'in Çanları (1969, Louis Aragon)


    Hakkında çıkan kitaplar:
    Attilâ İlhan'ın Siyasal Düşüncesi: Türkiye'de Ulusalcılığın Kökenleri - Hakan Reyhan (2012) - Phoenix Yayınları
    Nâm-ı Diğer Kaptan, Attilâ İlhan'ı Dinledim - Selim İleri - İş Bankası yayınları (2002)
    Attilâ İlhanın Şiirlerinde Beyoğlu - Nuran Özlük (2011) - Başlık Yayın Grubu
    Mavi Adam, Attilâ İlhan'la söyleşiler - Zeynep Aliye (2001) - Bilgi Yayınevi
    Yalnız Şovalye Attilâ İlhan - Zeynep Ankara (1996) - Bilgi Yayınevi
    Şehir Filmleri: Attilâ İlhan - Nur Akalın (2006) - +1 Kitap
    Attilâ İlhan'a Edebiyat Dünyasından Mektuplar - Belgin Sarmaşık (2001) - Otopsi Yayınları
    Attilâ İlhan'la 1000 Saat - Erol Manisalı (2001) - Bilgi Yayınevi
    Attilâ İlhan'la Siyaset Güncesi - Erol Manisalı - Derin Yayınları
    Attilâ İlhan'la Hayatın İçinden - Erol Manisalı (2006) - Truva Yayınları
    Attilâ İlhan'la Akıp Giden Düşünceler - Erol Manisalı (2005) - Derin Yayınları
    Düşünceler: Attilâ İlhan'la Neler Tartıştık - Erol Manisalı (2002) - Gündoğan Yayınları
    Büyük Yolların Haydutu: Fotoğraflarla Attilâ İlhan'ın Yaşam Öyküsü - Öner Cirvaoğlu (1997) - Sel Yayıncılık
    Attilâ İlhan'da Kültür Sorunsalı - Gönülden Esemenli Söker (2002) - Bilgi Yayınevi
    Attila İlhan: Açtırma Kutuyu (46-83), Attila İlhan: Söyletme Kötüyü (83-87) - Belgin Sarmaşık (2004-2005) - Bilgi Yayınevi
    Şubat Yolcusu: Attilâ İlhan'ın Şiiri - Yakup Çelik (1998) - Akçağ Yayınları
    Bütün Kaleler Zaptedilmedi: Attilâ İlhan'la Birkaç Saat - Hulki Cevizoğlu (2004) - Ceviz Kabuğu Yayınları
    Batı'nın Maskesi Düşüyor: Attila İlhan'la Sohbet - Muharrem Bayraktar (2009) - AsyaŞafak Yayınları
    Toplumbilimsel Roman Çözümlemesi: Louis Aragon ve Attilâ İlhan - Yavuz Kızılçam (2005) - Ürün Yayınları
    An Gelir: Attilâ İlhan - Yakup Çelik (2011) - Küçükçekmece Belediyesi
    Attilâ İlhan Armağanı: "Kaptan'a Saygı ile" - Yakup Çelik (2006) - Kültür Bakanlığı

    //AĞUSTOS ÇIKMAZI

    Beni koyup koyup gitme, n'olursun 
    Durduğun yerde dur 
    Kendini martılarla bir tutma 
    Senin kanatların yok 
    Düşersin yorulursun 
    Beni koyup koyup gitme, n'olursun 

    Bir deniz kıyısında otur 
    Gemiler sensiz gitsin bırak 
    Herkes gibi yaşasana sen 
    İşine gücüne baksana 
    Evlenirsin, çocuğun olur 
    Beni koyup koyup gitme, n'olursun

     

    //ADIMLA NASIL BERABERSEM

    hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların 
    bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan 
    koşar gibi yürüyüşün 
    karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün 

    hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların 
    uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın 
    karanlık boşluklarında akıp giderken zaman 

    adımla nasıl berabersem öylece beraberiz 
    seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye 
    gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat 
    koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz 
    ve sonra her zaman her ölümlüye 
    aynı şartlar altında kısmet olmıyan 
    gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda 

    hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların 
    sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın

     

    //AN GELİR

    an gelir 
    paldır küldür yıkılır bulutlar 
    gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet 
    o eski heyecan ölür 
    an gelir biter muhabbet 
    çalgılar susar heves kalmaz 
    şatârâbân ölür 

    şarabın gazabından kork 
    çünkü fena kırmızıdır 
    kan tutar / tutan ölür 
    sokaklar kuşatılmış 
    karakollar taranır 
    yağmurda bir militan ölür 

    an gelir 
    ömrünün hırsızıdır 
    her ölen pişman ölür 
    hep yanlış anlaşılmıştır 
    hayalleri yasaklanmış 
    an gelir şimşek yalar 
    masmavi dehşetiyle siyaset meydanını 
    direkler çatırdar yalnızlıktan 
    sehpada pir sultan ölür 

    son umut kırılmıştır 
    kaf dağı'nın ardındaki 
    ne selam artık ne sabah 
    kimseler bilmez nerdeler 
    namlı masal sevdalıları 
    evvel zaman içinde 
    kalbur saman ölür 
    kubbelerde uğuldar bâkî 
    çeşmelerden akar sinan 
    an gelir 
    -lâ ilâhe illallah- 
    kanunî süleyman ölür 

    görünmez bir mezarlıktır zaman 
    şairler dolaşır saf saf 
    tenhalarında şiir söyleyerek 
    kim duysa / korkudan ölür 
    -tahrip gücü yüksek- 
    saatlı bir bombadır patlar 
    an gelir 
    attilâ ilhan ölür

     

    //ARTI SONSUZ

    yağmurun yerden göğe yağdığı 
    bu gece yasak bölgedeyim 
    büyük çingenelerin çaldığı 
    kaçak silahların içindeyim 
    sevişmek kapısının kapandığı 

    bir nabız yoklar ki daima 
    hızlı bir nabız yoklar elim 
    öpüştüklerim hırsızlama 
    çirkin bir ağızda dişlerim 
    bir bıçak değer dudağıma 

    gök yarıldıkça şimşeklerden 
    soğuk aynalarda kilitliyim 
    tırnaklarımdaki elektrikten 
    su gibi erir iliştiklerim 
    kıvılcımlar uçar kirpiklerimden 

    doğumdan öncesini yaşıyorum 
    henüz belli olmadı kimliğim 
    vücudunu arıyor ruhum 
    bir yerde atomun çekirdeğiyim 
    bir yerde artı sonsuzum

     

    //AYDINLIK NEYİN OLUYOR SENİN

    aydınlık neyin oluyor senin 
    gökyüzü akraban filan mı 
    beni bulur bulmaz gözlerin 
    şimşek çakıyorum yalan mı 
    yüzünde yalazını gezdirdiğin 
    saçlarından tutuşmuş orman mı 
    akla ziyan bir şey elektriğin 

    ayışığı mavisi dudaklarından mı 
    o ışık zenginliği mi giyindiğin 
    uzay tozları mı yıldızlardan mı 
    elime dokunduğu an elin 
    güneşler açıyorum sahi ondan mı 
    aydınlık neyin oluyor senin

     

    //AYRILIK SEVDAYAN DAHİL -1 -2 -3 -4 -5

    görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek 
    gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm 
    necati 

    1. 
    açılmış sarmaşık gülleri 
    kokularıyla baygın 
    en görkemli saatinde yıldız alacasının 
    gizli bir yılan gibi yuvalanmış 
    içimde keder 
    uzak bir telefonda ağlayan 
    yağmurlu genç kadın..

    2. 
    rüzgâr 
    uzak karanlıklara sürmüş yıldızları 
    mor kıvılcımlar geçiyor 
    dağınık yalnızlığımdan 
    onu çok arıyorum onu çok arıyorum 
    heryerinde vücudumun 
    ağır yanık sızıları 
    bir yerlere yıldırım düşüyorum 
    ayrılığımızı hissettiğim an 
    demirler eriyor hırsımdan..

    3. 
    ay ışığına batmış 
    karabiber ağaçları 
    gümüş tozu 
    gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar 
    yaseminler unutulmuş 
    tedirgin gülümser 
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var 
    çünkü ayrılık da sevdâya dahil 
    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili 
    hiç bir anı tek başına yaşayamazlar 
    her an ötekisiyle birlikte 
    herşey onunla ilgili 

    telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar 
    gittikçe genişleyen 
    yakılmış ot kokusu 
    yıldızlar inanılmayacak bir irilikte 
    yansımalar tutmuş bütün sâhili 
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var 
    öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil 
    çünkü ayrılık da sevdâya dahil 
    çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..

    4. 
    yalnızlık 
    hızla alçalan bulutlar 
    karanlık bir ağırlık 
    hava ağır toprak ağır yaprak ağır 
    su tozları yağıyor üstümüze 
    özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır 
    eflatuna çalar puslu lacivert 
    bir sis kuşattı ormanı 
    karanlık çöktü denize 
    yalnızlık 
    çakmak taşı gibi sert 
    elmas gibi keskin 
    ne yanına dönsen bir yerin kesilir 
    fena kan kaybedersin 
    kapını bir çalan olmadı mı hele 
    elini bir tutan 
    bilekleri bembeyaz kuğu boynu 
    parmakları uzun ve ince 
    sımsıcak bakışları suç ortağı 
    kaçamak gülüşleri gizlice 
    yalnızların en büyük sorunu 
    tek başına özgürlük ne işe yarayacak 
    bir türlü çözemedikleri bu 
    ölü bir gezegenin 
    soğuk tenhalığına 
    benzemesin diye 
    özgürlük mutlaka paylaşılacak 
    suç ortağı bir sevgiliyle

    5. 
    sanmıştık ki ikimiz 
    yeryüzünde ancak 
    birbirimiz için varız 
    ikimiz sanmıştık ki 
    tek kişilik bir yalnızlığa bile 
    rahatça sığarız 
    hiç yanılmamışız 
    her an düşüp düşüp 
    kristal bir bardak gibi 
    tuz parça kırılsak da 
    hâlâ içimizde o yanardağ ağzı 
    hâlâ kıpkızıl gülümseyen 
    -sanki ateşten bir tebessüm- 
    zehir zemberek aşkımız..

     

    //AYSEL GİT BAŞIMDAN

    Aysel git başımdan ben sana göre değilim 
    Ölümüm birden olacak seziyorum. 
    Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 
    Aysel git başımdan istemiyorum. 

    Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün 
    Dağıtır gecelerim sarışınlığını 
    Uykularımı uyusan nasıl korkarsın, 
    hiçbir dakikamı yaşayamazsın. 
    Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
    Benim için kirletme aydınlığını, 
    hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 

    Islığımı denesen hemen düşürürsün, 
    gözlerim hızlandırır tenhalığını 
    Yanlış şehirlere götürür trenlerim. 
    Ya ölmek ustalığını kazanırsın, 
    ya korku biriktirmek yetisini. 
    Acılarım iyice bol gelir sana, 
    sevincim bir türlü tutmaz sevincini. 
    Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
    Ümitsizliğimi olsun anlasana 
    hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 

    Sevindiğim anda sen üzülürsün. 
    Sonbahar uğultusu duymamışsın ki 
    içinden bir gemi kalkıp gitmemiş, 
    uzak yalnızlık limanlarına. 
    Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, 
    Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. 
    Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. 
    Sakın başka bir şey getirme aklına. 
    Aysel git başımdan ben sana göre değilim, 
    ölümüm birden olacak seziyorum, 
    hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 
    Aysel git başımdan seni seviyorum...

     

    //BELKİ GELMEM GELEMEM

    Sen istinyede bekle ben burdayım 
    İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım 
    Çünkü ben buradayım karanlıktayım 
    Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git 
    Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor 
    Şarabım bütün ekşi suyum soğuk 
    Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum 
    Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git 

    Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin 
    Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç 
    Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu 
    Ben senin olmadığını arıyorum 
    Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git 
    Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git 
    Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa 
    Hiçbiri benim değil 
    Belki ölmek hakkımı kullanıyorum 
    Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git 
    Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git

     

    //BEN SANA MECBURUM

    Ben sana mecburum bilemezsin 
    Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
    Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
    Ben sana mecburum bilemezsin 
    İçimi seninle ısıtıyorum 

    Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
    Bu şehir o eski İstanbul mudur? 
    Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
    Sokak lambaları birden yanıyor 
    Kaldırımlarda yağmur kokusu 
    Ben sana mecburum sen yoksun 

    Sevmek kimi zaman rezilce korkudur 
    İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 
    Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
    Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
    Birkaç hayat çıkarır yaşamasından 
    Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
    Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

    Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor 
    Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor 
    Durup köşe başında deliksiz dinlesem 
    Sana kullanılmamış bir gök getirsem 
    Haftalar ellerimde ufalanıyor 
    Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 
    Ben sana mecburum sen yoksun 

    Belki Haziranda mavi benekli çocuksun 
    Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
    Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
    Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
    Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
    Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin 
    Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor 

    Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
    Bu kurtlar sofrasında belki zor 
    Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 
    Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
    Sus deyip adınla başlıyorum 
    İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
    Hayır başka türlü olmayacak 
    Ben sana mecburum bilemezsin..

     

    //BÖYLE BİR SEVMEK

    ne kadınlar sevdim zaten yoktular 
    yağmur giyerlerdi sonbaharla bir 
    azıcık okşasam sanki çocuktular 
    bıraksam korkudan gözleri sislenir 
    ne kadınlar sevdim zaten yoktular 
    böyle bir sevmek görülmemiştir 

    hayır sanmayın ki beni unuttular 
    hala arasıra mektupları gelir 
    gerçek değildiler birer umuttular 
    eski bir şarkğ belki bir şiir 
    ne kadınlar sevdim zaten yoktular 
    böyle bir sevmek görülmemiştir 

    yalnızlıklarımda elimden tuttular 
    uzak fısıltıları içimi ürpertir 
    sanki gökyüzünde bir buluttular 
    nereye kayboldular şimdi kimbilir 
    ne kadınlar sevdim zaten yoktular 
    böyle bir sevmek görülmemiştir.

     

    //ELDE VAR HÜZÜN

    söyleşir
    evvelce biz bu tenhalarda
    ziyade gülüşürdük
    pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
    ne meseller söylenirdi mercan koz nargileler
    zamanlar değişti
    ayrılık girdi araya
    hicrana düştük bugün
    ah nerde gençliğimiz
    sahilde savruluşları başıboş dalgaların
    yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
    elde var hüzün
    o şehrayin fakat çıkar mı akıldan
    çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
    sırılsıklam aşık incesaz
    kadehlerin mehtaba kaldırılması
    adeta düğün
    hayat zamanda iz bırakmaz
    bir boşluğa düşersin bir boşluktan
    birikip yeniden sıçramak için
    elde var hüzün

     

    //HARP KALDIRIMINDA AŞK

    sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin 
    hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş 
    bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde 
    ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız 
    yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara 
    eksik olan bir şey var sana bana dair 
    belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif 
    ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş 
    heybetli gurupların belirdiği saatlerde 

    sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin 
    acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan 
    her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış 
    nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne 
    şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor 
    güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini 
    belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış 
    senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda 
    mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun 
    gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını 

    sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin 
    ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek 
    kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne 
    yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız 
    yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık 
    dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir 
    ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor 
    saatler bizim değil kitaplar bizim değil 
    bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey 
    kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz 
    ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim 
    buna rağmen mutluluğa inanıyoruz

     

    //HER ŞEYİ BİRDEN İSTEMEK

    o kitabı da okudum bitirdim 
    hani o genç kızın beni unuttuğu 
    bir ara fena halde fikrindeydim 
    dudağındaki nem gözündeki buğu 

    durmadan hayal değiştiriyorduk 
    çetrefil bir hayat herkesin korktuğu 
    kaderlerimiz kalındı sevinçlerimiz çabuk 
    yaşamadan dağılıyor yarısından çoğu 

    erteleyip durduk suç ortalığımızı 
    asıl mutluluğun içinde bulunduğu 
    bazı ben yalnıştım o yalnıştı bazı 
    çünkü gecikmenin ağır yorgunluğu 

    yanıldığımız herşeyi birden istemekti 
    isteği gerçekleştirmez isteğin yoğunluğu 
    ihtiyaç başka bir boyuta geçmekti 
    devreden çıkarıp gereksiz sorumluluğu 

    tekrar loş yalnızlıkların en dibindeyim 
    sararmış yaprakların usulca savrulduğu 
    köprüler yıkıldı artık kendimleyim 
    parmak uçlarımda ölümün soğukluğu

     

    //KİMİ SEVSEM SENSİN

    her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet 
    sarışın başladığım esmer bitiyor 
    anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli 
    dudakları keskin kırmızı jilet 
    bir belaya çattık / nasıl bitirmeli 
    gitar kımıldadı mı zaman deliniyor 
    kimi sevsem sensin / hayret 
    kapıların kapalı girilemiyor 
    * * * 

    kimi sevsem sensin / senden ibaret 
    hepsini senin adınla çağırıyorum 
    arkamdan şımarık gülüşüyorlar 
    getirdikleri yağmur / sende unuttuğum 
    hani o sımsıcak iri çekirdekli 
    senin gibi vahşi öpüşüyorlar 
    kimi sevsem sensin / hayret 
    in misin cin misin anlamıyorum

     

    //MEMLEKET HAVASI

    Bu bizim gökler gibisi hiç bir dağda çatılmamıştır 
    Yıldızlarımızın titremesi yüreğine deprem indirir 
    Hiç bir yerde bu denize bu acı tuz katılmamıştır 
    Topraktan sağdığımız pekmez güneşin başını döndürür

     

    //MÜJGAN A AŞK ŞARKILARI 

    1
    dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi 
    nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi 
    ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi 
    nerde tâvus kuşları nerde müjgân'ın gençliği 
    nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi 

    okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların 
    beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın 
    akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların 
    saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın 
    nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi 

    bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır 
    insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır 
    kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır 
    ney üşür kanûn pırıldar udlar oldukça karanlıktır 
    nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi 


    o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile 
    nedîm'den bile kıskandığım sevdiğim ile 
    son şarkılar dağılmıştı mevsim ile 
    yalnız çamlıca'da bir ud yankılanırdı 

    dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar 
    yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar 
    nâzım'ın pirâye'yi sevdiği zamanlar 
    ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı 

    boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır 
    o demirden şiirler ki sanki tabancalardır 
    umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır 
    nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı 

    gördün sessizce buluştuğunu nâzım'la nedîm'in 
    lâcivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin 
    birinin elinde vâridât'ı simavnalı bedreddin'in 
    birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı 

    istanbul puslu karaltıyla müstef'ilün bir gemi 
    duyulur padişah saltanatıyla bulutlara demirlediği 
    soğuk akşamlar çalar saatlar kadife konakta 
    ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta 

    o soyut kuşlar su aydınlığında atlas yorganların 
    yüz yıllık hüznüyle yüklü osmanlı zindanlarının 
    pul pul dağılırlar tasalı bol yansımalı boşlukta 
    ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta 

    gece hattât yesârî'nin süzüldükçe vav kayıkları 
    işlenir yeni baştan bütün sevmek yanlışlıkları 
    bilmem tamamlanır mıydık bir başka yaşamakta 
    ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta 

    o şarkı söylese çalgıların korkup bıraktıklarından 
    büyülü tamburların kendi başlarına çaldıklarından 
    ulaşır hâfız post'a sesi yankılarla sonsuzlukta 
    ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta 

    akşam kılıçlar düşürdüğü ayın ışığından boğaz'da 
    müjgân mıdır bir uzak gülümsemek midir sazda 
    ferahnâk'ta iyimser kötümser çarçabuk hicâz'da 
    müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da 

    üretir sessizliği erguvanlar düşler sevdayı tamamlar 
    suları yansıtır camlar cıvalı bir beyazda 
    müjgân mıdır yoksa sabahlamak mı hâfız'la şirâz'da 
    divanlardan gül çığlıkları horasanlı papağanlar 
    şehzâde çılgınlıkları o unutulmaz yazda 

    müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da

     

    //NASIL BİR SEVDAYSA

    ay çok mu gecikti neredeyse çıkar 
    sen yanlızlığıma varır varmaz 
    az sonra yağmuru durduracaklar 
    rüzgarı değiştirdim 
    ustura ağzı poyraz 

    yok canım yıldızları unutmadık 
    mutlaka yerlerinde bulunacaklar 
    kenarı yaldızlı mavi bir karanlık 
    sütlü çıplaklığını örtecek kadar 

    senin için olduğu asla bilinmeyecek 
    yapraklarını birden dökecek dutlar 
    şafak sökerken sekiz on kadar şimşek 
    balkonda işlemeli müstesna bulutlar 

    ayak bastığın an şehir de değişebilir 
    yoksa Moskova mı 
    belki berlin belki dakar 
    belki 30'lardan mehtap yorgunu izmir 
    körfez'de şerefine donatılmış vapurlar 

    nerede ne zaman kaç kere yaşadık 
    nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar 
    bitirdiğimiz herşeye yeniden başladık 
    dudaklarımızda birbirimizden mısralar

     

    //SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

    Sen benim hiçbir şeyimsin
    Yazdıklarımdan çok daha az
    Hiç kimse misin bilmem ki nesin
    Lüzumundan fazla beyaz
    Sen benim hiçbir şeyimsin
    Varlığın yokluğun anlaşılmaz

    Galiba eski liman üzerindesin
    Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
    Dudaklarınla cama çizdiğin
    En fazla sonbahar otellerinde
    Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
    Yalnızlığı öldüresiye çirkin
    Sabaha karşı öldüresiye korkak
    Kulağı çabucak telefon zillerinde

    Sen benim hiçbir şeyimsin
    Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
    Henüz boş bir roman sahifesinde
    Hiç kimse misin bilmem ki nesin
    Ne çok çığlıkların silemediği
    Zaten yok bir tren penceresinde

    Sen benim hiçbir şeyimsin
    Yabancı bir şarkı gibi yarım
    Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
    Hiç kimse misin bilmem ki nesin
    Uykumun arasında çağırdığım
    Çocukluk sesimle ağlayarak

    Sen benim hiçbir şeyimsin

     

    //SEVMEK İÇİN GEÇ ÖLMEK İÇİN ERKEN

    akşamın acı su karanlığı içinden 
    soğuk kadife teması yalnızlığın 
    şuh bir kahkaha balkonun birinden 
    gizli işareti midir bir başlangıcın 

    sevmek için geç ölmek için erken 

    başbaşa çay elele yürümek derken 
    boğaz vapurları mı iskele sancak 
    telefonda kaybolmak sesini beklerken 
    insan insanı yeniler doğrudur ancak 

    sevmek için geç ölmek için erken 

    içimdeki gökkuşağı besbelli neden 
    bulutların içinden kuşlar yağıyor 
    bir şiire başlarsın birini bitirmeden 
    hiç kimse gözlerine inanamıyor 

    sevmek için geç ölmek için erken 

    sevmek sevildiğini bile farketmeden 
    yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi 
    sevmek zehir zemberek ve yürekten 
    gecikerek de olsa vuruşur gibi 

    sevmek için geç ölmek için erken

     

    //SİSLER BULVARI

    elinin arkasında güneş duruyordu
    aylardan kasımdı üşüyorduk
    ağacın biri bulvarda ölüyordu
    şehrin camları kaygısız gülüyordu
    her köşe başında öpüşüyorduk

    sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
    omuzlarımıza çoktan çökmüştü
    kesik birer kol gibi yalnızdık
    dağlarda ateşler yanmıyordu
    deniz fenerleri sönmüştü
    birbirimizin gözlerini arıyorduk

    sisler bulvarı'nda seni kaybettim
    sokak lambaları öksürüyordu
    yukarda bulutlar yürüyordu

    terkedilmiş bir çocuk gibiydim
    dokunsanız ağlayacaktım
    yenikapı'da bir tren vardı

    sisler bulvarı'nda öleceğim
    sol kasığımdan vuracaklar
    bulvar durağında düşeceğim
    gözlüklerim kırılacaklar
    sen rüyasını göreceksin
    çığlık çığlığa uyanacaksın
    sabah kapını çalacaklar
    elinden tutup getirecekler
    beni görünce taş kesileceksin
    ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

    sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
    ıslak kaldırımlar parlıyordu
    durup dururken gözlerim dalıyordu
    bir bardak şarapta kayboluyordum
    gece bekçilerine saati soruyordum
    evime gitmekten korkuyordum
    sisler boğazıma sarılmışlardı

    bir gemi beni afrika'ya götürecek
    ismi bilmiyorum ne olacak
    kazablanka'da bir gün kalacağım
    sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
    kırmızı melek şarkısından bir satır
    lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
    senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
    seni hatırlatanın çenesini kıracağım
    limanda vapurlar uğuldayacak

    sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
    ağaçları yatıyordu yoksuldu
    bütün yaprakları sararmıştı
    bütün bir sonbahar ağlamıştı
    ağlayan sanki istanbul'du
    öl desen belki ölecektim
    içimde biber gibi bir kahır
    bütün şiirlerimi yakacaktım
    yalnızlık bana dokunuyordu

    eğer sisler bulvarı olmasa
    eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
    sabah ezanında yağmur yağmasa
    şüphesiz bir delilik yapardım
    hiç kimse beni anlıyamazdı
    on beş sene hüküm giyerdim

    dördüncü yılında kaçardım
    belki kaçarken vururlardı

    sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
    sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
    yağmurun altında yalnızım
    ağzım elim yüzüm ıslanıyor
    tren düdükleri iç içe giriyorlar
    aklımı fikrimi çeliyorlar
    aksaray'da ışıklar yanıyor
    sisler bulvarı ayaklanıyor
    artık kalbimi susturamıyorum

     

    //SOKAKLARDA MIZIKA ÇALMA ÇOCUK

    Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk 
    Gece trenlerine binme, kaybolursun 
    Sokaklarda mızıka çalma çocuk 
    Vurulursun..

     

    //SULTAN-I YEGAH

    Şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının 
    Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın 
    Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın 
    Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının 
    Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın 

    Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda 
    Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda 
    Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda 
    Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da 
    Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın 

    Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak 
    Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak 
    Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak 
    Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak 
    Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

     

    //TUTUKLUNUN GÜNLÜĞÜ

    ..salı gecesi..

    kara bir balta buldu akşam vuracak noktayı
    hücreler doldu bir ıslık en yakın maçka tramvayı
    kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı
    kimin bu karanlık kimler sürgülemişler kapıyı
    insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı

    daktilolar camları bulutlu sorgu odalarında
    didiklemez mi özgürlüğünü sansaryan hanı'nda
    küflenir suyun bir bakır çalığı birikir ağzında
    kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da
    bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı

    gönlünde büyüttüğün o müthiş ünlem içindir ki
    seni kapattıkları öyle rezil o kadar çirkindir ki
    çıplak bir lamba mısın dört duvar içindeki
    ne lambası/söndürülen bütün ilk gençliğindir ki
    gözlerin zehirlense de suç sayarsın ağlamayı

    görülmez dev böceklerdir sanki büyülü duyargalar
    uçaksavar ışıldakları gökyüzünde bir yanlış arar
    tophane rıhtımı'nda acı acı gemiler kalkar
    hücreleri akşam olur haydut öfkeleri kaplar
    ezerim sanırsın vurursan tek bir yumrukta dünyayı

    duruşma arası

    ( o varsa kırılır buzlu camları kışın
    anlamı yoğunlaşır anlamsız bir yaşayışın
    gerçi farkındayız adı belirsiz bir yanlışın
    acaba ben çok mu esmerim o çok mu sarışın

    yansımaz oldu aydınlığı yüzüme haftalardır
    yazdıklarında bile gizli bir uzaklık vardır
    eylem bir dağıldı mı bütün boğazlar daralır
    ben başka bir erkek olurum o başka bir kadın)

     

    //YAĞMUR KAÇAĞI

    Elimden tut yoksa düşeceğim 
    yoksa bir bir yıldızlar düşecek 
    eğer şairsem beni tanırsan 
    yağmurdan korktuğumu bilirsen 
    gözlerim aklına gelirse 
    elimden tut yoksa düşeceğim 
    yağmur beni götürecek yoksa beni 
    geceleri bir çarpıntı duyarsan 
    telaş telaş yağmurdan kaçıyorum 
    sarayburnu'ndan geçiyorum 
    akşamsa eylülse ıslanmışsam 
    beni görsen belki anlayamazsın 
    içlenir gizli gizli ağlarsın 
    eğer ben yalnızsam yanılmışsam 
    elimden tut yoksa düşeceğim 
    yağmur beni götürecek yoksa beni.

     

    //YASAK SEVİŞMEK

    öteki kapımdan gel bunu açamazsın
    eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
    hem tetik bulun ardında biri olmasın
    hanidir ben bu evde saklanıyorum
    adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
    gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
    öteki kapımdan gel bunu açamazsın
    sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

    pancurların gerisinde kararıyorum
    içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
    telefonda sesini tanıyamıyorum
    yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
    böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
    sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
    öteki kapımdan gel bunu açamazsın
    hem tetik bulun ardında biri olmasın

    artık hiç kimse beni yaşamıyor
    aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
    korkularım oldum bittim kimsesizdiler
    yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
    bir revolver romanımı tamamlıyor
    oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
    yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
    öteki kapımdan gel bunu açamazsın
    üzerime kilitleyip mühürlediler
    hem tetik bulun ardında biri olmasın

     

    //YAZIN SON GÜNLERİ

    ufkun sonsuzluğuna 
    hiç şaşırmıyorlar 
    rüzgarın gizli ıslığını 
    hiç kimse işitmiyor 
    hangisi anlayabilir 
    yazın son günlerinde 
    tenha plajın 
    ağır hüznünü

     

    //ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

    Gözlerin gözlerime değince 
    Felaketim olurdu, ağlardım 
    Beni sevmiyordun, bilirdim 
    Bir sevdiğin vardı, duyardım 
    Çöp gibi bir oğlan, ipince 
    Hayırsızın biriydi fikrimce 
    Ne vakit karşımda görsem 
    Öldüreceğimden korkardım 
    Felaketim olurdu, ağlardım 
    Ne vakit Maçka'dan geçsem 
    Limanda hep gemiler olurdu 
    Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
    Sessizce bir cigara yakardın 
    Parmaklarımın ucunu yakardın 
    Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
    Üşürdüm, içim ürperirdi 
    Felaketim olurdu, ağlardım 
    Akşamlar bir roman gibi biterdi 
    Jezabel kan içinde yatardı 
    Limandan bir gemi giderdi 
    Sen kalkıp ona giderdin 
    Benzin mum gibi giderdin 
    Sabaha kadar kalırdın 
    Hayırsızın biriydi fikrimce 
    Güldü mü cenazeye benzerdi 
    Hele seni kollarına aldı mı 
    Felaketim olurdu, ağlardım

     

    //YALNIZLIK ŞİİRİ

    Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır 
    Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım 
    Bu gece dağ başları kadar yalnızım 

    Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından 
    Dudaklarımda eski bir mektep türküsü 
    Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim 
    Gözlerim gözlerini arıyor durmadan 
    Nerdesin?

    Şiirle kalınız sevgili okur...

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.