Yirmi Beş Yıl Sonrasına Kalan İçli Bir Türkü: Âşıklar Bayramı

Yirmi Beş Yıl Sonrasına Kalan İçli Bir Türkü: Âşıklar Bayramı
  • 3
    0
    0
    1
  • Âşıklar Bayramı, Kemal Varol’un yazıp Özcan Alper’in yönettiği başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanrıöğen’in oynadığı filmden daha fazlası. Belki de bu film sadece Yusuf ve babası Heves Ali’yi değil, bütün babasız hikâyeleri ve hesaplaşmaları olan insanların dram öyküsüdür. Romanı okuduktan sonra filmi olsa ne güzel olur demiştir herkes, ya da birçoğu. Filmi izlerken hep romanda Yusuf’un on beş yıl öncesinde terk ettiği Aylın’ı yeniden bulup hayatına dahil etmesini o sırada onun için yazdığı eşsiz mektupları okumayı diledim. Sanki filmin kurgusuna bu dahil edilse oradaki baba-oğul hesaplaşmasına bilemiyorum belki de hesaplaşamamasına pek odaklanamayacaktık ama şunu söylemeliyim ki Yusuf’un tutkulu gençlik aşkını izlemek bize iyi gelebilirdi. Filmden bağımsız kitapta yazan aşk mektupları bu açıdan romanı unutulmaz kılıyor. Geçmişte kalan birilerinin hayatına tekrardan sızmak gibi bir heyecanı tatmak neden güzel olmasın ki? Şu an bu yazıyı yazarken Heves Ali’nin oğlu Yusuf’a bıraktığı kasetinde çalan “Sultan suyu gibi çağlayıp akma, durulur, gam yeme divane gönül” türküsü çalıyor. Aşıklar Bayramı’nın neden içli bir türkü olduğu Yusuf’un babasına dokunamamasında, onu yirmi beş sene hiç aramamasında saklıdır. Babasının bir gece çat kapı gelmiş olması, Yusuf’un babasız geçen yarı ömrüne rağmen babasına olan merhametli dolu davranışları oldukça etkileyicidir. Babasının bir gün kalıp ertesi gün Arkanya’ya gideceğini öğrendiğinde “ee kal bir gün daha ne acelen var?” cümlesi sanki her şeyi affetmiş de babasıyla hasret gidermek isteyen çocuğun heyecanı gibi aniden söylenen bir cümle olmuştur. Babanın sağlığı için endişelenip onun en iyi şekilde tedavi görmesini istemesi belki de yıllar sonra onu bulmuşken birlikte az da olsa yaşama isteğinden kaynaklanır. Yusuf’un babasına hesap soramadığı ve her sormak istediğinde ise öfkeden sadece arabayı terk etmesi babanın zayıf, oğulun ise ne kadar çaresiz olduğunu gösterir. Yusuf babasını bırakamaz. Ondan son isteği olan Aşıklar Bayramı’nın yapıldığı yer olan Kars’a gitmek için birlikte yolculuk yaparlar. İkisi de üzgün, çaresiz ve kimsesizdir. Yusuf, babasını hamamda yıkatır, ona yeni kıyafetler alır, karnını doyurur ama babasının onu neden terk ettiği hakkında birkaç düzgün cümle bile duyamaz. Yol boyunca ikisi de huzursuzudur. Filmi izlerken Yusuf duygularını ve akıttığı gözyaşlarını öylesine yoğun seyirciye geçirmeyi başarır ki dudaklarının her titrediği sahnede içimden kimse “Yusuf’un yerinde olmak istemez” cümlesi çıkar. Gitmek ve kalmak arasında git geller yaşayan Yusuf babasının bavulunda beyaz bir kefen görünce anlar babasının gerçekten öleceğini. Yirmi beş sene sonra baba ölümün kıyısındayken ona kavuşmak hiç kolay değildir. Babasıyla küçükken çektikleri fotoğraf aslında Yusuf’un babasıyla hafızasında kalan tek anıdır. Bu son bir araya gelişlerinde Yusuf elinde kamerasıyla dağı taşı bayırı çekerken babasına “bir fotoğrafımız olsun” der ve fotoğraf çektirirler. Babayı içinde ve anılarında yaşatmak isteyen Yusuf babayla tekrardan bir araya gelmeye çok hazırdır. Yarım hikâyeleri tamamlamayı kim istemez? Hele de yürekte kapanmaz bir yaraysa… Yusuf fotoğrafta hafif tebessüm ederken, baba ağlamamak için kendisini zor tutmaktadır. Seneler önce çektikleri fotoğrafta ise Yusuf kızgınken baba tebessüm eder. Kader onları farklı zaman dilimlerinde bir fotoğraf karesinde bir araya getirir ve o fotoğraf senelerce babasının şapkasının içinde saklanır. Filmin bazı sahnelerinde içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim ve şunu dedim eğer bir yerlerde bir şeyler eksikse hayata hep 1-0 geride başlamış oluyorsunuz. Yusuf kendisini mesleğine adamış ve Elazığ’da hemşire kızla bir gecelik kaçamakta dahi rahat edememiştir. Yusuf’u film boyunca arayan Yıldız isminden başka bir şey bilmeyiz. Belki de Yıldız’ı da romanda terk ettiği Aylın gibi habersiz terk edip gitmiştir. Filmdeki bazı türküleri uzun uzun dinlemek isterdim, Yusuf ve Heves Ali’nin uzun uzun konuşmasını dilerdim ama bazı şeyler belki de yarım olmak ve yarım kalmak için vardır. Romanda okurken etkilendiğim çoğu sahneyi filmde göremesem de bence iyi bir film olmuş. Romanı çok sevince filme olan beklentim çok büyüktü ama bu haliyle de beni etkilemeyi hatta yer yer ağlatmayı başardı. Biz Kıvanç Tatlıtuğ’u çok yerinde seviyoruz ona avukat olmak, sinemanın Yusuf’larından biri olmak çok yakışmış. Settar Tanrıöğen ise babanın her tipine (zalim, pişman ve fedakâr) kolaylıkla uyum sağlayan bir oyuncu olduğundan âşık olmak ise bambaşka yakışmış. Özcan Alper’in “Sonbahar”dan sonra hafızamıza bu filmle de kazınacak olması beni sevindiriyor. Kalbinde bir çizikle gezmek isteyenlerin olsun bu film. Babalar konuşurken ama çoğu kez de susarken sevilir, bunu babamdan biliyorum.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.