Tutkulu şiirleriyle 'Gülseli İnal'

Tutkulu şiirleriyle 'Gülseli İnal'
  • 7
    0
    0
    0
  • Sevgili okur,

    Uzun bir aradan sonra bu içerikte Gülseli İnal ve şiirlerine değinmek istedim, böyle güçlü bir dil ve betimleme ustalığına bu blogda yer vermekten büyük onur duyarım.

    Size eşlik etmesi için en karışığından bir playlist bırakıyorum. 

     

    Şiirle kalınız, iyi okumalar dilerim. 

    <3

     

     

    Gülseli İnal 17 Mayıs 1947 İstanbul doğumlu şairdir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesinde felsefe bölümünü bitirmiştir. ‘Sanat Olayı’, ‘Varlık’, ‘Oluşum’ gibi dergilerde şiirleri yayınlanmıştır. 
     
    Şiir Kitapları:
    Sulara Gömülü Çağrı (1981)
    Lale Sesiydiler ve Yoktular (1987)
    Letoon (1989)
    Dans Natura (1990)
    Bakkaris (1991)
    Sif ve Gula (1992)
    Saklanmış Levha (1996)
    Chöd Raksları (1998)

     


     
    //BENSE UZATMIŞTIM SAÇLARIMI KOYU BİR IRMAK İÇİN


    İnce sızılar duyarım günle gecenin birleştiği yerde
    yavaş yavaş solan bir çiçeğin solgun ışığı yansımıştır yüzüme
    oysa gün parlak gökyüzü kızıldır henüz
    yalnızlıklardan sıyrılıp bir iki yıldız
    yıldızlardan aldığım bir gülüştür benimki
    takındığım dudağımın ucundaki
    derin bir dağ kovuğunda otururum
    sonra bir kartalla senlibenli
    birazdan gün solacak sessizlik
    takınacak kendi sessizliğini
    istek başlayacak denizden
    bir martının mavi sayrıl uçuşundan
    bir iki beyaz martı geçecek
    şölen mi başlayacak ne
    kırmızıyla yeşilin tutuştuğu yerde
    altın sağraktan akan suyun sessiz görünüşü gibi

    yeter diyor morluk
    sır verdim dağlara ben
    sır verdiklerim içinde
    takındığım gülüşüm de var.
    Nedir bu beni saran sonsuz kıyılar
    uğuldayan ormanlar denizin durmadan yükseldiği kumsal
    dalgaların bölündüğü kıyı
    arayışlarla başlayan gece küskün biten sabah
    nedir nedir beni saran hüzün
    gökyüzünden topraktan ve sudan
    hiç durmadan fışkıran akşam
    bense
    uzatmıştım saçlarımı
    koyu bir ırmak için
    bense
    önümdeki yeşil başlı ağaçların eğildiği
    yüzümü yıkadığım o eski sunak
    önümden akıp geçen bir kara yelkenli
    saçlarım ise günışığından arta kalan
    bir yele gibi önüne katmış da ışığı
    güpegündüz bir gülün boyatışını
    bekleyebilirim sonsuza dek
    bekleyebilirim yeni doğan bir sabah sevisini
    kollarımdan geçen ırmak
    başımı yasladığım yeşil ay
    kurallarım var hiç bir doğaya uymayan
    şaşırmalarımda hiç durmadan gökyüzüne bir gül boyatar. 
     
    //BİR ŞEY VAR BENDEN ÖTE
    Bir şey var benden öte 
    incimsi düzlüğünde denizin 
    biri dans ediyor 
    tutkun ve savruk 
    başını arkaya atışındaki soyluluk 
    tanrı bakışı bu 
    soysuz köhne 
    kör lalelerle, gecenin diplerine yapışan 
    bitiren 
    yeni bulunmuş maden 
    tıkanıyor kıyılar köpüklü dalgalarla 
    ona uçmak istediğimi söyleyin 
    kutsal varlıklara karşı 
    ayaklanacağımı da 
    sonsuz yüz değiştirimi ben 
    bir öncesinde tarihin 
    yeniden doğmak istediğimi 
    ne kılıklara geleceğimi 
    gündüz pencerelerine 
    ne otlar dikeceğimi bu ölümcül bahçelere 
    ne zehirli otlarla sevişeceğimi yeniden 
     


    //MELEK KOLONİSİ


    XIII
    Geceyi duydum 
    gecede açılan kapıdan 
    gizli ışık aydınlattı 
    sessizce 
    geçek melek katarlarını 
    dingin ayışığı kavmi 
    güçlü kemiksi varlıklar 
    böyle dağınık 
    böyle ordular halinde geçerlerken
    gördüm o ince bekleyişi 
    bekleyiş de ki yarayı 
    dünya kabuğunun akımına kapılıp 
    ben de kapandım yere 
    milyarlarca yıl 
    bir toz zerreciği olduğum günden 
    cevherin boyutuna çarpıyor bir melek 
    leylak ve yaseminli sulardan 
    deniz mağaraları bölgesinden 
    her bir otun alt bölgesinden 
    haberler taşındığı 
    yönler belirlendi ansızın 
    asimetrik varoluş 
    bilinmeyen bir geometri içinde 
    kaynak sularını meleklerin taşıdığı 
    kızıl kayalar bölgesi 
    kayboldu melek katarı gördüm 
    kıyıların birden yok oluşlarında 
    kıvrımların bağlantısızlığında …

    (Le Poète Travaille 10 ) 
     


     
    //MOR GÜNEŞLER


    Mavi çavlandan havalanan 
    altın kanatlı kuşlar 
    ayrıksı otlar dev 
    sarmış taraçaları yosun 
    kaygan vakur ve soluk 
    anımsatır yaşanmış bir masalı 
    ki tüm hışmıyla sinmiş zemine 
    kuş gölgeleri 
    soğumuş lav ve çamur 
    yoğun rahiya 
    tozumsu dağılmış 
    anımsatır yüzleri 
    yükselen koku 
    portakallıktaki esans 
    erimiş yapraklar, 
    parlak cam kırıklarıyla 
                                 dolu 
    köklerin ulaştığı noktada 
    karanlık 
    tüm karanlıklardan koyu 
    beyaz el kırrıı1dar 
    bir caninin eli 
    kırrıı1dar kül rengi rüzgar 
    perde aralandığında beliren 
    ihtiyar ayla 
    ağaçlar kristal suyu emer 
    bizim karanlığımıza 
                               bir iz 
    izdüşümlerinden artan 
    artan ağaçlar artan renkler artan her şey o ülkede 
    bir iz doğrulur 
    bir iri gövde 
    ölü kertenkeleler 
    arasında 
    duyulur derin uğultu 
    gecenin uzaklarda çarpışan hücreleri 
    hava katmanları açılır 
    karışır mor güneşlerle 
    savrulan saçlarıma 
    ki saçlarım özgürlük kokar 

    (İmgelem / sayı: 14) 
     

    //YENGEÇ


    Bir kez daha yüce köpüklü dalgalar 
    Sedefleri devire devire geldiler 
    Milad'dan beri mercan resifleri 
    Gülmelek portresi 
    Oluşturuyordu uç kayalıklarda 
    Bir kez daha yenileniyordu sular 
    Lanetli sulara karşı 
    İç deyinimin 
    Kirli suları 
    Harmanladığı yerde 
    Parlak bir yıldızın 
    Yosunlaşmış yüzünü ovdu iri bir yengeç 
    Yapay bir şey vardı deniz sırtlarında 
    Bir hesaplaşma ya da 
    Kara güllerin yanına çekiliyordu kum 
    Kum 
    Kum 
    Olalı böyle bir çarpışma görmemişti 
    Deniz hayvanının derisinde beliren 
    Tuhaf harita 
    Suların çalkantılı belirsiz yönünü gösteriyordu 
    Bir deniz yabanı 
    Belirdi birden iri bir hayvanla 
    Sular coştular 
    Belki berrak bir pınar 
    Beyaz bir yengeçle birlikte 
    Karışırordu yüzeydeki sulara. 

    Şiiratı, Yaz Kitabı 2004 
     


    //TİRAN HANIMELİ


    Sevildiğin yağmurlu 
                      topraklarda 
    konukların yeşil yapraklar 
                           kanayan 
    bir kuyuyu örtmekte 
    su 
    sayısız siyaha karışmış 
                   taçlanmış 
    istekle sakin akan ark 
    zaman 
    eğilmiş 
    sarkmış güneş 
    bir sarı bir siyah 
    çarpışmakta 
    senin topraklannda 
     şölendir belki gün 
    belki 
    çözülen düğümlerin 
    asırlık kokusu 
    bedeninden 
    bilinçsizce atılmış bir düğüm 
    yanlış 
    kullanılmış bir ruh 
    inerken 
    kütükler bahçesinden 
    hatırla 
    ey sevgili geceyi 
    kanlı bir sağanakla 
      
    bir zamanlar kolsuz olduğumu 

    II 
      
    Kıtlık başladı 
    Birkaç gelincik dağa yaslandı 
    Kör uçuşunu sürdüren ay 
    Sfenksle buluştu 
    Dolunayda ayak bastığımız yer 
    Müphem bir beyazla kaplı 

    Şiir Ülkesi, Ocak 2004 sayı 19
     


    //GÖRME UÇUŞU


    Hâlâ aranızda yatıyorum umarsız ölü olsanız bile
    yeşillikler doluyor ağzıma, denizin ünlü tıkaçlar
    kitara sesleri başlıyor
    gece derin nefesini salıyor koynundan
    o büyük taş bir türlü kımıldamıyor
    yalnızlık yeni bedenim
    galaksi tozlarıyla yaralarımızın üstüne gül bastırıyoruz
    hâlâ buradayım evet doğumum gibi çıplak
    çırılçıplak
    kirli gezegenler değiyor tenime aç bir balık durgunluk serpiyor
    aranızda uyuyorum yine de, o kokular aleminde gece ürküsüyle
    sizin çoğalmanızı izliyorum gizlice
    rahmin uzay boşluğu
    bir bebek bir ruh vadisi
    görülmeyen daireyi biliyorum
    bir gölge iniyor bakışlarıma, gelip şaraplı ağzımdan öpeceksin
    birden olacak mı bu, gözlerimi armağan edeceğim sana, birden orman
    alev alacak ve oradan korkak dumanlar yükselecek, ipek sıcak
    ağırca, yalnızlığın geometrisi ölçülecek bir ara ve HİÇBİR ŞEY
    EVET HİÇ...
    bir baygınlık çıkıyor ortaya seninle benim aramda, baykuşun gelip
    şaraplı dudaklarıma dokunuyor, her çenber
    sizin matematiğinizi hatırlıyor
    babam bebek oluyor
    annem de ölüyken
    bile ölü bebek
    bense ne bebek ne ölü
    aykırı zamandan bir uyarı
    hâlâ yatıyorum koynunuzda

    ketenler içinde biri yürüyor patikada yoksa bir ölü mü o!
    bay Aras bu, taş toplamaktan geliyor
    demin kıyıya vuran dalgalara soru soran bay Aras
    oysa ben hâlâ koynunuzdayım, kimse sezmiyor bunu
    deniz dibindeymiş gibi hayvanlar
    gökyüzündeymiş gibi bulutlar asit yağışlar
    zamansız bir ölçeği, takvimsiz, saatsiz bir yerin, işaretsiz
    vadinin kırık kum saatinin
    boşluğun evet boşluğun
    tüylü meyvalarıyla altüst...


     
    //EY, GÖZLERİ DÜŞ RENGİ


    Ne söylersen onu yapıyorum elimde değil verdiğin güle 
    dokunmamak
    gözlerin neredeyse bedenim orada oluşuyor yeniden
    rüzgârların eğilip kulağıma fısıldadıkları oluyor söylediklerin
    dilim tutuluyor sanki buruk bir yemiş tatmışçasına
    sessiz bir başına yokolarak yeniden yaşıyorum yanında
    hiçliğin tadına bakıyorum
    varlığını biraz biraz duydukça
    bedenim bedenine kapanıyor yavaşça
    sırtında büyük sırmalı bir harmaniyle karşılıyorsun beni

    bir bulut gelir hani kanatları yağmur rengidir
    uzun yol yorgunudur sonra başka türlü
    bir yüzdür gökyüzü
    onu yaşıyorum yanında
    kış sabahının açmış tüm çiçekleri elinde
    elimde değil senin yanında ırmakların sesini dinlememek
    birden bire allak bullak oluyorum gelişinle
    kollarımdan uç veren zeytin dalları
    ipek bir sedire yatırıyorum duygularımı
    seni ey yağmur kaçkını
    sabah yeli tadı
    sen güneşin ışıkdamlası ayışığı dansı
    sen geceyarısı beyazı
    kasırgada deniz denli tutkunu olduğum sen
    yemişlerin zehir tadı
    evrenim tuzum dağyelim
    yaşamım
    ve yanıbaşımda soluk alıp veren deniz gibi sen. 
     


     
    //GÜL SAĞANAK VE PARAMETRE 


    Asi tuz oynak katran
    Ilık çağrısı kireçtaşının
    Hava girdapları
    Göz göz açılmış toprakta
    Madenlerin kükreyişi göğe karşı
    Bir tutam saç
    Senden
    Altınsı
    Göğüste kutsalla yanan
    Gece buluştuğumuz evren alev alev
    Dış dünya kesilen yeşil bir damla
    Hava koridorlarında
    Bile
    Bir hüküm bir kıyamet
    Bedenin batı yönünde
    Kan ve kanın gizemleriyle
    Çoğalmakta yine de
    Gül sağanak ve parametre.

     

    Başka, Sayı: 10

     


     
    //HAZZIN UYUKLAYIŞI
     
    içi özlemle sarsılırken genç gövdelere 
    bütün ruhlarının adına yapıyorsun bunu 
    gelgitleri gibi suyun 
    binlerce yosun sarmalında 
    taşlar tutuşunca uyuklayan kayalıklar için 
    ki çılgın ay vururken yüzüne, mermer sütuna, değişen kıra 
    durmadan durmadan değişen kıra 
    unutkan toprak bu ayışığından kalma 
    beş yıl çoraklıktan sonra yeniden kabaran toprak 
    yeşeren güneş gibi sabahları 
    batan güneşle kaybolan otlar gibi geceleri 
    topraktan üzümün şarabın kan gibi fışkırması bu 
    bereketli pullar dönemeci 
    ey dağların yüksek düşleri, kayalık zehirleri uzam ölüleri
     
     


    //DALGALAR
     
    Bu sabah salkım söğütler sallanacak yine ölüler üstünde 
    çırpınacak öylece uzak kıyılarda 
    esecek ses veren yüreğinin üstünden doğru rüzgârı 
    geçenlerde anlatmıştır bozkırın acımasızlığı 
    insanoğlunun suçlu yürüyüşünü kutsal dağa 

    hani canım hatırlasana, şimdi oturduğun yerde eskiden 
    bir tahtın bulunduğunu 
    ışıklı bir kapıdan 
    kanatlanmış ayaklarınla 
    geçmiştik birlikte 
    gelirler 
    öperler seni, yağmur saçlı sicim saçlı ruhlar 
    tanıdık onlar, geçen gün aynı ağaçların arasından 
    geçmiştiniz 
    yollarınız ayrıydı ama herşey kızılrengi, duman, yeşil 

    kırık bir horoskop'tan 

    yitirilmiş denizler aşkına 
    böyle olabilirdi ancak 
    iniltiler hummalar yağmurlar 
    besleyici asitler 
    kedi gözleri aydan düşen ay parçaları 
    suskunluklar dağı ovanın kitapsı yıldızları 
    hepsi teninde tutuştu, gövdeni sakladığın yerde tutuştu.
     
     


     
    //BİR GÜN IŞIĞI 
     
    Artık yok bana izin bu sabah 
    göremiyorum ışıklar nerede ben nasıl kayıp bir denizde 
    titrek yıldızların ölü çekiminde 
    toz atmosferinin yeşil akışında 
    yıkımın sırsız bir aynadaki duruşuna 
    gövdemin hiçe sayılmasına 
    ki ürpererek görüyorum bir ırmak dinleniyor artık 
    gövdemde 

    ve et kan can olarak anlaşılmanın acısına 
    yok bana dirilip yerden kalkmak 
    ellerimi sizin bakırçalması yüzünüze uzatıp kirletip 
    o bile yok tarih bile yok yaşam defterlerimde 
    yok diyorum size 

    yağmurun bırakıp gittiği gölcüklerde var yaşamımda 
    görülmemiş fırtınaların açtığı o büyük boşluklar var ki 
    duruyorum 
    ellerimden kurumuş nergisler düşerken toprağa 

    duruyorum o benim tarihimi yapan büyük derin boşluğun önünde 

    yakutumsu kurtlar ki oynaşıyorlar dibinde 
    melekler kızlarına ninniler söylüyor 
    o sedef o çiğden o ince kızlarına 

    göklerden serinliği 
    otlardan çiğleri 

    yeşil dereden alıyorum gizi 
    o büyük boşluğun beni sürükleyen gövdemi parçalayan boşluğun 
    önünde 
    duruyorum şimdi 

    mercanlı karanlık durmadan çekiyor beni 
    dilim tutuk bir ayağım aksak söz çıkmıyor ağzımdan 
    yağmurun insanı arkadan vurmasına 
    su hancerine 
    alev yarasına 
    boğuntunun izine 
    yanığın akan gülüne 
    çıplak gövdeme tenime bir gün ışığı 
    ve çarpıp geri dönüyor ışık tenimden çıplak gövdemden 
    siz 
    görmüştünüz hani 

    ki tutsaklık bitmeli artık 
    ve kendini kemiren yürek ve tüm isteği gömen 
    kendimi yok eden o büyük boşluğun önünde 
    ah neler görüyorum titrerdi yüreğiniz 
    yok artık ruhumun kırgın olduğu yerlerde dolaşmak 
    yok diyorum şurada bir defalık 
    hırpalayan rüzgarların estiği karakayalığın alnında parlayan maden 
    kabuksu maden 
    yoksa benim size vermeye göğsünüze takmaya çalıştığım şey mi 

    sıvı istekler 
    su cinlerinin iniltisi 
    işte hepsi birden sarıyor beni 
    neden sıvı kayalık durup duruken eriyor ve 
    parıltısını saçan o maden 
    bitkimsi öz 

    dayanıp duruyor yaşama suya toprağa rüzgara ve bana 
    ve savaşıyor amansızca ve su cinlerinin ölüm dansı başlıyor 
    bende oluşmuş tohumları siz toplamadan 
    bozmadan derimin gerginliğini 
    toprağın elmas parıltısını 

    ey siz dediğim sizler 
    istemiyorum 
    artık isteğin de en son sınırını
     


     
    //GECENİN DÜRTÜLERİ
     
    Nereye vardık hangi kıyılara 
    yıldızlerın izni gerekti, çıkarmamız için tül giysiyi 
    sonra dalla kendilerini verdiler 
    eğri büğrü menekşeler kasrında 
    vahşi ve hayvaniydi 
    gece de tanımını çoktan aşmıştı 
    küçük darbeleri ise ırmak silip süpürüyordu 

    İki yıl böyle oldu ayışığının bol sarmalıyla beslendik 
    değişimin duruk gövdesinde ölü menkeseli kız 
    uzanıp alıyorum ağaçtan olgun inciri 
    esrarlı bir yarılışla günler boyu 
    yıldırımların geldiği bölgeye 
    kararmış günlerden kalan ne...
     
     


    //GÜZ SÖYLENCELERİ
     
    Nedir bu yüzyıldır karanlık bakışlarını görürüm ayın 
    başımı çevirip duyarım kokusunu bir güz günü korkulu 
    sabahın 
    serinliğini taşır derin duyguların 
    pınar tadında duru çimen kokan 
    yaşlı ağaçlarda salınır gizemli ışınları 
    Omega'nın 

    nedir bu onulmaz bir yara gibi yüzün 
    bırakırım artık ne olursa olsun 
    köprülerin orada 
    çökmüş toprak mı 
    yoksa yiten deniz mi içimizde uğuldayan 
    ağzın mayıs ağzı 
    kuşkundur gövden, ama 
    bir zamanlar gülde gözükmüştü tanrı 
    nice güller böyle gövdenden yaprak dökerken 

    nedir bu kuşkun kısır toprak 
    üstünde binbir dansı onaylamayan rüzgar 
    uçup giden yaz içindir 
    dokunmayın ayın tenine 
    yanar parmak uçlarınız, teniniz sonra 
    nedir bu yüzün uzak yaşam taraçalarında
     


     
    //SEYYAH
     
    'Hiçbir yere gidiyorum, hiçbir yerden geliyorum süsen 
    batağına saplanıyor gözüm, çamurlu ok bölüyor seyrediyorum. 
    Saçlarının fırtınasında bilinen düş çemberinde 
    kızıl çatıların sahibesiydi, deniz diliyle 
    unutulmuş bir deniz bitkisini dikiyordu ön bahçeye 
    ısırganotu pelesenk yırttı geçti ateş koluyla 
    gece gömüldü... bütün sahiplerin sultanı bir bebeğin 
    gizil dilini kullandı hep, iki su ayracında 
    aramızdaki nehir sesimizi gömdü hep 
    kil taşlarla, öte tabut kendini reddediyordu 
    ve mezar çekiyordu... 
    Gece kuşu göğsümdeki gece kuşu 
    göğüs kafesimde mavi göl düşüyle 
    köle isteminde, dudak bin kez yaraya dokundu 
    kubbenin ve tanımsızdan, uyuklayan İbliskız'dan 
    özgürlük sarkacına, bir o yana bir bu yana
    ırmakla ve denizle ve zamanla ve suyla ateşle 
    yaseminle tunçla ve... 
    ...yine dizlerim toprak düzeyde 
    düştüm 
    hayatın önüne... 
    bir kartalla gizli... 

    Bebek soyumuzdan bilginç aynalara 
    gözleniyordum ve gözleniyordum 
    tutsaktım ve tutsaktım 
    bırakıldığım yerde 
    o cevher kuyusunda, karanlığın kollarına vermiştim kendimi 
    ve yine 
    şafak şafak şafak 
    gizil kartalın sonuyla... 

    bir daire çiziyordu ve bekliyordu, bu yüzden her şey 
    yeryüzü, suları besliyordu 
    ince titrek özenilen kadından 
    iki ayrı safir kanat çıkıyordu... 
    (hazırlanabilirdim bu kanatları kesmeye ve tüy 
    bilezik yerine 
    uzayın çiçeği) 
    siyahi kuzgun bakışlarını armağan ediyordu 
    tanıdık bir düş, ancak yabancı parmaklarımızda 
    yabancı gülle... 
    ayraç siz miydiniz! 
    diye soruyordu kızıl çatıların kadını, ayraç, ayraç... 
    o pek besili zambak, cici kuş 
    o pek acı suyun tadı dilimde... 
    düşle beslenmiş ağaç 
    bu kez düş sizi bırakıyordu 

    Yalnızca ırmağın taşlarına takıldı uzun saçlarım 
    ah uzun saçlarım benim 
    yalnızca gömütteki yıldızla eş 
    yeşildi dünya 
    işte o kadar yetiyordu ve biliyordu ayraç yıldız 
    ve yıldız 
    tabutuna çekiliyordu...
     


     
    //EKİN ACISI
     
    Akşamüstü ekin acısı mı bu 
    yoksa sarışın buğdayın iç çekişi mi 
    suların artık unutması mı toprağı 

    Nedir bu ağaç yalnız ürperen öyle 
    ayışığına hazırlanırken dallarını 

    Nedir bu acı sinen bu kalabalık otlara 
    sari yüreğe 
    ki ateş ülkesidir orası 
    kızıl tandan daha da aşk küskünü 
    Nedir bu köklerde sızlanmalar 
    acıyı yağdıran 
    durgun sümbül yüzler 
    kimdi ay bahçesinde tek başına dans eden 
    kim kırıyor dalları 

    Biliyorum dağılıp gidecek her şey 
    polenler gibi uçuşacak ruhlar 
    Antares'in ruhu uçacak 
    nergis parçalanacak ay gölünde
     
     

    //ADSIZ
     
    Ağaran yıldız gökle 
    Kızıl yer arasında 
    Ateşe yürürdüm 
    Asmak için ruhumu 
    Kendimi beklerdim 
    Hep 
    Arık yargı 
    Dövme inciyle 
    İnerdi gövdemden 
    Göğün yargıcı 
    Göğüs uçlarıma 
    Tutunan 
    Ak yağmur 
    Çünkü senin 
    Bu toprağın incisine 
    Bir aldırışsızlığın vardı Nesneler elinde geri gelir 
    Gözbebeklerin 
    Suyu küçümserdi 
    Çünkü sen 
    Kalbinde parlak bir maden taşırdın 
    Sırtındaki gümüş çıkıntı 
    Yüreğindeki madeni uyarırdı 
    Sen hep kendine giderdin 
    Giderdin 
    Giderdin 
    Yakılmayı bekleyerek 
    Ilık saçlarına zümrüt 
    Dokunana dek 
    Gözbebeklerine giderdin 
    Giderdin...
     

     

     

     

     

     

    Sevgi ve saygıyla...
     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.