Salvador Dali: Kendi Gerçeğini Arayan Adam

Salvador Dali: Kendi Gerçeğini Arayan Adam
  • 8
    0
    1
    1
  • 1960’lı yıllarda Salvador Dali, Fransız ressam Jean-François Millet’nin ‘’L'Angélus’’ tablosunu incelemek ve radyografi ile görüntülemek için Louvre yönetimine başvurdu.

    Dali'nin çok önem verdiği bu gayet sade görünümlü resimde bir erkek ve bir kadın köylü, günbatımında patates tarlasında dua ediyorlar. Hemen önlerinde, patateslerle dolu bir sepet var ve ufukta şehrin ve belediye binasının ana hatlarını görebiliyoruz. 

    Sanat tarihçileri bu sahneyi hasat sonrası bir akşam duası olarak yorumlamışlardır ancak Dali bilinmeyen bir nedenle bu fikre hiç katılmamıştır. Çocukluğundan beri aklından bir türlü silinmeyen ve içinde bir gizem barındırdığı hissine kapılarak üzerine sürekli düşündüğü bu tablo onun için çok önemliydi. 

    X ışınları resimleri incelemek için kullanılmadan çok önce, Dali kendi yöntemleriyle tablonun anatomisine dair araştırmasına başlamıştı: Millet’nin karakterlerini birçok kere tekrar tekrar çizmiş, bu sahnede onu neyin bu kadar düşündürdüğünü anlamaya çalışmış ve giderek daha fazla yeni düşünceler türetmişti. Ayrıca bu tablodaki figürler Dali’nin eserlerinde altmıştan fazla yer aldı(bunlardan bahsedeceğiz). 

    Gizem, radyografi sonuçlarına bakınca ortaya çıktı. Adam ve kadının önünde duran patates sepetinin altında küçük bir tabut görüntüsünün gizlendiği anlaşıldı. Bazı iddialar,  mezarlıkta yer bulamayan genç çiftin vaftiz edilmemiş bebeklerinin cenazesi hakkında bir hikâye olarak tasarlandığını ileri sürmektedir. 

    Resmin bu gizemi keşfedildikten sonra Millet’nin biyografi detaylıca incelendi ve sanatçının satışları artırmak için olay örgüsünü ‘’daha basit’’ olarak değiştirme kararı aldığı ortaya çıktı. Bununla birlikte tabut görüntüsünü kapatmak onun için önemli değildi, çünkü içlerinde bulundukları duruma orantısız olarak kederli bir görünüşe sahip kadın ve erkek figürlerini değiştirmedi. 

    Dali, radyografi sonucunu şöyle yorumladı: ‘’Bu resimde hep ölüm kokusu aldım’’

    Millet’nin resmine ve resmin genel kabul görmüş öyküsüne kimse şüpheyle yaklaşmamışken, ona karşı tek şüphe duyan isim Dali’ydi.

    Bu gizemli hikâyenin onun zihninde çok daha önce, çocukluğunda başladığını belirttik. Fakat nasıl oldu bu karşılaşma? Bunu biraz açalım. 

    Millet’nin bu tablosunun bir kopyası, Ramon Muntaner Enstitüsü’nün duvarında asılıydı. Lise öğrencisi genç Dali, bu resimle her gün karşılaşıyor ve boş vakitlerinde kendini bu resmi izlerken buluyordu. Resmi ve resim sanatının gücünü seviyordu. Otobiyografisinde yazdığı gibi, ‘’hayallerde yaşıyor ve hayallerin gücünden besleniyordu’’. Resim çizmeyi seviyordu ve başka herhangi bir konuyla ilgilenmiyordu. Öğretmenleriyle ve onların anlattıklarıyla ilgilenmiyordu. Dersleri dinlemiyordu. Pencerenin dışındaki selvi ağaçlarına ve tavandaki lekelere bakmayı seviyor, o anlamsız görüntülere sahip lekelerde anlamlar arıyordu. Onun kendisine dair kırılma anını da bu hâli oluşturdu. Fiziksel gerçeklikten kaçmak ve gerçek algısının içinde daha ‘’gerçek’’ bir şeyler aramak ve keşfetmeye çalışmak onun kimliğini belirledi. 

    Genç Dali’nin Millet’nin resmindeki gizemi çıplak gözle görebilmesi(hiç değilse hissedebilmesi) ve ardından resmin gerçek gizemini çözebilmesi onun dünyaya dair yeni anlamlar keşfetmeye meyilli şüpheci ve sorgulayıcı zihninin en büyük kanıtıydı. 

    Dali, zihninde büyük yer eden ‘’L’Angelus’’ figürleriyle kelimenin tam anlamıyla oyuncak gibi oynadı: özellikle ‘’Vicomtesse de Noaille’in Portresi’’nde(1932), ‘’Narcissus’un Dönüşümü’’nde(1937) ve özellikle Millet’e selam çaktığı ‘’Millet’in Angelus’unun Arkeolojik Anısı’’nda(1935) bu figürler yer aldılar. Ayrıca Dali’nin evrenin merkezi fikrinin vücut bulmuş hâli anlamına gelen ‘’Perpignan İstasyonu’’nda(1965) arka planda ‘’Angelus’’ tablosunun figürleri görülebilir. 

         

    İkame Çocuk 

    Fakat bir de madalyonun arka yüzü var. Neden Dali bu resimde bir gizem aradı ya da neden duvardaki lekelerde bir mana arayışına girişti? Neden gördüğünden tatmin olmadı da gördüğünün ötesine, manzaralardaki görünmeyene yoğunlaştı? Bunu anlamaya çalışmaya nereden başlamalı? Belki de en baştan. Doğumdan. 

    Dali, 1 Ağustos 1903 yılında 9 ay 11 günlükken menenjitten ölen abisi Salvador’un ölümünden 9 ay 10 gün sonra, 11 Mayıs 1904’te doğdu. 

    Anne ve baba için bir çocuğun ölümüne şahitlik etmek belki de en zor yaşam deneyimidir. Çocukla birlikte anne ve baba da bir parçalarını ve geleceklerini kaybederler. Hiçbir zaman bunu unutamayacak olsalar da birbirlerinin kollarında teselli kisvesiyle oyalanırlar. Ve bir gün yeni bir çocukları olacağını öğrenirler. 

    Bazen yas tutmanın imkânsızlığı, olanların inkârı ve bu trajediyle yüzleşmek yerine sanki yeni doğacak olanın, ölenin yerine gönderilen bir mucize olduğu inancı boy gösterir. Böylece keder, fiziksel dünyada devam eden yaşamın zemininde her türlü zihinsel mantığı ortadan kaldırır. Dali’nin ailesinde durum tam olarak buydu. Çünkü o doğduğunda onun adı ona özel olarak verilmedi. O adını, ölen abisinin devamlılığını sağlayan bir yedek canlı olarak abisinden devraldı. 

    Dali’nin bir söyleminde aslında kendi hayatına, çocukluğuna ve garip kaderine bir gönderme yaptığı açıktır;

    ‘’Bütün maskaralıklarım, tüm saçma fikirlerim, hayatım boyunca takıntılı olduğum trajik arzuyla açıklanabilir: her zaman kendime var olduğumu kanıtlamak istedim. Ben, ben olmak istedim, ölü kardeşim değil’’. 

    Vamık Cemal Volkan, ‘’Her çocuk, sevdiği birinde başkasının anılarını dirilttiği için veya başka birinin rolünü aldığı için değil, sadece kendisi için sevilmek ister’’ der. Dali, ‘’Ben’’ arayışından bahsettiğinde, kimliğini ölmüş kardeşinin kimliğinden ayırmaya yönelik güçlü bir arzuyu kasteder. 

    Dali’nin hiçbir sanat topluluğuna katılmadığını kesin olarak biliyoruz. O bir yalnızdı. Sadece karısı ve bir anlamda ‘’annesi’’ olan Gala onun için dünyayla bir bağlantı görevi gördü. Uzun yıllar yaratıcılığının yardımıyla travmasıyla baş etmeye çalıştı. Ölmüş erkek kardeşiyle annesinin zihinsel alanında ve sonra da Millet’nin tablosundaki patates sepetinin altındaymışçasına kendi zihninde saklanarak savaştı.

     

    Diriliş ya da… 

    Bu açıdan bakıldığında gizem olarak görülen her şey netleşmeye başlıyor. –Hem Millet’nin resminde hem de Dali’nin doğum öyküsünde ve kısmen bilinçsiz fantezilerinde ve kesinlikle büyük bir ressam olmasının sebeplerinden birinde. 

    Bugün, Dali’nin ebeveynleri yerine yas tuttuğunu ve hatta ‘’Angelus’’ figürleri yerine kendisini koyduğundan eminiz. Fakat o kendi zihninde bunu ne kadar gerçekleştirebildi, bundan hiç emin olamayacağız. 

    Dali tüm bu yükü sırtlamanın getirdiği bir bakış açısıyla sorusunun cevabını radyografik sonuçlardan önce sezgisel olarak buldu. Ve ilginçtir ki, Freud’un çalışmalarının tüm gerçeküstücüler üzerinde büyük bir etkisi olmasına rağmen, belki de onun için en önemli olabilecek isimken onunla yalnızca bir kez görüştü. Ve bu görüşme bir ‘’hasta’’ olarak gerçekleşmedi. 

    Bu görüşmeden geriye sadece Freud’un söyledikleri kaldı;

    ‘’Ben Dali’nin bilinçaltıyla değil, daha çok bilincinin içeriğiyle ilgileniyorum’’

     

    Kaynakça

    1)The Shameful Life of Salvador Dali/Ian Gibson(1997)

    2) Salvador Dali or the Art of Spitting on Your Mother's Portrait/Carlos Rojas (1993)

    3)Kayıptan Sonra Yaşam/Vamık D. Volkan (2017)

    4)Bir Dahinin Güncesi/Salvador Dali(2017)

     


    Yorumlar (1)
    • Beni Dali'ye bu kadar yakınlaştırdığın için teşekkürler..

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.