Sevgili okur,
Uzun bir aradan sonra bu içerikte Gülseli İnal ve şiirlerine değinmek istedim, böyle güçlü bir dil ve betimleme ustalığına bu blogda yer vermekten büyük onur duyarım.
Size eşlik etmesi için en karışığından bir playlist bırakıyorum.
Şiirle kalınız, iyi okumalar dilerim.
<3
Gülseli İnal 17 Mayıs 1947 İstanbul doğumlu şairdir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesinde felsefe bölümünü bitirmiştir. ‘Sanat Olayı’, ‘Varlık’, ‘Oluşum’ gibi dergilerde şiirleri yayınlanmıştır.
Şiir Kitapları:
Sulara Gömülü Çağrı (1981)
Lale Sesiydiler ve Yoktular (1987)
Letoon (1989)
Dans Natura (1990)
Bakkaris (1991)
Sif ve Gula (1992)
Saklanmış Levha (1996)
Chöd Raksları (1998)
//BENSE UZATMIŞTIM SAÇLARIMI KOYU BİR IRMAK İÇİN
İnce sızılar duyarım günle gecenin birleştiği yerde
yavaş yavaş solan bir çiçeğin solgun ışığı yansımıştır yüzüme
oysa gün parlak gökyüzü kızıldır henüz
yalnızlıklardan sıyrılıp bir iki yıldız
yıldızlardan aldığım bir gülüştür benimki
takındığım dudağımın ucundaki
derin bir dağ kovuğunda otururum
sonra bir kartalla senlibenli
birazdan gün solacak sessizlik
takınacak kendi sessizliğini
istek başlayacak denizden
bir martının mavi sayrıl uçuşundan
bir iki beyaz martı geçecek
şölen mi başlayacak ne
kırmızıyla yeşilin tutuştuğu yerde
altın sağraktan akan suyun sessiz görünüşü gibi
yeter diyor morluk
sır verdim dağlara ben
sır verdiklerim içinde
takındığım gülüşüm de var.
Nedir bu beni saran sonsuz kıyılar
uğuldayan ormanlar denizin durmadan yükseldiği kumsal
dalgaların bölündüğü kıyı
arayışlarla başlayan gece küskün biten sabah
nedir nedir beni saran hüzün
gökyüzünden topraktan ve sudan
hiç durmadan fışkıran akşam
bense
uzatmıştım saçlarımı
koyu bir ırmak için
bense
önümdeki yeşil başlı ağaçların eğildiği
yüzümü yıkadığım o eski sunak
önümden akıp geçen bir kara yelkenli
saçlarım ise günışığından arta kalan
bir yele gibi önüne katmış da ışığı
güpegündüz bir gülün boyatışını
bekleyebilirim sonsuza dek
bekleyebilirim yeni doğan bir sabah sevisini
kollarımdan geçen ırmak
başımı yasladığım yeşil ay
kurallarım var hiç bir doğaya uymayan
şaşırmalarımda hiç durmadan gökyüzüne bir gül boyatar.
//BİR ŞEY VAR BENDEN ÖTE
Bir şey var benden öte
incimsi düzlüğünde denizin
biri dans ediyor
tutkun ve savruk
başını arkaya atışındaki soyluluk
tanrı bakışı bu
soysuz köhne
kör lalelerle, gecenin diplerine yapışan
bitiren
yeni bulunmuş maden
tıkanıyor kıyılar köpüklü dalgalarla
ona uçmak istediğimi söyleyin
kutsal varlıklara karşı
ayaklanacağımı da
sonsuz yüz değiştirimi ben
bir öncesinde tarihin
yeniden doğmak istediğimi
ne kılıklara geleceğimi
gündüz pencerelerine
ne otlar dikeceğimi bu ölümcül bahçelere
ne zehirli otlarla sevişeceğimi yeniden
//MELEK KOLONİSİ
XIII
Geceyi duydum
gecede açılan kapıdan
gizli ışık aydınlattı
sessizce
geçek melek katarlarını
dingin ayışığı kavmi
güçlü kemiksi varlıklar
böyle dağınık
böyle ordular halinde geçerlerken
gördüm o ince bekleyişi
bekleyiş de ki yarayı
dünya kabuğunun akımına kapılıp
ben de kapandım yere
milyarlarca yıl
bir toz zerreciği olduğum günden
cevherin boyutuna çarpıyor bir melek
leylak ve yaseminli sulardan
deniz mağaraları bölgesinden
her bir otun alt bölgesinden
haberler taşındığı
yönler belirlendi ansızın
asimetrik varoluş
bilinmeyen bir geometri içinde
kaynak sularını meleklerin taşıdığı
kızıl kayalar bölgesi
kayboldu melek katarı gördüm
kıyıların birden yok oluşlarında
kıvrımların bağlantısızlığında …
(Le Poète Travaille 10 )
//MOR GÜNEŞLER
Mavi çavlandan havalanan
altın kanatlı kuşlar
ayrıksı otlar dev
sarmış taraçaları yosun
kaygan vakur ve soluk
anımsatır yaşanmış bir masalı
ki tüm hışmıyla sinmiş zemine
kuş gölgeleri
soğumuş lav ve çamur
yoğun rahiya
tozumsu dağılmış
anımsatır yüzleri
yükselen koku
portakallıktaki esans
erimiş yapraklar,
parlak cam kırıklarıyla
dolu
köklerin ulaştığı noktada
karanlık
tüm karanlıklardan koyu
beyaz el kırrıı1dar
bir caninin eli
kırrıı1dar kül rengi rüzgar
perde aralandığında beliren
ihtiyar ayla
ağaçlar kristal suyu emer
bizim karanlığımıza
bir iz
izdüşümlerinden artan
artan ağaçlar artan renkler artan her şey o ülkede
bir iz doğrulur
bir iri gövde
ölü kertenkeleler
arasında
duyulur derin uğultu
gecenin uzaklarda çarpışan hücreleri
hava katmanları açılır
karışır mor güneşlerle
savrulan saçlarıma
ki saçlarım özgürlük kokar
(İmgelem / sayı: 14)
//YENGEÇ
Bir kez daha yüce köpüklü dalgalar
Sedefleri devire devire geldiler
Milad'dan beri mercan resifleri
Gülmelek portresi
Oluşturuyordu uç kayalıklarda
Bir kez daha yenileniyordu sular
Lanetli sulara karşı
İç deyinimin
Kirli suları
Harmanladığı yerde
Parlak bir yıldızın
Yosunlaşmış yüzünü ovdu iri bir yengeç
Yapay bir şey vardı deniz sırtlarında
Bir hesaplaşma ya da
Kara güllerin yanına çekiliyordu kum
Kum
Kum
Olalı böyle bir çarpışma görmemişti
Deniz hayvanının derisinde beliren
Tuhaf harita
Suların çalkantılı belirsiz yönünü gösteriyordu
Bir deniz yabanı
Belirdi birden iri bir hayvanla
Sular coştular
Belki berrak bir pınar
Beyaz bir yengeçle birlikte
Karışırordu yüzeydeki sulara.
Şiiratı, Yaz Kitabı 2004
//TİRAN HANIMELİ
Sevildiğin yağmurlu
topraklarda
konukların yeşil yapraklar
kanayan
bir kuyuyu örtmekte
su
sayısız siyaha karışmış
taçlanmış
istekle sakin akan ark
zaman
eğilmiş
sarkmış güneş
bir sarı bir siyah
çarpışmakta
senin topraklannda
şölendir belki gün
belki
çözülen düğümlerin
asırlık kokusu
bedeninden
bilinçsizce atılmış bir düğüm
yanlış
kullanılmış bir ruh
inerken
kütükler bahçesinden
hatırla
ey sevgili geceyi
kanlı bir sağanakla
bir zamanlar kolsuz olduğumu
II
Kıtlık başladı
Birkaç gelincik dağa yaslandı
Kör uçuşunu sürdüren ay
Sfenksle buluştu
Dolunayda ayak bastığımız yer
Müphem bir beyazla kaplı
Şiir Ülkesi, Ocak 2004 sayı 19
//GÖRME UÇUŞU
Hâlâ aranızda yatıyorum umarsız ölü olsanız bile
yeşillikler doluyor ağzıma, denizin ünlü tıkaçlar
kitara sesleri başlıyor
gece derin nefesini salıyor koynundan
o büyük taş bir türlü kımıldamıyor
yalnızlık yeni bedenim
galaksi tozlarıyla yaralarımızın üstüne gül bastırıyoruz
hâlâ buradayım evet doğumum gibi çıplak
çırılçıplak
kirli gezegenler değiyor tenime aç bir balık durgunluk serpiyor
aranızda uyuyorum yine de, o kokular aleminde gece ürküsüyle
sizin çoğalmanızı izliyorum gizlice
rahmin uzay boşluğu
bir bebek bir ruh vadisi
görülmeyen daireyi biliyorum
bir gölge iniyor bakışlarıma, gelip şaraplı ağzımdan öpeceksin
birden olacak mı bu, gözlerimi armağan edeceğim sana, birden orman
alev alacak ve oradan korkak dumanlar yükselecek, ipek sıcak
ağırca, yalnızlığın geometrisi ölçülecek bir ara ve HİÇBİR ŞEY
EVET HİÇ...
bir baygınlık çıkıyor ortaya seninle benim aramda, baykuşun gelip
şaraplı dudaklarıma dokunuyor, her çenber
sizin matematiğinizi hatırlıyor
babam bebek oluyor
annem de ölüyken
bile ölü bebek
bense ne bebek ne ölü
aykırı zamandan bir uyarı
hâlâ yatıyorum koynunuzda
ketenler içinde biri yürüyor patikada yoksa bir ölü mü o!
bay Aras bu, taş toplamaktan geliyor
demin kıyıya vuran dalgalara soru soran bay Aras
oysa ben hâlâ koynunuzdayım, kimse sezmiyor bunu
deniz dibindeymiş gibi hayvanlar
gökyüzündeymiş gibi bulutlar asit yağışlar
zamansız bir ölçeği, takvimsiz, saatsiz bir yerin, işaretsiz
vadinin kırık kum saatinin
boşluğun evet boşluğun
tüylü meyvalarıyla altüst...
//EY, GÖZLERİ DÜŞ RENGİ
Ne söylersen onu yapıyorum elimde değil verdiğin güle
dokunmamak
gözlerin neredeyse bedenim orada oluşuyor yeniden
rüzgârların eğilip kulağıma fısıldadıkları oluyor söylediklerin
dilim tutuluyor sanki buruk bir yemiş tatmışçasına
sessiz bir başına yokolarak yeniden yaşıyorum yanında
hiçliğin tadına bakıyorum
varlığını biraz biraz duydukça
bedenim bedenine kapanıyor yavaşça
sırtında büyük sırmalı bir harmaniyle karşılıyorsun beni
bir bulut gelir hani kanatları yağmur rengidir
uzun yol yorgunudur sonra başka türlü
bir yüzdür gökyüzü
onu yaşıyorum yanında
kış sabahının açmış tüm çiçekleri elinde
elimde değil senin yanında ırmakların sesini dinlememek
birden bire allak bullak oluyorum gelişinle
kollarımdan uç veren zeytin dalları
ipek bir sedire yatırıyorum duygularımı
seni ey yağmur kaçkını
sabah yeli tadı
sen güneşin ışıkdamlası ayışığı dansı
sen geceyarısı beyazı
kasırgada deniz denli tutkunu olduğum sen
yemişlerin zehir tadı
evrenim tuzum dağyelim
yaşamım
ve yanıbaşımda soluk alıp veren deniz gibi sen.
//GÜL SAĞANAK VE PARAMETRE
Asi tuz oynak katran
Ilık çağrısı kireçtaşının
Hava girdapları
Göz göz açılmış toprakta
Madenlerin kükreyişi göğe karşı
Bir tutam saç
Senden
Altınsı
Göğüste kutsalla yanan
Gece buluştuğumuz evren alev alev
Dış dünya kesilen yeşil bir damla
Hava koridorlarında
Bile
Bir hüküm bir kıyamet
Bedenin batı yönünde
Kan ve kanın gizemleriyle
Çoğalmakta yine de
Gül sağanak ve parametre.
Başka, Sayı: 10
//HAZZIN UYUKLAYIŞI
içi özlemle sarsılırken genç gövdelere
bütün ruhlarının adına yapıyorsun bunu
gelgitleri gibi suyun
binlerce yosun sarmalında
taşlar tutuşunca uyuklayan kayalıklar için
ki çılgın ay vururken yüzüne, mermer sütuna, değişen kıra
durmadan durmadan değişen kıra
unutkan toprak bu ayışığından kalma
beş yıl çoraklıktan sonra yeniden kabaran toprak
yeşeren güneş gibi sabahları
batan güneşle kaybolan otlar gibi geceleri
topraktan üzümün şarabın kan gibi fışkırması bu
bereketli pullar dönemeci
ey dağların yüksek düşleri, kayalık zehirleri uzam ölüleri
//DALGALAR
Bu sabah salkım söğütler sallanacak yine ölüler üstünde
çırpınacak öylece uzak kıyılarda
esecek ses veren yüreğinin üstünden doğru rüzgârı
geçenlerde anlatmıştır bozkırın acımasızlığı
insanoğlunun suçlu yürüyüşünü kutsal dağa
hani canım hatırlasana, şimdi oturduğun yerde eskiden
bir tahtın bulunduğunu
ışıklı bir kapıdan
kanatlanmış ayaklarınla
geçmiştik birlikte
gelirler
öperler seni, yağmur saçlı sicim saçlı ruhlar
tanıdık onlar, geçen gün aynı ağaçların arasından
geçmiştiniz
yollarınız ayrıydı ama herşey kızılrengi, duman, yeşil
kırık bir horoskop'tan
yitirilmiş denizler aşkına
böyle olabilirdi ancak
iniltiler hummalar yağmurlar
besleyici asitler
kedi gözleri aydan düşen ay parçaları
suskunluklar dağı ovanın kitapsı yıldızları
hepsi teninde tutuştu, gövdeni sakladığın yerde tutuştu.
//BİR GÜN IŞIĞI
Artık yok bana izin bu sabah
göremiyorum ışıklar nerede ben nasıl kayıp bir denizde
titrek yıldızların ölü çekiminde
toz atmosferinin yeşil akışında
yıkımın sırsız bir aynadaki duruşuna
gövdemin hiçe sayılmasına
ki ürpererek görüyorum bir ırmak dinleniyor artık
gövdemde
ve et kan can olarak anlaşılmanın acısına
yok bana dirilip yerden kalkmak
ellerimi sizin bakırçalması yüzünüze uzatıp kirletip
o bile yok tarih bile yok yaşam defterlerimde
yok diyorum size
yağmurun bırakıp gittiği gölcüklerde var yaşamımda
görülmemiş fırtınaların açtığı o büyük boşluklar var ki
duruyorum
ellerimden kurumuş nergisler düşerken toprağa
duruyorum o benim tarihimi yapan büyük derin boşluğun önünde
yakutumsu kurtlar ki oynaşıyorlar dibinde
melekler kızlarına ninniler söylüyor
o sedef o çiğden o ince kızlarına
göklerden serinliği
otlardan çiğleri
yeşil dereden alıyorum gizi
o büyük boşluğun beni sürükleyen gövdemi parçalayan boşluğun
önünde
duruyorum şimdi
mercanlı karanlık durmadan çekiyor beni
dilim tutuk bir ayağım aksak söz çıkmıyor ağzımdan
yağmurun insanı arkadan vurmasına
su hancerine
alev yarasına
boğuntunun izine
yanığın akan gülüne
çıplak gövdeme tenime bir gün ışığı
ve çarpıp geri dönüyor ışık tenimden çıplak gövdemden
siz
görmüştünüz hani
ki tutsaklık bitmeli artık
ve kendini kemiren yürek ve tüm isteği gömen
kendimi yok eden o büyük boşluğun önünde
ah neler görüyorum titrerdi yüreğiniz
yok artık ruhumun kırgın olduğu yerlerde dolaşmak
yok diyorum şurada bir defalık
hırpalayan rüzgarların estiği karakayalığın alnında parlayan maden
kabuksu maden
yoksa benim size vermeye göğsünüze takmaya çalıştığım şey mi
sıvı istekler
su cinlerinin iniltisi
işte hepsi birden sarıyor beni
neden sıvı kayalık durup duruken eriyor ve
parıltısını saçan o maden
bitkimsi öz
dayanıp duruyor yaşama suya toprağa rüzgara ve bana
ve savaşıyor amansızca ve su cinlerinin ölüm dansı başlıyor
bende oluşmuş tohumları siz toplamadan
bozmadan derimin gerginliğini
toprağın elmas parıltısını
ey siz dediğim sizler
istemiyorum
artık isteğin de en son sınırını
//GECENİN DÜRTÜLERİ
Nereye vardık hangi kıyılara
yıldızlerın izni gerekti, çıkarmamız için tül giysiyi
sonra dalla kendilerini verdiler
eğri büğrü menekşeler kasrında
vahşi ve hayvaniydi
gece de tanımını çoktan aşmıştı
küçük darbeleri ise ırmak silip süpürüyordu
İki yıl böyle oldu ayışığının bol sarmalıyla beslendik
değişimin duruk gövdesinde ölü menkeseli kız
uzanıp alıyorum ağaçtan olgun inciri
esrarlı bir yarılışla günler boyu
yıldırımların geldiği bölgeye
kararmış günlerden kalan ne...
//GÜZ SÖYLENCELERİ
Nedir bu yüzyıldır karanlık bakışlarını görürüm ayın
başımı çevirip duyarım kokusunu bir güz günü korkulu
sabahın
serinliğini taşır derin duyguların
pınar tadında duru çimen kokan
yaşlı ağaçlarda salınır gizemli ışınları
Omega'nın
nedir bu onulmaz bir yara gibi yüzün
bırakırım artık ne olursa olsun
köprülerin orada
çökmüş toprak mı
yoksa yiten deniz mi içimizde uğuldayan
ağzın mayıs ağzı
kuşkundur gövden, ama
bir zamanlar gülde gözükmüştü tanrı
nice güller böyle gövdenden yaprak dökerken
nedir bu kuşkun kısır toprak
üstünde binbir dansı onaylamayan rüzgar
uçup giden yaz içindir
dokunmayın ayın tenine
yanar parmak uçlarınız, teniniz sonra
nedir bu yüzün uzak yaşam taraçalarında
//SEYYAH
'Hiçbir yere gidiyorum, hiçbir yerden geliyorum süsen
batağına saplanıyor gözüm, çamurlu ok bölüyor seyrediyorum.
Saçlarının fırtınasında bilinen düş çemberinde
kızıl çatıların sahibesiydi, deniz diliyle
unutulmuş bir deniz bitkisini dikiyordu ön bahçeye
ısırganotu pelesenk yırttı geçti ateş koluyla
gece gömüldü... bütün sahiplerin sultanı bir bebeğin
gizil dilini kullandı hep, iki su ayracında
aramızdaki nehir sesimizi gömdü hep
kil taşlarla, öte tabut kendini reddediyordu
ve mezar çekiyordu...
Gece kuşu göğsümdeki gece kuşu
göğüs kafesimde mavi göl düşüyle
köle isteminde, dudak bin kez yaraya dokundu
kubbenin ve tanımsızdan, uyuklayan İbliskız'dan
özgürlük sarkacına, bir o yana bir bu yana
ırmakla ve denizle ve zamanla ve suyla ateşle
yaseminle tunçla ve...
...yine dizlerim toprak düzeyde
düştüm
hayatın önüne...
bir kartalla gizli...
Bebek soyumuzdan bilginç aynalara
gözleniyordum ve gözleniyordum
tutsaktım ve tutsaktım
bırakıldığım yerde
o cevher kuyusunda, karanlığın kollarına vermiştim kendimi
ve yine
şafak şafak şafak
gizil kartalın sonuyla...
bir daire çiziyordu ve bekliyordu, bu yüzden her şey
yeryüzü, suları besliyordu
ince titrek özenilen kadından
iki ayrı safir kanat çıkıyordu...
(hazırlanabilirdim bu kanatları kesmeye ve tüy
bilezik yerine
uzayın çiçeği)
siyahi kuzgun bakışlarını armağan ediyordu
tanıdık bir düş, ancak yabancı parmaklarımızda
yabancı gülle...
ayraç siz miydiniz!
diye soruyordu kızıl çatıların kadını, ayraç, ayraç...
o pek besili zambak, cici kuş
o pek acı suyun tadı dilimde...
düşle beslenmiş ağaç
bu kez düş sizi bırakıyordu
Yalnızca ırmağın taşlarına takıldı uzun saçlarım
ah uzun saçlarım benim
yalnızca gömütteki yıldızla eş
yeşildi dünya
işte o kadar yetiyordu ve biliyordu ayraç yıldız
ve yıldız
tabutuna çekiliyordu...
//EKİN ACISI
Akşamüstü ekin acısı mı bu
yoksa sarışın buğdayın iç çekişi mi
suların artık unutması mı toprağı
Nedir bu ağaç yalnız ürperen öyle
ayışığına hazırlanırken dallarını
Nedir bu acı sinen bu kalabalık otlara
sari yüreğe
ki ateş ülkesidir orası
kızıl tandan daha da aşk küskünü
Nedir bu köklerde sızlanmalar
acıyı yağdıran
durgun sümbül yüzler
kimdi ay bahçesinde tek başına dans eden
kim kırıyor dalları
Biliyorum dağılıp gidecek her şey
polenler gibi uçuşacak ruhlar
Antares'in ruhu uçacak
nergis parçalanacak ay gölünde
//ADSIZ
Ağaran yıldız gökle
Kızıl yer arasında
Ateşe yürürdüm
Asmak için ruhumu
Kendimi beklerdim
Hep
Arık yargı
Dövme inciyle
İnerdi gövdemden
Göğün yargıcı
Göğüs uçlarıma
Tutunan
Ak yağmur
Çünkü senin
Bu toprağın incisine
Bir aldırışsızlığın vardı Nesneler elinde geri gelir
Gözbebeklerin
Suyu küçümserdi
Çünkü sen
Kalbinde parlak bir maden taşırdın
Sırtındaki gümüş çıkıntı
Yüreğindeki madeni uyarırdı
Sen hep kendine giderdin
Giderdin
Giderdin
Yakılmayı bekleyerek
Ilık saçlarına zümrüt
Dokunana dek
Gözbebeklerine giderdin
Giderdin...
Sevgi ve saygıyla...
Yorum Bırakın