Türk Edebiyatı’nın en önemli şairlerinden birisi olan Abdürrahim Karakoç, dört kuşaktır süregelen aile geleneğini devam ettirip küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlar. Babası şairliğin yanı sıra çiftçilikle de uğraştığı için Karakoç şiirlerinde Anadolu halkının yaşadığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları sıklıkla işler. Haksızlık karşısında hiçbir zaman sessiz kalmayacağına dair pek çok eser verir. Genel itibari ile hayatı hep bir keşmekeşin içinde geçtiği için daha çok mücadele şiirleriyle ön plana çıkar ve 27 Mayıs darbesi ile alakalı kaleme aldığı sert dizeleri nedeniyle hakkında onlarca dava açılır. Ancak o, yanına herhangi bir avukat almaksızın kendi kendini başarılı bir şekilde savunarak üzerine atılı bütün suçlardan beraat eder.
İlkokul mezunu olmasına rağmen edebiyatla bağını hiç koparmaz. Durmaksızın okur ve ilk şiir kitabı olan “Hasan’a Mektuplar”ı 1964 yılında yayımladıktan sonra şöhreti iyiden iyiye artar. Sonraki süreçte ise 100’ün üzerinde şiiri ünlü sanatçılar tarafından bestelenir. Bu sanatçılardan bazıları: İbrahim Tatlıses, Musa Eroğlu, Cem Adrian, Selda Bağcan, Manga, Haluk Levent ve Azerin’dir.
Hem gazeteci, hem siyasetçi, hem de değerli bir fikir adamı olan usta şair; kalbine söz geçiremeyip hislerine yenik düşen her insan gibi bir gün aşka tutulur. Lambadaki alevi üşüten, yar deyince kalemi elden düşüren bu kara sevdanın mahlası Mihriban’dır. Abdürrahim Karakoç ve Mihriban aylarca mektuplaşırlar. Fakat birbirlerine delicesine aşık olmalarına rağmen asla kavuşamazlar. Bitmesi gerekirken git gide daha da büyüyen bu derin sevgi, Karakoç’a işte o meşhur “Mihriban” şiirini yazdırır. Lakin bu bir takma isimdir. Sevdiği kızın gerçek adını ve gerçek hikâyesini Karakoç’tan başka hiç kimse bilmez. Şairin en büyük sırrı olur Mihriban. Öyle bir iki günlük değil ömürlük bir yürek yangınıdır bu. Bitmez, gitmez, silinmez. Üzerinden yıllar geçse dahi derin bir nefes almadan veya birkaç dakika uzaklara dalmadan anlatılamaz.
1960 yılında yazılan “Mihriban” şiiri Musa Eroğlu’nun yaptığı besteyle (2000) beraber daha geniş kitlelere ulaşınca, Abdürrahim Karakoç’a her gittiği yerde aynı soru sorulmaya başlar: “Kimdir bu Mihriban?” Bir röportajında konuyla alakalı şöyle bir cevap verir ünlü şair:
“Bana bunu çok soruyorlar: “Var mıydı böyle birisi?” diye. Masa başında öyle bir sevgiliye, hayali bir sevgiliye bu şiir yazılamaz. Yazılsa bile böyle olmaz. Elbette böyle biri vardı. “Kimdi? diyorlar. Hikâyesini anlat.” İşte ben onu anlatamam. O şifreli kalmıştır, öyle kalması daha iyi olmuştur. Gençliğimizde dürüstçe, Türkçe, Müslümanca yaşanan bir sevdadır bu ama olmamıştır. Hayatta mı değil mi bilmiyorum… Mihriban isminin kendine söylendiğini bir tek o bilir, başkası değil.”
Abdürrahim Karakoç başka bir röportajında yine bütün ısrarlara rağmen gönlünün kapısını aralamayı reddederek sırrından ve şiirinden şu şekilde bahseder:
“O gün yazılmıştır ama ondan sonra yazılması da mümkün olmayan bir şiirdir. Mevsimlere göre yağmurun karın olduğu bir dönemde yazılmıştır, kısmet öyle olmuştur, onları yazmışımdır... O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazardım. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı, ‘Lambadaki alev üşüyor’ dizesi de öyle çıktı… Herkesin bir Mihriban’ı vardır. Mihriban’ı olmayan kimse yoktur bu hayatta.”
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban!
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!
Tabiplerde ilaç olmaz yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!
Abdürrahim Karakoç’un kendi anlatımına göre Mihriban bir mektubunda; “Unutmak kolay değil” der. Bunun üzerine usta şair “Unutursun Mihriban’ım…” adında ikinci bir şiir yazar:
“Unutmak kolay mı? ” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep…
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
Sevdası dillere pelesenk olan Abdürrahim Karakoç 1965 yılında Pakize Karakoç ile evlenip 3 çocuk sahibi olur. Fakat yıllar sonra kendisine tekrar Mihriban sorulduğunda aynı bakış ve aynı iç çekiş eşliğinde şu cevabı verir: “Bazen aklıma düşüyor. Ben ‘unutursun’ diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor.”
Usta şair 2012’de, eşi Pakize hanım 2018’de aramızdan ayrılır. Mihriban’la ilgili ise hala daha net bir bilgi veya iz yoktur.
Hikaye çok güzel ama karısına üzülmeden edemedim. Bu aşkı yaşasaydı belki de bu kadar aklı kalmayacaktı. Ama yaşanmayan her şey gibi bu da bir acı olup girmiş aralarına