Geçmiş, Yüzleşme ve Yol Romanı: Âşıklar Bayramı

Geçmiş, Yüzleşme ve Yol Romanı: Âşıklar Bayramı
  • 1
    0
    0
    0
  • İnsan kendisini ve hep o en yakınındakileri tanımaya hep bir yolculukla başlıyor. Yol, daldırır, düşündürür derken bunu kendi başına yapmanın ötesinde biriyle hatta bir babayla yapmak ardından tam bir değişim ve dönüşümü getirir. Yusuf’un hayatla, babasıyla ve on beş sene önceki aşkı Aylın’la yüzleşmesi Âşıklar Bayramı’nı tam bir yol romanı yapıyor. Hayatın bir yandan yirmi beş yılına dönmek, diğer yandan da on beş yılına dönmek Yusuf için hiç kolay değildir. Hayatın eksiklikleri ve yaralarıyla yüzleşmek hangimiz için kolaydır ki? Sevgilisi Aylın’dan ayrılmanın pişmanlığı, babaya olan kırgınlığı Yusuf’u kendisiyle, bizi de içimizle yüzleştirir. Her yas gibi her yüzleşme de biriciktir. Bu romana her ne kadar baba-oğul hesaplaşması gözüyle bakılsa da diğer baba-oğul hikayelerinin dışına çıkmayı başarmıştır. Babayı yenmek ya da ona yenilmek meselesinden çok babayı anlamak ve anlatabilmek meselesi dert edinmiştir. Öfkenin ve kızgınlığın yanında merhamet duygusu daha yoğun bir duygu olarak işlenmiştir. Babanın son isteği olan Âşıklar Bayramı’na gitmek oğul Yusuf tarafından yerine getirilmesi gereken bir görev olur. Yıllar önce terk edilmiş olma onu yaralasa da babaya olan merhamet ve ilgisini eksik etmemeye çalışır. çocukluktan kalma bir fotoğrafı hatırlarken ne hissettiyse baba onun için o fotoğraftaki duygu olmuştur. “Bu ilk gidişi değildi. Babam hep bir yerlere gider ve hiçbir zaman dönmezdi. Onu son defa, on beş yaşında kasabadaki yatılı okula verilmeden önceki yaz ortası gördüm. Yirmi beş yıl boyunca yollarımız bir kez bile kesişmedi. Üvey babam okulun kapısında habire sigara içip sabırsızca beklerken, annem okulun bahçesindeki kavak ağaçları gibi hep iki yana sallandı o sene. Ben yokken, babamın her yıl olduğu gibi o yıl da köye gelip gelmediğini, beni merak edip etmediğini ona sormadım hiç” (s. 32). Babanın hatırasıyla ne kavga edebilmek ne de ferah ferah barışabilmek. Sadece telafisi mümkün olmayan koca bir boşluk gibi hissetmek. Yusuf’un hayata dair boşlukları sadece babası Heves Ali’yle açılmamış hatta hayatına dair koca bir boşluğu seneler önce terk ettiği Aylın’la kendisi açmıştır. On beş yıl öncesinden kalan günleri, gençliğinin tutkulu, hevesli ve gamsız zamanlarını hep çok özlemiştir. Aylın’a yazdığı üç ayrı mektup öylesine gerçekçi ve büyük bir pişmanlıkla yazılmış ki insan insanı aşkta tanır dedirtiyor. Af dilediğini, üzgün olduğunu ve unutamadığını şiirsel bir dille ifade eden Yusuf, yıllar önce şefkatle tutulan elin ve sevgiyle bakan gözlerin eskisi gibi olamayacağını da kabul etmiştir. Romanı güçlü kılan ve her okuyucunun dikkatini çekecek bu bölümler soluğu Kemal Varol da aldırtıyor. İnsan yaşama dirense de yazmamaya direnemiyor. Hepimiz Diyarbakır’dan Kars’a yolculuk yapmış ve bir aşktan geriye kalmış gibiyiz. “Sana kendi ellerimle böğürtlen topladığım, kulaklarına kirazlardan küpe, saçlarına papatyalardan taç yaptığım, avuçlarına kaya kınası yaktığım, solgun yanaklarına gelincik yaprakları sürdüğüm günlerin hatırasını çok sevinçli, çok mutlu, çok huzurlu bir anında hafızanın derinliklerinden çıkarıp avuçlarına bir kor ateş gibi bırakıp gittiğim o rüya için üzgünüm” (s. 163). Aylın mektupları okudu mu en önemlisi mektuplar ona ulaştı mı bilemiyoruz ama dünya üzerinde tek başına yankılanan boş bir ev gibi terk edildiğini hepimiz biliyoruz artık.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.