Jean-Jacques Rousseau ve Kadınlar

Jean-Jacques Rousseau ve Kadınlar
  • 9
    0
    1
    1
  • Jean-Jacques Rousseau ismi çoğu insanın zihninde büyük yazar ya da büyük düşünür tanımlarının somutlaşmış hâli olarak canlanır. Onun düşünceleri, düşüncelerini sunuş biçimi, konuları ele alması büyük ölçüde erdemlerle doludur. Onun düşünceleri Fransız Devrimi’ne ilham verdi, toplumsal eşitlik fikirlerini geliştirdi, o her zaman insani duyguların değerini zenginliğin, kökenin ve aklın üstünde tuttu. Fakat bununla birlikte feministler genellikle Rousseau’nun kadınlar hakkındaki görüşlerini aşırı cinsiyetçiliğe bir örnek olarak gösterdiler. Bu yazıda Rousseau’nun neyden dolayı suçlandığını anlamaya çalışacağız. 

    Rousseau’nun felsefi düşüncesinin merkezinde fırsat eşitliği ve sosyal adalet arzusu vardır. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine kitabında ‘’doğanın kanunları gereği bütün insanlar eşittir’’ derken, Toplum Sözleşmesi’nde de herkesle bir arada olabilmeye ve birleşmeye rağmen birey, yalnızca kendisine itaat ederse özgür kalabilir diyerek ideal devlet yönetimi biçimini tanımlamaya çalışır. 

     

    Rousseau’nun düşünce yapısını bilenler, bu duygusal yapının neden herhangi bir dünya görüşünden kadınları memnun edemediğini anlamsız bulabilir. Mesela en popüler romanı Julie ya da Yeni Heloise’de cinsiyetçi hiçbir mesaj yoktur. Aksine Rousseau, kızlarını zorla evlendirmeye çalışan babaların zulmünü eleştirmiştir ve günümüz için aşikâr olsa da 18.yüzyıl için gayet ilerici olan, kadınların kiminle evleneceklerine kendilerinin karar vermesi gerektiği fikrini desteklemiştir. 

    Ancak işin rengi 1762’de yayımladığı Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine adlı kitabıyla birlikte biraz değişti. İdeal birey yetiştirme ve eğitim üzerine düşüncelerini sunduğu bu kitapla Rousseau’yu tanıyanlar onun azılı bir kadın düşmanı olduğunu düşünmeye başladılar. Önceki kitaplarını okumuş olanlar için ise bu kitabı normal olarak kafa karışıklığı yarattı. 

    ‘’Kadınlara çok az özgürlük verilmesi ya da hiç verilmemesi boşuna değil, çünkü özgürlüğü elde ettikten sonra onu kötüye kullanıyorlar. <…> Erkek gibi kusurlu bir yaratığa itaat etmek için yaratılmış, genellikle ahlaksızlıklarla dolu. <…> gençliğinde adaletsizliğe katlanmayı ve kocasının hakaretlerine uysalca katlanmayı öğrenmelidir’’. 

    Bu cümleler Rousseau yapısına göre aslında ironi olarak düşünülmek istense de ironi değil. Erkek ve kız çocuklarının yetiştirilmesinden bahsettiği bu kitapta, tamamen ciddi olarak kız çocuklarını daha farklı bir şekilde eğitmeyi öne sürüyor. Bu farklılıklar arasında onların dikiş, nakış ve ev işleri konusunda yoğunlaşması gerektiği fikri de yatıyor. Sadece kendi eğitim sistemine göre tek bir istisnaya izin veriyor; o da okuma ve yazma öğrenmeleri. Bunu sunarken de okuma ve yazma bilmenin diğer beceriler önünde bir engel oluşturmayacağı fikri ile ilişkilendiriyor. 

    Zayıflık ve pasifliği temel dişil nitelikler olarak adlandırıyor. Kadının bir erkeği memnun etmek için yaratıldığını beyan ediyor. Bir kadının yalnızca kocasına karşı sadık olmasını değil, aynı zamanda bu sadakati kocasının ailesine de göstermesi gerektiğine işaret ediyor. 

    Rousseau’nun bakış açısının kendine münhasır farklarına ve tüm bunları kibar bir üslupla sunmasına, fikirlerinin –özellikle kendi döneminde popüler olmasına ve o dönemin kadınları da dâhil olmak üzere çokça destek görmesine nazaran kadın haklarının öneminin Rousseau’nun satırlarıyla hiçbir alakası olmadığına inananlar onun bu düşüncelerine karşı hayal kırıklığına uğradı. Pek çok kişiye kendi bireysel bağımsızlığı için mücadele fikri veren ve onlara eşitlik hakkında inanç aşılayan birisinin kaleminden bazı akla yatmayan sözleri duymak onlar için acı verici oldu. 

    Birçok tarihçi Frankenstein romanının yazarı Mary Shelley’nin annesi İngiliz yazar Mary Wollstonecraft’ın Rousseau’ya karşı çıkan ilk kişi olduğuna inanıyor ama durum böyle değil. 1790’da İngiltere’deki ilk kadın tarihçi olarak bilinen Catherine Macaulay, Rousseau’nun fikirlerine karşı olarak erkek ve kızların farklı eğitimlerden geçmesinin ve kızların bu farklılıkta erkeklere göre daha az bilgi edinmesi gerektiğinin kabul edilemez bir fikir olduğunu beyan etti. Buna ek olarak Rousseau’ya karşı ironi yaparak kadınların erkeklerden daha az eğitim hakkına sahip olamayacağını çünkü kadınların daha önemli olduğunu ve ‘’daha kusurlu ve ipe sapa gelmez tiranlık rolünü başarıyla yerine getirdikleri için kendilerini düzeltmek adına asıl erkeklerin kadınlara itaat etmesi gerektiğini’’ belirtti. Bu ironiyi bir köşeye bırakıp fikirlerini gerçek boyuta taşıdığında ise de doğa tarafından belirlenen hiçbir entelektüel veya cinsel özelliğin olmadığını, her şeyin kendini yetiştirme tarzına bağlı olduğunu ekledi. 

    Cinsiyetlerin davranışlarındaki farklılıktan kimin sorumlu olduğu konusundaki tartışmalar günümüzde de hâlâ devam ediyor. Bir erkek ve bir kadının ‘’aynı doğal özelliklere’’ sahip olduğunu, iki cinsin de hangi noktaya geleceğini belirleyen tek etkenin eğitim olduğunu Platon da Devlet kitabında dile getirmiştir. 

    Mary Wollstonecraft’a gelince, onun ilk başlarda Rousseau’dan etkilendiği çok açıktı. Bazı tarihçiler Rousseau’nun devrimci fikirlerinin Wollstonecraft’ın yazılarına yansıdığını ve onun kızlar için sunduğu eğitim sistemini kabul edilebilir bulduğunu belirtiyor. Wollstonecraft, bir kadının tek sorumluluğunun aile hayatı olduğunu ve aile hayatındaki sorumlulukları yerine getirmeyle birlikte, çocuklarını iyi yetiştirebilmek için asgari düzeyde eğitime sahip olmaları konusunda da Rousseau’yla hemfikirdi. 

    Daha sonra büyük ölçüde Catherine Macaulay’ın yazıları nedeniyle, Rousseau’nun fikirlerine karşı tutumu değişmeye başladı. 1792 yılında ise günümüzde hâlâ daha popülerliğini koruyan Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi kitabını yazdı. 

    ‘’Rousseau, bir kadının bir an bile kendisini özgür hissetme yeteneğine sahip olmadığını, yönlendirilmesi gerektiğini, yalnızca bir köleye dönüşürse gerçek anlamda kendini gerçekleştirebileceğini savunuyor’’. 

    Kadınların da erkeklerle eşit şartlarda eğitim alabilmesine izin verin, onlar da bağımsız olabileceklerini gösterecekler diyen Wollstonecraft, Rousseau’nun kadınların ikincil konumunun rasyonel düzeninin ayrılmaz bir parçası olarak algılanmasına karşı oldukça öfkeli bir hâle geldi. Çağdaşlarının birçoğunun Rousseau’nun kitaplarına karşı gösterdiği sıcak tutumu, modaya uygun duygusallığın ‘’tamamen erkeksi bir zihnin bir örneğini göstererek kadınları kandırdığını’’ açıkladı. Ona göre, onun alçakgönüllülüğünde ince bir çekicilik ve güzellik bulan kadınlar, zincirlerini okşayan köleler gibiydi. Erkeklerle eşit olmayı savunanlar ise Rousseau’nun ideal dünyasına karşı çıkmalıydı. 

    ‘’Bizi sadece süs köpeğine dönüştürenler bizi sadece derinden yaralıyorlar!’’

    Rousseau ile Wollstonecraft arasındaki çekişme, kadın hakları mücadelesindeki önemli olayları anlatan Antje Schrupp’un ‘’A Brief History of Feminism’’(Feminizmin Kısa Tarihi) adlı kitabında detaylıca anlatılıyor. Bu kitaba ek olarak Marta Breen’in Özgürlük, Eşitlik ve Kızkardeşlik adlı kitabı da birçok soruya yanıt oluyor.

         


    Yorumlar (1)
    • Ortamlarda Satılacak Bilgi -Feminizm nedir?Ne değildir? podcastini dinledikten sonra bunu okuyunca…

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.