"Neden varız?" Sorusu Üzerine Deneme

"Neden varız?" Sorusu Üzerine Deneme
  • 8
    0
    1
    1
  • İnsanlık tarihi, varoluş sürecindeki ilk doğum yıllarını geride bırakarak etrafını gerçekten görmeye başladığında, geçirdiği her bir yeni günde düşünce gücünü keşfetmiş, sorgulamış ve temel dinamikler bazında kendisine yeni hayatlar meydana getirmiştir. Başka bir deyişle yaşamını sürdürebileceği ortamı ya bulmuş, ya da kurmuştur. İnsan düşünmeyi ve de sorgulamayı öğrendikçe çevresine sorular yönelterek bu soruların getireceği yanıtlarla yeni yargılara varıp hayatına anlam katma çabası içerisine girmiştir. İnsanı 'insan' yapan, onu diğer canlılardan ayıran en önemli insansı özellik mantıklı düşünmek veya diğer canlılara nazaran daha bilinçli, farkındalıklı, gelişmiş ve sistematik bir beyine sahip olmak olduğundan bu özelliğini, akıl yürütme becerisini hayatının her alanında kullanmayı ilke edinmiştir kendisine. Bu ilkenin doğrultusunda insan kendisine, çevresine, dünyaya, evrene ve Tanrı'sına sorular yönelterek çeşitli sorularına cevap aramaya çalışmıştır farkındalığını kullanmayı öğrendiğinde.

         Materyalist koşullanmaların düşünebilen bilinci var etmesinin sonucu insanın durumu ve hatta beyninin temel çalışma ve motivasyon sistematiğinin prensipleri bakımından yaşamdaki her konuya ve her olaya merakla yaklaşması ve merakından doğan hayatı keşfetme duygusu, öğrenim becerisi ile isteğini etkileyecek ve yeni fikirler ürettikçe hem çevresini, hem de kendisini eğitecekti. Bütün bu sorgulamaların sonucunda insanlık apayrı bir felsefe dalını üretmiş; temelinde merak duygusunun, düşüncelerin ve soruların yer aldığı felsefeyi artık hayata karşı alınan bir tavır, hayatın keskin ama alaycı kurallarına karşılık insanın kendisini düşünceleriyle ortaya koyması, bir nevi düşünceleriyle başkaldırması açısından bir iletişim aracı ya da yöntem haline gelmiştir nihayetinde. Felsefe, insan ile hayat arasındaki iletişim aracı olarak kullanılan; ve dili sorular ile düşüncelerden oluşan özel bir dil olarak görülebilir. Zira önce merak edilerek, sonra sorular sorularak ulaşılabilir öğrenilmesi gerekene. Dolayısıyla felsefe; insanın hayatla, dünyayla, evrenle ve hatta diğer canlılarla olan ilişkisinde veya iletişiminde büyük rol oynar diyebiliriz. Felsefi sorunlar, insanların her zaman etrafında gördüğü 'şey'lerin arka planlarına da ışık tutarak çevresini tanımasına olanak sağlar.
       
    Gündelik, alışılmış ve sıkıcı yaşamlarında artık bir anlam bulamayan insan nihayet her şeyin başlangıcı olan o soruyu, "Nereden geldik?", "Yaratıcımız kim?", "Hayatın anlamı nedir?" ve "Neden varız?" gibi soruların cevabını ararken bütün yüzeyselliğini terk etmiş, ilk kez Platon'un öğretisinde değinildiği gibi 'görünenin ötesindeki gerçekliğe' adımını atmak istemiştir. Düşünce gücünü keşfeden insan, hayatının derin sularında yüzerken buna bağlı olarak düşünceleri hazineleri olan filozoflar meydana gelmiş ve insanlığın evrene ve dünyaya yönelttiği sorulara artık sistemli ve prensipli bir şekilde yanıt aramaya başlamışlardır. Tarih boyunca insanlar yaşadığı mekânı, üzerinde bulunduğu dünyayı gözlemleyerek anlamaya çalışmış ve gerekirse yeni anlamlar, yeni inançlar üreterek bu inançları benimsemişlerdir. İnsanın olduğu yerde, anlam da mevcuttur. İnsandan meydana gelmiştir bütün bu anlamlar da.
      
        Bu varlık, kapsamlı bir varlık olmakla birlikte aynı zamanda en kısıtlı varlık olmayı da başarabilmiştir. Kendisini ideallerinden, tabularından, takıntılarından ve zaaflarından kurtarıp sınırlarını aşmaya yönelince insan, çağının ve aidiyetliğinin ötesine dahi çıkıp mükemmele ve belki de özgürlüğüne de ulaşabilecek, zihin dünyasında kurduğu evreni ile materyalist evreni hayal gücünün de eşliğiyle birleştirecek, gelişime ve yeniliğe adım atarak ürettiği yeni düşünceler deha sonuçları meydana getirecektir. Kimi zaman insanın kendince ortaya koyduğu, benimsediği anlamlar ve amaçlar artık yetersiz hâle gelecek, insan yaşamı maneviyat açısından zorlaşacaktır. Çünkü insan, doğası gereği bir amaca, veya bir görüşe bağlı kalarak yaşamaya alışmış; anlamsızlık ve amaçsızlık karşısında bîtap düşmeye ve varlığını sorgulamaya meyilli bir varlık olarak ele alınmalıdır. 
    “Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder.” diyen Montaigne de ruhun ve iradenin başıboş kalması durumunda amaçsızlık karşısında yaşamın tadının kaybedilebileceğine vurgu yapmıştır.
    Ayrıca Lucianus’un da dediği gibi: “Ruh başıboş kalınca türlü hayaller kuruyor.”
        İşte insanlığın amaçsızlık ve anlamsızlık karşısında maneviyatının zedelenmesi sebebiyle artık bu işi kökten bir soruyla halletme isteği sonucu dünyaya ve insanlığa “Neden varız?” sorusunu yöneltmişlerdir.
     
     
    "Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır: Yaşamın anlamını kaybetmek." -Seneca
     
     
    Bu, "Neden varız?" sorusuna veya bunun gibi diğer bütün sorulara kimi zaman din ve felsefe gibi sosyal bilimler kapsamları bazında, kimi zaman da doğa bilimleri tarafından çeşitli cevaplar aranmaya çalışıldığı görülecektir. Bu soru için varılan yargılar, cevap arayan dalların sistemlerinin birbirlerinden farklı olmasından mütevellit birbirleriyle bazen dolaylı yoldan bazen de doğrudan ilgili veya ilgisiz sonuçlara dayanabilmektedir. Ayrıca bu soruya verilen yanıtlar kişinin veya kişilerin bireysel ve toplumsal duygularına, yaşam tarzına ve bakış açısına herhangi bir zedelemede bulunmaksızın; ancak gerçeğin üzerini de süslü aldanmalarla örtmeksizin hakiki bir çıplaklığa özen gösterilen bir yaklaşımla aranmalıdır. Üstelik bu sorunun sorulmasının bir diğer amacı da, hakikate ulaşma arzusuna dayanır. Çünkü hayatın kendisinde bir anlam olmaması gerçeği karşısında, söz konusu bilinçli varlık insan; boşluk duygusu, depresyon, anlamsızlık, zevk alamama, hayata dair bütün anlamları ve hakikati bizzat reddeden nihilizmi benimsemek gibi birtakım psikolojik rahatsızlıklar ve bahsedilen olumsuz duygularla karşı karşıya kalabilmekle beraber insanın iç huzurunu zedeleyebilmesi bir olasılıktır. Bu durumlarla karşı karşıya kaldığında söz konusu bilinçli varlık, içindeki olumsuz duygu durumlarını bastırmak veya bu gibi ihtiyaçlarını gidermek amacıyla her türlü inancı veya yolu kendisine benimseyebilmeye meyilli bir hâle gelir. Bu hadise ise yine Lucianus’un “Ruh başıboş kalınca türlü hayaller kuruyor.” sözü ile kesişmektedir. Velhasıl bir önceki paragrafta da vurgulandığı gibi insanın başıboşluk ve anlamsızlık içerisinde kalması durumunda boşluğa düşebilmesi ve yaşamının tadının kaybedilebilmesi yine de kişiden kişiye değişmekle birlikte istisnai bir durum olarak göz önünde bulundurulmalıdır. 
    Fakat buna bir antitez sunulacak olursa, anlamsızlığın getirdiği sancıların sonucunda hissedilebilecek, hayatın gerçeklerinden biri olan herhangi bir boşluk duygusundan kaçınmak, yok saymak, reddetmek, kabullenmemek gibi davranışlarda bulunulması insanı hakiki bir anlama ulaştırmaktan ziyade ona daha fazla acı verecektir elbette. Bu konu baz alındığında yaşanacak olumsuz duygu durum bozukluklarından alınabilecek pek fazla ders vardır. Benimsenen hayat ilkesinin insana yarardan çok zarar vermesi, zararın ziyadesiyle yine olumsuz duyguların sonucu olarak insanın bundan kaçınma isteğiyle fikir değiştirmesi, kendisine en uygun görüşü elde edene dek türlü düşünceleri atlatması gerekir ki, buna kümülatif ilerleme diyoruz. Tadılan her olumlu ya da olumsuz duygular, ileriki yaşantımızda edineceğimiz fikirler hakkında harita çizer ve tecrübe olarak geri döner bize. Bunlar sayesinde güncel fikirlerimizi benimser, nihayetinde bunlar da hayat felsefemiz haline gelir.
    Hatta Alman Filozof Friedrich Nietzsche'nin de bu durum hakkındaki "Yaşamak, acı çekmektir; hayatta kalmak, acı içinde bir anlam bulmaktır." ve "Gerçekten kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?" sözlerinden yola çıkarak bu konuda hemfikir olduğu söylenebilir. Ne de olsa, karanlık günlerimiz bizi biz yapar. 
     
     
    Özetle insan, varlığının temeline katacağı o 'anlam' faktörünü aramak için çıktığı bu yolda her türlü bir yerlerinden zarar göreceğini, özenle kurduğu idealler ve doğrular binasındaki sütunların tek tek yıkılacağını, fakat yine de her şeyin sonunda içinde yaşadığı bu dünyayla ilgili ideallerini ve amaçlarını en azından hakikatin ışığında doğrulamanın umudu ile kendisini tatmin edebilecek kuruntu olmayan gerçek bir anlama ulaşmanın yolunda önce acı çekeceğini ve boşluğa düşeceğini bilmesi gerekir. Fakat şunu da unutmamalıdır ki, 'işte gerçek hakikat' diye ulaştığı bu anlamın gerçekten çıplak bir hakikati yansıttığını iddia etmek de onu doğruluğun yolundan anbean uzaklaştırabilir. Bugün doğru olarak benimsediği bir şey, yarın tamamıyla yanlış yola saptırabilir onu. Ne de olsa, hiçbir şeyin mutlak doğruluğu barındırdığını söyleyemeyeceğimiz gibi, varlığımızın temelinde aradığımız anlam sorununu da büyük bir sabır ve şüphecilikle çözmemiz gerekir. Ancak o zaman kendi kazdığımız kuyuya düşmez, ve ancak o zaman belki şüphecilikte anlamı bulabiliriz. 
     
     
     

    Yorumlar (1)
    • Ruhum başıboş kaldı, türlü hayaller kuruyor. Devamını bekleriz.

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.