babalar gider. gider gelir babalar. istekleri hep kalmaktır aslında. yapamazlar. doğaları gereğiymiş. bir gider bir gelirlermiş. miş-mışlarla, emin olmak arasında gidip gelerek yazıyorum. çünkü olamıyorum sert. emin olmama hakkıma korka titreye sarılıyorum. beni kurtaracak olan vurup kırıp döküp savurmamam. onu kurtaran hep kaçmak. kaçmayı bile gitmek diyerek hafifleştiriyorum. dertlerimden sıkılanlar kenara çekilsin. onlara küfür kıyamet, en kaba hâliyle anlatılırsa iyi gelir. ben o değilim. onunla benim aramda duran eşitsiz uzaklığı ve iyi olmayan uzaklıkla kavruluyorum. hâlâ. geriye şiirler, şehirler, başka kollarda aranan sevgiler kalıyor. bitmeyen beton koridorları yürü, yürü, yürü, dur, durmadan. alnımdaki kar soğuğu. anıları ısınmayan aileler vardır. söylenmez herkese.
yine basıp gidiyorsun baba. her seferinde asla dönmeyeceğini hiç utanmadan yüzümüze söyleyerek. ağlasam duvalar gülüyor, bağırsam kedi ürküyor. sıkışıp kalıyorum şu koltuğun kenarında. çok rahat büyük yastıklar yapmam bundan. gömüp suratımı boğulana kadar beklemek için. kapı açıldığında duvarda asılan kurutulmuş güllere sırtımı yaslamam da bundan. şair bir küçük kızdan geldi. mutlu olayım diye. sen acımasız bir babasın. üstelik sevmeyen. bu yüzden bıçağı sokup çıkarmıyorum yastıklara. sevmemek hakkını biliyorum, bunu kabul edemiyorum ama katlanması nasıl zor. yüzüne diyecek tek bir lafım bile yok. çaresiz kelimeler. bu ağrı var ya, bu hiç bitmiyor, yenilenileniyor ve seni affedemiyor. tüm coğrafyama taşan bu ağrıyla herkesi acıtıyorum. herkes anlayacak kadar acıtıyorum.
susmayı başaramamak bu. hiçbir kaldırımda evde başımı koyacak omzunun olmayışı. denize bakarken hep güldüm, denize bakarken hep ağladım. kalın gözlük çerçevemden yuvarlanan gözyaşlarımın içinde artık sevilmek için yalvaramamak vardı. ıslak bir köpek gibi korktuğum o deniz kıyıları ve şimdi bu koltuk... herkesi ısırabilirim sanki şimdi, herkesi parçalayabilirim. çoktan bıçağa göğsümü gerdim ben. eridiğim o sahillerde eski defterlerimi yırttım. dünyanın cellat sofralarında oturdum, katillerin sevgisini hissettim, zehrin gırtlağımdan içeri nasıl akıtıldığını seyrettim. beni sevmemenin ağrısından kurtulamadım.
asansöre doğru bakıyorum. ufka bakma tanrının lütfu. bana lütfedilen asansörlere, uçaklara, kapılara, bavullarına bakmak. bakmak beni kayıp zaman parametrelerine sabitliyor. biliyor musun bu öfke nasıl yayıldı? yavaş ve kararlı, sonra hızlandı. kimseye bulaşmasın diye hep bir adım geriye çekiliyorum. siyahı hep sevdim de bu katran gibi. hani asfaltlara dökülen katran. üstüne basanın canına okuyan. koyu siyah işte cüretkâr. tehdidin edilenden aldığı zevk gibi. bu katranın altında dünya var. bahçenin etrafını saran sarmaşık gibi. içeriyi de sarıyor.
ve sırtımın ortasında her gün dokunduğum sevgili ağrım var. baba ağrım var. ve hayatımın sırtında asla dokunamayacağım bir yer var. bağırmak istemiyorum.
bu cüret, bu çok mu fena. bazen çoktan gömüldüğüm bahçedeymişim gibi geliyor. kendi gül ağacıma gülüyorum.
Yorum Bırakın