İstanbul Hipodromu, Bizans İmparatoru Septimus Severus tarafından M.S. 196 yılında yaptırılmaya başlanıp 203 yılına gelindiğinde tamamlanmıştır. Ancak hipodromun en görkemli zamanları ünlü imparator Büyük Constantinos’un dönemine denk gelmiş, yapıyı genişleten Constantinos; burayı süsleyebilmek için büyük bir çaba sarf ederek dünyanın dört bir yanından eserler getirtmiştir. Bu eserler arasında; bronz Herakles heykeli, vahşi at heykeli, aslanla mücadele eden adam heykeli, araba yarışı heykeli ve katır ile sürücü heykeli bulunur.
Hipodrom kelimesi Grekçe’de “at yolu” manasına gelmektedir. Bu nedenle yapı devasa bir at nalı şeklinde, 480 metre uzunluğunda, 117 metre genişliğinde ve yaklaşık 100 bin kişilik seyirci alabilecek kapasitede inşa edilmiştir. Dönemin Bizans vatandaşları burada gerçekleşen etkinliklerle sosyalleşip imparatorlukla samimi bir bağ kurmuşlardır.
Hipodromda kimi zaman imparatorlar halka seslenmiş, kimi zaman kıran kırana geçen at yarışları düzenlenmiş, kimi zaman akrobasi gösterileri tertip edilmiş, kimi zaman da vahşi hayvan mücadeleleri sergilenmiştir. Herhangi bir kaza yaşanmaması adına hipodromun orta alanı ile seyircilerin oturduğu kısmın arasına büyük çukurlar kazılmıştır. Burada amaç öfkeli hayvanların birdenbire tribünlere girerek insanlara saldırmasını önlemektir.
Halk bu gösterilere öylesine önem vermiştir ki birkaç gün öncesinden yerini sağlama alabilmek için hipodroma gelip burada uyuyanlar bile olmuştur. Seyircilerin oturma düzeni sınıflara göre belirlenmiştir. En ön sırada hukuk görevlileri, bir arka sırada senatörler, bir arka sırada atlılar, en arka sırada ise Plebler ve köleler oturmuştur. Arabalı at yarışlarında genellikle dört atlıya yer verilmiş, bu at arabalarını kullanan yarışmacılar giydikleri renkli kostümler sayesinde birbirinden ayrılmışlardır. Renkler; toprağı simgeleyen yeşil, ateşi simgeleyen kırmızı, denizi simgeleyen mavi ve havayı simgeleyen beyaz olarak tercih edilmiştir. Atlılar bazen önemli yöneticilerin çocuklarından seçilirken bazen de kölelerden seçilmiştir. Yarışı kazanan kölelere özgürlük hakkı tanınmıştır.
Tarihi hipodrom eğlenceli aktivitelere sahne olduğu gibi ayaklanmalara da ev sahipliği yapmıştır. Hatta M.S. 532 yılında gerçekleşen ünlü Nika ayaklanması, yaklaşık 30 bin isyancının burada idam edilmesiyle birlikte son bulmuştur.
İstanbul Hipodromu ne yazık ki 1204 yılında gerçekleşen IV. Haçlı Seferi sırasında Latinler tarafından ciddi manada tarumar edilerek yağmalanmıştır. Büyük Constantinos’un getirttiği nadide eserlerin bir kısmı başka yerlere kaçırılmış, bir kısmı satılmış, bir kısmı da eritilip savaş aletine dönüştürülmüştür. Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde hipodrom o eski güzel ve şatafatlı günlerinden fersah fersah uzaktadır. Hatta dört bir yanı otlarla kaplanmış, kimsesiz insanların sığınağı olan bir viraneye dönüşmüştür. Osmanlı Devleti bu bölgeye “at meydanı” adını vermiştir. Zamanla tıpkı Bizans dönemindeki gibi bir isyan merkezi haline gelen at meydanı, sık sık yeniçeri ayaklanmalarının gerçekleştiği bir alan olmuştur. Koca koca yemek kazanlarını burada devirerek devlete başkaldıran yeniçeriler, “kazan kaldırmak” deyimini işte bu şekilde literatürümüze sokmuşlardır.
Günümüzde “Sultan Ahmet Meydanı” olarak adlandırılan tarihi İstanbul Hipodromu pek çok tartışmaya konu edilmektedir. Bizans’tan kalan en eski yapı olma özelliğini taşıyan bu eşsiz mekân, maalesef ki kaderine terk edilmiş durumdadır. Fakat; Dikilitaş, Burmalı Sütun ve Örme Sütun hala daha ayakta durmaktadır.
Dikilitaş; M.S. 4. yüzyılda Mısır’dan getirtilmiştir. İmparator Theodosius döneminde hipodromun tam ortasına yerleştirildiği için bazı kaynaklarda bu eserin ismi “Theodosius Sütunu” olarak geçmektedir. Hiyeroglif tasvirlerin yanı sıra taşın kuzeybatı yüzünde Grekçe şu yazı mevcuttur:
Yerde serilmiş yatan bu dört yüzlü sütunu,
Sadece İmparator Theodosius kaldırmaya cesaret etti,
Görev verdi Proklos‘a ve bu kocaman sütun,
Otuz iki günde büyük çabayla dikildi.
Güneydoğu yüzünde ise Latin harfleriyle şu cümleler yazmaktadır:
Eskiden güçtü dingin efendilere boyun eğmek,
Emredildi, yıkıcı tiranlara üstün gelmek,
Her şey Theodosius‘un önünde eğilir ve onun ebedi soyunun;
Böylece otuz üç günde yenildi sütun
Ve Vali Proclos tarafından göklere yükseltildi.
(Bir tarafta sütunun otuz iki günde dikildiği belirtilirken diğer tarafta otuz üç günde dikildiğinden bahsedilmektedir.)
Günümüze ulaşan bir diğer eser de Burmalı (Yılanlı) Sütun’dur. Yunanistan’ın Delphi kasabasında bulunan Apollon Tapınağı’ndan getirtilmiştir. 31 Yunan şehir devletinin Perslere karşı kazandığı Platea Savaşı’nı (M.Ö.479) simgelediği için bu 31 koloninin isimleri anıtın üzerine kazanmıştır. Orijinali 8 metre uzunluğunda olmasına rağmen bugün yalnızca 5,5 metrelik kısmı ayaktadır.
Hipodromda yer alan diğer anıt ise Örme Sütun’dur. Farklı boyutlardaki taşların örülmesiyle yapılmıştır. İmparator VII. Constantinos tarafından yenilendiği için “VII. Constantinos Sütunu” olarak da bilinmektedir. Yapının Grekçe kitabesinde şu sözler yazılıdır:
"Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken şimdi İmparator Constantinos ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi. Güneydeki Kolossos nasıl Rodos‘un harikası idiyse, dev bronz sütun da buranın harikası olur."
Kaynak:
Nahit Yıldırım, “Constatinopolis Hipodromu”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2013.
Müberra Bülbül, “18. ve 19. Yüzyıl Gravürlerinde İstanbul Hipodromu”, Uluslararası İstanbul Baskıresim Etkinlikleri, İstanbul, 2018.
Yorum Bırakın