Çarpıtılan Tarihi Hakikatler (2)

Çarpıtılan Tarihi Hakikatler (2)
  • 2
    0
    0
    1
  • Merhabalar dostlar uzunca bir aradan sonra daha önce başlatmış olduğum hakikatler serisinin ikinci yazısı ile karşınızdayım. Bu yazı dizisine bu denli ara vermemin nedeni yazacağım konuları birincil kaynaklardan araştırıp tarafsız bakış açısı ile sizlere aktarmaya çalışmamdan kaynaklanıyor. Konumuz ise pek çok kez tartışmalara sebebiyet veren kimisine göre zalimlik kimisine göre ise iftihar kaynağı olan kardeş katli meselesi olacaktır.

     

    Öncelikle bu meseleyi dört ana başlığa ayırarak sizlere anlatacağım:

    1. Kardeş katline neden ihtiyaç duyulmuştur, Fatih Sultan Mehmed neden yasalaştırmıştır,

    2. Dini açıdan Kardeş katli meselesinin şer’i dayanağı var mıdır?

    3. Acı Hadiseler ve yanlış tatbikler 

    4. Sonuç kısmı ve şahsi fikirlerim.

     

    1.Kardeş katline neden ihtiyaç duyulmuştur, Fatih Sultan Mehmet neden yasalaştırmıştır:

    Osmanlı devletinin kardeş katlini uygulamasının sebeplerini anlaya bilmek için ilk evvela daha da eskile giderek, tarihin tozlu sayfalarındaki acı tecrübeleri incelememiz gerekiyor. Dünyada en çok devlet kurup en çok devlet yıkan tek bir millet vardır ki oda biz Türklerdir. Kısa sürede yıkılan bu devletlerin çoğunun yıkılış sebeplerine baktığımızda, kardeşler ve hanedan üyeleri arasındaki iç karışıklıklardan mütevellit devletlerin zayıflaması ve kısa sürede yıkılmasıdır. Örnek verecek olursak:

     

    Büyük Hunlar, Batı Hunlar, Avrupa Hunları ve AK hunlar (MÖ220-552):

    Büyük Hun İmparatorluğu'nda Çinlilerin kışkırtmaları sonucu iç karışıklıklar ve ayaklanmalar çıkmış, devlet Doğu ve Batı Hunlar adı altında ikiye ayrıldıktan sonra birbirleriyle savaşarak güçsüz düşmüşlerdir. Doğu Hunlar daha sonra aile arasındaki siyasi çekişmeler sebebiyle Kuzey ve Güney Hunlar diye tekrar ikiye ayrılmış ve zayıflayan her iki devleti de Çinliler kolayca yıkmışlardır. Batıya göç sonrasında kurulan Avrupa Hun İmparatorluğu da saltanat mücadeleleri ile zayıflamış ve iç isyanlarla da dağılma sürecine girmiştir.

    Göktürkler (552-745):

    Çinlilerin kışkırtmaları ile bazı Türk boyları devlete isyan etmiş ve iç ayaklanmalar baş göstermiştir. Doğu ve Batı Göktürkler olarak ikiye ayrılan iki Türk devleti birbiri ile de savaşarak zayıflamış ve her iki devlete Çinliler tarafından son verilmiştir.

    Karahanlılar (840-1212):

    Kardeşler arasındaki taht kavgaları sebebi ile devlet zayıf düşmüş, iki kardeş arasında devlet ikiye bölünmüş ve Selçuklular tarafından yıkılmıştır.

    Selçuklular (1040-1157):

    Sultan Melikşah dönemi ile an parlak zamanlarını yaşayan Büyük Selçuklu Devleti sultanın ölümü ile Kardeşler arasındaki iktidar kavgaları devleti önce güçsüzleştirmiş sonra iç isyanlara sebep olmuş ve Moğollar tarafından da yıkılmıştır.

    Anadolu Selçuklu devleti (1075- 1308):

    II. Kılıçarslan siyasi kudreti, askeri irâde ve geniş görüşü ile tarihin büyük şahsiyetlerinden biridir.  Ancak hükümdarlığının son dönemlerinde ülke topraklarını 11 oğlu arasında paylaştırması siyasi bir bölünmeye sebep olmuş, bir müddet sonra şehzadeler arasında taht kavgaları başlamıştır.

     

    Bunlar gibi pek çok örnek mevcut olmakla birlikte göründüğü üzere devletlerin yıkılışlarının temel sebebi ekseriyetle hanedan üyeleri ve kardeşler arasında yaşanan taht savaşları, Üleş sistemi (Üleş sistemi devletin kardeşler ve hanedan üyeleri arasında bölüşülmesini esas alan bir sistem olup Selçuklu devletinde bu sistemin sıkıntıları pek çok kez görülmüştür.) ve iç karışıklıklardan dolayı olmuştur. Bu karışıklıklarda pek çok masum insan ölmüş ve kafirlerce İslam yurtları işgal edilerek ahaliye eziyetlerde bulunulmuştur.

     

    Tüm bu acı tecrübeleri göz önünde bulunduran Osmanlı padişahları, devlet büyükleri ve ulema masum canlar yitirilmesin karışıklıklarla devlet zayıflamasın, binler gitmesin bir gitsin prensibi ile kendi kanından ödün vermiş olası bir karışıklığın ve iç savaşın önüne geçebilmek için kardeş katlini uygulamaya koymuştur.

     

    İlk olarak Fatih döneminde kanunlaştırılsa da aslında bu uygulama kuruluştan beri uygulanıla gelmiştir ve siyaseten katil denilmiştir. İlk siyaseten katil Osman gazinin Amcası Dündar beyi yay kirişini kafasına vurmak suretiyle öldürmesiyle başladı. Bu hadise Mevlâna Mehmed Neşri'nin Cihannüma adlı kronik eserinde şu ifadeler ile anlatılır:

     

    Osman Bilecik tekfurunun beğlenip kendinin elin öptürdüğüne incinip diledi ki, hemendan karvayıp tekfuru tuta.Ammusı Tundar'ile meşveret edip Tundar eyitti: Öte tarafta Germiyanoğlu adü, etrafın kafirleri bize düşmen, bunu dahi düşmen edicek bize durıcak yer kalmaz. Ve Dündarın bu sözü Osman'a güç gelip kendinin hurcuna men anlayıp okla Dündar'ı urup öldürdü. (Mevlana Mehmed Neşri- Cihannüma-Prof. Dr.Necdet Öztürk baskısı sayfa: 42 / Kıssa-i Köprühisar)

     

    Anlatılan bu vakanın aslı şudur ki evvelden beri Dündar Bey Osman Bey'in Bey olmasını çekememiş ve her fırsatta sözünün karşısında durup beylik içinde kargaşa çıkarır olmuştu. Hatta askerlerin içinde ondan taraf olanlarda vardı. Osman bey bu durumları tasvip etmese de amcasına hürmeten alttan alıyordu, ancak iş ordunun içine kadar yayılıp karışıklık çıkması tehlikesi hasıl olunca ve bir de Osman Bey in emirlerini her kesin içerisinde eleştirip karşı durunca Dündar Bey kendi sonunu hazırlamış oldu. Osman Bey çift başlılığın önüne geçip karışıklık çıkmaması için amcasını okla vurdu öldürdü, böylelikle ilk siyaseten katil işlenmiş oldu. Osman bey in bu tutumunu pek çok tarihçi doğru bulmakta ve devlet yöneticisinin kardeşi akrabası olmaz yönetici yalnızdır demektedirler.

     

    Bu hadiseden sonraki dönemler 1.Murad Osman Bey gibi hemen tedbir alamamış, kardeşleri Şehzade Halil ve İbrahim isyan ederek ordularıyla harekete geçmişler ve bu savaşlar sonucunda binlerce asker şehit düşmüştür. Bu hadisenin sonucundan bile kardeş katlinin zaruri olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

     

    1402 yılında Yıldırım Bayezid Han Ankara çubuk ovasında Timur Han’a yenilip esir düşünce Osmanlı için fetret devri başlamış oldu. Bu safhada Anadolu’da birlik bozuldu Osmanlı devleti yıkılmanın eşiğine geldi, Yıldırım Bayezid'in evlatları arasında 11 yıl sürecek savaşlar başladı ve bu savaşlar esnasında da birçok insan yaşamını yitirdi.

     

    İşte tüm bu ve buna benzer acı olayları bilen Fatih Sultan Mehmed han Fütuhat devrinin tekrardan bozulmaması için, hali hazırda örf olarak duran kardeş katli meselesini dönemin en ünlü ve bilgili alim ve ulema sınıfına danışıp onay alarak kanun-i kadim olarak yasalaştırdı. 

    Pek çok düzenleme içeren Fatih Kanunnamesinin kardeş katli ile alakalı yasası:

    "Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem içün katletmek münâsibdir. Ekseri ulemâ dahi tecviz etmiştir. Bu atam ve dedem kanunudur Anınla âmil olalar."

    Yasayı açıklayacak olursak:

    1. Nizam-ı alem içün katletmek münasiptir, yani bir zorlama ve dayatma yok, mevcut şartlara göre karar değişe bilir katletmek şart değildir.

    2. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir, yani şeyhülislam ve din alimlerine danışılmış olup dinen caiz demektir.

    3. Bu atam ve dedem kanunudur anınla amil olalar, Yani Osman ve Dündar Bey vakasında anlattığım üzere bu zaten olan bir şeydir atalarım zamanında da uygulanmıştır denmek istenmiş.

     

    Nitekim Fatih Sultan Mehmed'in vefatından sonra bu yasanın ne kadar önemli olduğu aşikâr olacaktır. II. Bayezid(veli) han devlet ricalinin onayı ile tahta çıkmış küçük kardeşine kıyamamış ve ona dokumamıştır. Lakin Cem sultan bu olayı kabullenmemiş Ağabeyinin tüm ısrarlarına ve tavsiyelerine rağmen isyan etmiştir. Ordu toplayıp üzerine yürümüştür, bu savaşlarda da binlerce asker şehit olmuş köyler ve evler yanmış ocaklar sönmüş. Yetmemiş Cem sultan savaşları kaybedince Rodos şövalyelerine sığınmış ancak haçlılar onu Osmanlıya karşı koz olarak kullanıp Osmanlının batıda ilerlemesini epey bir süre durdurmuştur. Bu hadiseler ışığında kardeş katli devlet ve millet için şart olan bir vazife haline gelmiş Hanedan ise bu sorumluluğu bin gideceğine bir gitsin bizden gitsin diyerek sahip çıkmış ve kabullenmiştir.

     

    2. Dini açıdan Kardeş katli meselesinin şer’i dayanağı var mıdır?

     

    Kardeş katli meselesinin şer’i dayanağı var mıdır?

     

    Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

     

    a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tespit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ulü'l-emr tarafından tespit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahitle zina yaptığı ispat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı ispat edilen suçlu, bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara "ta'zîr cezaları" denir ve ulü'l-emr tarafından tespit edilir.

     

    b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tespit edilmiştir.

     

    c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle ispat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ulü'l-emrin tespit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

     

    Bu kısa mukaddimeden sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini, yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı hukukunda nizam-ı âlem, yani âlemin nizamı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz ‘edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza Kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizamına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

     

    Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fatih’in Kanunnamesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

     

    A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi:

     

    Kardeş katli meselesinin birinci şer’i dayanağı, her hukuk nizamında bulunan "devlete isyan" suçudur. Biraz önce açıkladığım gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan "bağy" adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılmıştır.

    Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kastı içinde bulunmaktır.

    Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultandan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizam-ı âlemi korumaktır.

    İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizam-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesat bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer’i hüküm değişmeyecektir. Meselâ, Yavuz Sultan Selim'in, birisi Şiîlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer’idir. Fatih’in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir.

    Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fatih, kanunnamesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.

    Osmanlı tarihindeki kardeş katilleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür. Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar buna misal teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu belgenin izahları enteresandır:

    "Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya birkaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir. Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerh eden âlimler, bağilerin cinayetleri hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) ihlal edecek her çeşit kıyam, hareket, fitne, fesat, insanları katl, malları gasp ve devlet işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır."
    Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer’idir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer’i değildir. Aksini kim iddia edebilir ki?

    Osmanlı Devleti’nde, devlete isyan suçunun cezası olarak ortaya çıkan öldürme vakalarından bazıları şunlardır:

    Osman Bey'in Amcası Dündar Bey, I. Murad'ın oğlu Savcı Bey; I. Murad'ın kardeşleri Halil ve İbrahim; II. Murad'ın kardeşi Mustafa; II. Murad'ın amcası Düzme Mustafa; Yavuz Suttan Selim'in kardeşleri Korkut ve Ahmed; Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Bâyezid ve bunun beş oğlu.

     

    B) Siyaseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl:

     

    Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de kamu düzenini (maslahat-ı amme ve nizam-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulü’l-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı amme ve nizam-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna "siyaseten katl" denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, "hiç suç değildir" anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulü’l-emr tarafından tespit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İslâm hukukçuları kabul etmişlerdir.

     

    Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile, isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, amme maslahatı ve âlemin nizamı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultan Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de fesadın, tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizam-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz ‘ettiği siyaseten katil prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suistimalidir ve işlenen bir günahtır.

     

    Osmanlı Hukukunda nizam-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i amme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devletin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da Osmanlı Kanunnamelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mesuldürler. Fatih’in kanunnamesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.

    Örnek olarak Hanefi fıkıhçılarının son zamandaki en meşhurlarından oldan Ibn-i Abidin’in izahlarını özetleyerek zikredelim. "Ta'zir Yoluyla Katl" başlığı altında bakınız ne güzel bir özetleme yapıyor:

    "Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiye’nin Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserinde gördüm ki: Hanefi hukukçularına göre, livâta, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imam yani ülü'l-emr suçluyu katledebilir. Amme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta'zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulama siyaseten katl demektedirler... Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemiyetin nizamın bozarak fesat çıkaranlar, zalimler ve fesat çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde amme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir."
    Delilsiz ve mesnetsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezalar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler.

    İbn-i Abidin’in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:

    "Soruldu: Fesat çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesat için koşuşturan, insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle Müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dışında hiçbir ceza ile vazgeçmeyen bir adamın hükmü nedir?"

    "Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadar çok Müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından def’ ettiği için vesile olana sevap ve mükafat verilir."
    İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker gösteren Dede Efendi'nin "Siyasetname" tercümesinden bazı parçalar şöyledir:

    "Nizam-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şeni' fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ülü'l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adî olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesat, vukuundan sonra ref’inden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar padişahın kulları ondan korumak ve nizamı alem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi caizdir.”

    "Nizam-ı âlem için şer ve fesadını defetmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek caiz değildir. Fesada gayret ettiği ve sebep olduğu şer ‘an sabit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülislamlarının fetvalarından anlaşılan da budur."
    Dede Efendi'nin çok zayıf fetvaları da esas alarak, kardeş katlinin sınırlarını genişlettiğinin biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığını biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.

    Şimdi de aynı meseleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tanzim eden, Osmanlı Şeyhülislâmlarına ait fetvalardan sadece birini kaydedelim:

    “Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
    Zeyd'in âdet-i müstemirresi sa’i bil-fesâd olduğu şer'an sabit olub ve ibadullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudurı tevâtüren isbât olundukda, Zeyd-i müfsid-i merkumun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşru' mudur? Beyân buyurula."

     

    El-Cevâb: Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise."

    Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed EI-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu."

    Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:

     

    "Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'yetmektedir. Katl ile şerri defedilir. Dürer ve Gurer."

     

    "Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile define, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyaseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden."
    Bunlara benzer arşivlerimizde çok sayıda fetva vardır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, "siyaseten katlin de belli şartları ve şer’i hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı tatbikatının hep şer’i hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur. Ne acıdır ki, birçok idam hadiselerinde bu esaslara riayet edilmemiş ve jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti'nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan fetva alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.

     

    Bir kısım tarihçiler, bu uygulamaların devlet siyaseti açısından haklı yönleri bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ne demektir?

    Konuyu tarih ilmi ve devlet siyaseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verelim:

     

    Osmanlı Devleti'ni tehdit eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber (asm)'in senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer’i esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin tesiriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fatih’in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, "validem" diye hitap ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sara Hatun’a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fatih’e Sara Hatun’un "Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?" şeklindeki sözünü, İstanbul Fatih’i:

     

    "Valide, Seyf-i İslâm bizim elimizde, cihat sevabına nail olup, Allah'ın rızasını tahsilden başka gayemiz yoktur; bizim davamız kuru kavga değildir."
    şeklinde cevaplandırmıştır.

     

    "Bu hanedanın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâhdır."
    ifadesi de Fatih’e aittir.

     

    Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer’i hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.

     

    3. Acı Hadiseler ve yanlış tatbikler:

     

    Padişahların kararlarını tüm benliklerinden sıyrılıp devlet adamı olarak verdiklerini ve kardeşlerine bir ağabey olarak asla kıymak istemediklerini, ancak bir devlet başkanı olarak başka seçenek olmadığı için bu zehri içtiklerine delil olarak Yavuz Sultan Selim ile şehzade Korkut arasındaki şu vakayı anlatayım:

     

    Yavuz Sultan Selim Tahta çıkınca (iddia edildiği üzere babasını zehirletmemiştir) kardeşlerinden şehzade Ahmet isyan teşebbüsünde bulundu ancak yakalanıp idam edildi. Diğer kardeşi Korkut ise aman dileyip söz ve yeminler verip sadığım deyince Selim Han kıyamadı ve tüm isteklerini yerine getirip, iyi bir tahsisat ile Saruhan sancak beyline tayin etti. Ancak bir ağabey olarak şefkatlide olsa bir hükümdar olarak kafasında şüpheler vardı. Zira sözlerinde sadık değil ise Çıkacağı seferde kardeşinin arkadan vurma ihtimali mevcuttu. İşte bundan sebep Selim Han vezirleri ağzından sahte mektuplar yazdırtıp şehzade korkuda gönderdi, gelen mektuplara kabul vari cevaplar veren şehzade Korkut tahtta gözü olduğunu göstermiş ve tehlike arz diyor olması sebebi ile Yavuz Sultan Selim tarafından şer ‘an idam edilmiştir.

    Şehzade yakalandı ve nizam için idam edildi. Buradan sonrası ise bizlere aslında padişahların sırtındaki yükü anlamak açısından önemli bir görüş sunuyor. Cenazesi sırasında Yavuz Sultan Selim Tabutun altına geçti ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Rivayete göre şu sözleri söyledi:

     

    Bu yük bizim başımıza nereden geldi, ah ağabey ne olaydı isyan etmeseydin de bende sana kıymasaydım...

     

    1-Müneccimbaşı Tarihi (Müneccimbaşı Ahmet Dede, cilt II, sahife 453-454-455, sadeleştiren: İsmail Erünsal, tercüman yay.)

    2-Gazavat-ı Hayrettin Paşa (Barbaros Hayrettin Paşa, cilt I, Hzr. Ertuğrul Düzdağ)

    3-Osmanlı Tarihi (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, cilt II, TTK 1983)

    Şehzade Mustafa'nın tabutu başında ağlayan Kanuni'yi tasvir eden bir minyatür

    Bu vakadan anlaşıldığı üzere sanıldığı gibi padişahlar kardeşlerini katletmekte hiç de istek dar değiller. Nitekim I. Ahmet ile beraber kardeş katli kısmen kaldırılacak, ancak dönemi incelediğimiz zaman bu karardan sonra devlet düzeninin yavaş yavaş bozulmaya başladığını isyanlar ile padişahların tahtlarından olduklarını görecek ve kardeş katlinin önemini anlamış olacağız.

    Her ne kadar kardeş katlinin nizam için gerekli olduğunu dile getirsem de bu yasayı gereksiz ve uygunsuz kullananlarda var örnek olarak:

    Sultan III. Mehmet tahta çıkar çıkmaz 19 kardeşinin ölüm emrini vermiştir. Ancak tehlike arz edecek bir durum yoktur çünkü ölen şehzadelerin çoğunluğu çok küçük yaştadırlar, rivayet odur ki bu hadiseden sonra halk padişaha çok kinlenmiş hatta sonrasında tahta çıkan oğulları ve torunları dahi bu icraatını eleştirmiştir.

     

    4. Sonuç kısmı ve şahsi fikirlerim:

     

    Şahsi kanaatime gelecek olursak benim Osmanlı ile en çok gurur duyduğum hadise kardeş katlidir. Zira sana bana halka tebaaya ve askere cümleten devlete bir şey olmasın diye masumlar ölmesin, dirlik bozulmasın diye Osmanlı kendi kanından ve canından vermiş büyük bir fedakârlık da bulunmuştur. Bu kadar delil var iken bunun aksini iddia etmek akıl işi değildir. Ayrıca Tarih ilmi günümüz şartları ile değil dönemin şartları ile düşünülüp empati yapılarak ortaya konması gereken bir ilim dalıdır. Bu şartlar da göz önünde bulunduğunda doğru bir iş olduğunu söylemek zor olmasa gerek. Tabii her ne kadar övmemde bu içtihadın yanlış uygulandığını suçsuzlara da kıyıldığını söylemeden de olmaz lakin "Su-i misal emsal olmaz", sözü üzerince az sayıdaki yanlış kararı da 600 yılla yıkmak doğru olmaz.

     

    Bu yazımda sizlere kardeş katlini tüm gerçekleri ve delilleri ile anlatmaya çalıştım yazımı burada güzel bir beyit ile sonlandırıyorum:

     

    İmtisâl-i câhidû fillâh olubdur niyyetüm

    Dîn-i İslâm’un mücerred gayretidür gayretüm

    Allah için küfürle cihadın misalini vermektir niyetim;

    Mücerret gayretim, (sadece) İslâm dini içindir.

     


    Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullâh ile

    Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm

    Hakk üstünlüğü ve Allah’ın yücelttiği veliler himmetiyle

    Kâfirleri baştan sona kahreylemektir niyetim.

     


    Enbiyâ vü evliyâya istinâdum var benüm

    Lutf-ı Hak’dandur hemân ümmîd-i feth ü nusretüm

    Peygamberlerle velilerdir istindım benim;

    Hakk’ın lütfundandır, fetih ve başarı ümidim.

     


    Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihânda ictihâd

    Hamdülillah var gazâya sad hezârân ragbetüm

    Nefis ve malla cihadıma şaşılmasın;

    Hamdolsun, gazaya binlerce rağbetim var.

     


    Ey Mehemmed mu’cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile

    Umaram gâlib ola a’dâ-yı dîne devletüm

    Ey Mehmet, Seçilmiş Ahmed’in mucizeleriyle

    Umarım, galip gelir din düşmanlarına devletim.

    Avnî (Fatih Sultan Mehmet)

     

    Kaynak:

    1-Müneccimbaşı Tarihi(Müneccimbaşı Ahmet Dede, cilt II, sahife 453-454-455, sadeleştiren:İsmail Erünsal, tercüman yay.)

    2-Gazavat-ı Hayrettin Paşa (Barbaros Hayrettin Paşa, cilt I, Hzr. Ertuğrul Düzdağ)

    3-Osmanlı Tarihi (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, cilt II, TTK 1983)

    4. Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35; Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.

    5. Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.

    * İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'nde kardeş Katli. Bu son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır.

    6. “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.

    (Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK, Bilinmeyen Osmanlı,s:80-89)

    7. Mevlana Mehmed Neşri - Cihannüma -Prof. Dr.Necdet Öztürk baskısı sayfa: 42 / Kıssa-i Köprühisar

    8. https://sorularlaislamiyet.com/osmanli-neden-cocuklarini-ve-kardeslerini-oldurtmustur-fatih-ve-kardes-katli-konusunda-detayli-bilgi

    9. https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/sehzade-korkutun-olumle-imtihani-h150545.html


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.