Cinayet İşleyen Yazarlar

Cinayet İşleyen Yazarlar
  • 9
    0
    0
    0
  • 1)Hans Fallada arkadaşını öldürdü ve karısını vurdu.

    Alman yazar Hans Fallada(gerçek adı Rudolf Wilhelm Friedrich Ditzen) Remarque ve Brecht ile birlikte 1920’lerde Almanya’nın öne çıkan isimlerinden biriydi. Ditzen, birkaç kere intihara kalkışsa da eylemi başarıya ulaşamadı. Ve bu girişimlerin başarıya ulaşamamasıyla birlikte kendisine karşı duyduğu öfke arttı. Artık sadece kendisine değil, başkalarına da zarar vereceği uç düşüncelere daldı. O düşüncelerden biri de kendi gibi intihar etmek isteyen bir arkadaşıyla düello yapma konusunda anlaşmasıydı. Plana göre düello yapacaklar ve böylece ikisi de birbirini vurarak amaçlarına ulaşacaklardı. Ama işler planlandığı gibi yürümedi. Ditzen arkadaşını vurmuştu ancak arkadaşının kurşunu onu ıskalamıştı. Sonuç olarak beklediği gibi ölememekle beraber, bir de katil oldu. Arkadaşının kurşununun ıskaladığını fark ettiği anda tabancayı şakağına dayayarak tetiğe bastı ancak bu yara da onu öldürmedi. Cinayetten tutuklandı. 

    Yargılandığı mahkemece akıl sağlığının yerinde olmadığı gerekçesiyle hapis cezası almadı fakat zorunlu tedavi olması kararıyla psikiyatri kliniğine yatırıldı. Bir süre tedavi gördükten sonra klinikten taburcu oldu. İronik olarak cinayetten olmasa da, daha sonrasında uyuşturucu parası için yaptığı birkaç hırsızlıktan dolayı hapis yattı. Zamanla uyuşturucu bağımlılığını kontrol altına almayı nispeten başardı. Başarılı bir gazetecilik kariyerine başladı. Kendisine Hans Fallada takma adını seçti. Hans ismini, Grimm Kardeşler’in Şanslı Hans adlı hikâyesinden, Fallada’yı ise yine Grimm Kardeşler’in Kaz Çobanı Prenses adlı hikâyesindeki attan aldı. 

    Bir süre sonra evlendi. Ancak baskıladığını sandığı eski duyguları arka arkaya birkaç çocuğunu kaybetmesiyle ve nazileri iktidara taşıyacak zeminin ülkede oluşmaya başlamasıyla tekrar ortaya çıktı. Savaşın patlak vermesiyle uyuşturucu kullanımını yine artırdı ve buna ek olarak bir de içki içmeye başladı. Karısıyla sürekli kavga ediyor, hatta uyuşturucu ya da içki etkisi altındayken bu kavga komşularına kadar taşıyordu. Savaşın tam ortasında, 1943 yılında karısı ona boşanmak istediğini belirttiğinde karısını vurdu. Geçmişini tekrar yaşadı ve kendisini yine hapishane yerine psikiyatri kliniğinde buldu. En ünlü kitabı Herkes Yalnız Ölür’ü de psikiyatri kliniğinde yatarken yazdı. 

     

    2)Mary Lamb annesini bıçaklayarak öldürdü

    Erkek kardeşi Charles ile ünlü Shakespeare'den Öyküler kitabını birlikte yazdılar ve popüler şairler William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’in de dâhil olduğu etkili bir edebiyat topluluğu kurdular. 

    Bundan öncesinde ise Mary Lamb’ın omuzlarına inen alzheimer olan yaşlı babasına bakmasının yükü, kronik ağrılarından muzdarip annesinin de günden güne yerinden kalkamaz hâle gelmeye başlamasıyla daha da ağırlaştı. Bir de buna ek olarak felç geçiren kardeşi John’a da o bakıyordu. Terzilik yapıyor ve daha çok para kazanabilmek için başka bir hastaya da bakıcılık yapıyordu. Tüm bunların getirdiği bunalım sonucunda 1796 yılında bir gün evde çıkan küçük bir tartışmanın büyümesiyle tüm ailenin gözü önünde annesini göğsünden bıçaklayarak öldürdü. 

    Fallada örneğindeki gibi Mary Lamb da mahkeme tarafından akıl sağlığını kaybetmiş olarak değerlendirildi ve altı aylık bir tedaviye gönderildi. Tedaviden sonra kardeşi Charles, onun Londra’ya geri dönmesini sağladı. Bu noktadan sonra Charles ile birbirlerine hiç evlenmeme sözü verdiler ve ölene kadar birlikte yaşama kararı aldılar. Mary, zaman zaman psikiyatrik tedavi görmeye devam etti ancak bu yazmasına hiç engel olmadı. 

    1806’da yazar William Godwin(yazar Mary Shelley’in babası) tarafından desteklenerek Shakespeare for Children’ı yazdılar. Bu da onlara ün ve yüksek maddi kazanç getirdi. Kitap sadece yaşamları boyunca dokuz kez basıldı. Mary Lamb’in ölümünden sonra onu yakından tanıyanlar tarafından oluşturulan biyografisinde hayatı boyunca annesinin öldürmenin pişmanlığını taşıdığı belirtildi.  

     

    3)Henri Charriere cinayetten hapis yattı ve bu onu ünlü bir yazar yaptı

    1931 yılında Henri Charriere birisini öldürmekten suçlu bulundu ve Fransız Guyanası’ndaki bir hapishanede ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ancak iki yıl sonra Charriere, Louis adında başka bir mahkûmla arkadaş oldu ve onlar, birkaç mahkûmu daha ikna ederek hapishaneden kaçmayı başardılar. Bu kaçma macerası çok sürmedi. Çok fazla uzaklaşamadan yakalandılar ve tekrar hapsedildiler. Birkaç kez daha kaçmayı deneyip de başarısız olduktan sonra ise hücre cezası aldılar. 

    İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle durum daha da karmaşıklaştı, çünkü savaş yasalarına göre hapishaneden kaçma girişiminde bulunanlar öldürülecekti. Charriere yine de pes etmedi. On dört yıl geçirdikten sonra nihayetinde kaçmayı başardı ve Venezuela’ya gelerek burada kendi hayatını kurdu. 

    1969’da Charriere’in otobiyografik romanı Kelebek, Fransa’da bir sansasyon yarattı ve onu ünlü biri hâline getirdi. Hayatı boyunca aslında kimseyi öldürmediği konusunda ısrar etti ve 1970’de kitabın getirdiği popülerliğin zirvesindeyken hükümetten resmi bir af bile aldı. 

    Charriere’in gerçekten birini öldürüp öldürmediği muamma olarak kaldı ancak edebiyat eleştirmeni ve ünlü bir yazar olan Gerard de Villiers, Kelebek’te anlatılan olayların sadece %10’unun gerçek olduğunu ve gerisinin tamamen kurgudan ibaret olduğunu söyledi. Bu Charriere’in sözlerinin güvenilirliği konusunda farklı görüşlere neden oldu.

    Yine de Kelebek romanı hâlâ daha popülerliğini koruyan bir kitaptır. 1973 ve 2017’de olmak üzere iki kere de sinemaya uyarlanmıştır. 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.