İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması, Cinema dergisinde bir araya gelmiş bir grup sinema eleştirmeni tarafından yaratılan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir akımdır. Savaş sonrasında, toplumların sorunlarına, alt sınıf ile üst sınıf arasındaki farklılıklara ve özellikle toplumun gerçeklerine değinen bir sinemadır. Bu akım ilk olarak Roberto Rosselli'nin Roma filmiyle görülmüştür. Nazi işgali altındaki Roma’da bir grup insanın yeni kimlik arayışını konu edinir. Bu akım gerçekliği kabul eder. Gerçek konu, gerçek olay, gerçek kişiler ve gerçek sorunlar işlenir.
Cesare Zavattini de işte bu yeni akımın önemli filmcilerindendir. “Some Idea’s of the Cinema” isimli yazısı, İtalyan Yeni Gerçekçi sinemasının bir manifestosudur. Bu yazı kısaca akımın özelliklerinden bahseder. Bir filmin gerçek bir şeyi anlatması gerektiğinden, filmlerdeki mekanların ve zamanın film gerçeğine göre değil; gerçek zamanlı ilerlemesi gerektiğinden, gişe amaçlı gereksiz filmlerin sinemayı ziyadesiyle öldürdüğünden bahseder. Öyleki bu akımdaki filmler genellikle, bir günü, bir kaç saati veya küçük bir zaman aralığını anlatır. Bu da seyirciyi olayın içinde tutmak hatta olayı yaşaması adına oldukça makul bir yoldur. Şatafatlı kostümler, üst düzey görseller yerine bir kostüm veya görsel nasıl olması gerekiyorsa öyle koyulur filme. Bu akımla ilgili, ilgimi çeken sinema tekniği ise dublajdır. Bu kadar gerçek üzerine yaratılmış bu akımda filmler diyalogsuz veya monologuz çekilir ve sonra kurgu kısmında diyaloglar veya monologlar eklenir. Bunun nedeni ise, yönetmenlerin arka seslerin gerçek olarak kalmasını istemeleridir.
Yeni Gerçekçi Sinema’da benim katılmadığım iki nokta var. Birincisi, Cesare Zavattini, profesyonel oyunculuk yerine olayın anlatıldığı yöreden insanların filmde oynaması gerektiğine, bu sayede gerçekliğe daha fazla yakınlaşılacağına inanmasıdır. Ve profesyonel olmayan çok fazla insan oynatmıştır filmlerinde. Bu noktaya şu sebeple katılmıyorum; Benim fikrimce oyuncu, bir eserin estetik tavrını gösteren en önemli aksiyondur ve her eser (ister film, tiyatro, dans; ister heykel, resim olsun) estetik olma kaygısı taşımak zorundadır. Profesyonel ve eğitimli, iyi bir oyuncu gerçekliği filme çok iyi verebilir. Katılmadığım ikinci nokta ise; Cesare Zavattini, filmlerde lehçe kullanımının doğru dil kullanılmasından daha önemli olduğunu söylüyor. Gerekirse çok düzgün bir dille yazılmış bir senaryonun bile lehçe ile değiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. Bu benim fikrime göre, önce Shakespeare'a sonra da gerçeğe bir saygısızlıktır. Tabiki lehçe, ağız, şive bölgesel her türlü senaryoda kullanılmalıdır fakat her senaryoda, gerçeğe uygun olsun diye lehçe kullanılması anlaşılması çok zor bir durumdur. Bunlar haricinde toplumsal sorunlara dikkat çekmek amaçlı her türlü teknik değişikliğe katılıyorum.
Şimdi ise İtalyan Neorealist Sinemasının en iyi filmi olan Bicycle Thieves (Bisiklet Hırsızları) filmine değinelim. Film gerek yapım tekniği, gerekse de sinema estetiği açısından Yeni Gerçekçilik akımının simgesi olarak kabul edilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Roma şehrinin, işçi kısmına; onların umuduna, utancına, yitirilişlerine değinmiştir film. Uzun bir süredir işsiz olan Antonio Ricci bir iş bulur. Bu iş için bir bisiklet almak zorunda kalır fakat parası olmadığı için evindeki eşyalarını satar ve bisikleti alır. İşini yaptığı sırada ise bisikleti çalınır ve olaylar başlar. Yalnızca iki günü anlatan bu filmin konusuna daha fazla değinmeyeceğim, spoiler olmasın. Fakat şunu diyebilirim ki filmin ana fikri, “iyi insan hak yemeyi beceremez.” sözüdür. Kostüm seçimleri, diyalog kalitesi, kamera açıları, enstantane seçimleri, senaryo kalitesi ve sert finaliyle özellikle gözlemlenerek izlenmesi gereken bir filmdir.
Gerçekçi Günler.
Yorum Bırakın