Modern Dünyada Ağırlıklara Bağlı Virginia Woolf

Modern Dünyada Ağırlıklara Bağlı Virginia Woolf
  • 1
    0
    1
    0
  •  

    20. yüzyılın en parlak yazarları arasına giren Virginia Woolf deneysel yazılar yazmasının yanında bir eleştirmen ve feministti. Mental hastalıklara yatkınlığı olan bir ailede doğdu, küçüklüğünde üvey kardeşleri tarafından cinsel tacize maruz kaldı fakat bunların hiçbiri onu edebiyat dünyasını şu an olduğu yere taşımaktan alıkoymadı.


    Eleştirmenlerin yazış tarzı üzerinde uç taraflarda yorumları vardı, bazıları onun bir edebiyat dahisi olduğunu düşünürken diğerleri yazış tarzının karmaşıklığından memnun değillerdi. Deneysel yazış tarzına sahip olan Virginia, eserlerinde kadınların iç dünyalarında ışık tuttu. Bu, 20. yüzyılın başları için yeni bir girişimdi. İlk yazısı Bronte kardeşler üzerine bir incelemeydi. Hayatının devamında ise bildiği yoldan ilerlemeye devam etti.


    Odaklanılması gereken bir diğer nokta ise kadınların iç dünyasını açmayı meslek edinen Virginia’nın kendi dünyasıdır. Talihsiz çocukluğundan başlayan depresyona yatkınlığı ilerleyen yaşlarda onun için bir sıkıntı oluşturacaktı. Aynı zamanda çoğu edebiyat tarihçisi ve Woolf’un hayatına ilgi duyan psikologlar onun bipolar bozukluğa sahip olduğunu düşünüyorlardı.


    Woolf hayatının çeşitli dönemlerinde hastaneye kaldırıldı ve tedavi altında tutuldu. Yazar DeSalvo’nun teorisi; yazmanın, özellikle daha önce yazılmamış şekillerde, Virginia için çocukluk travmalarını atlatma çabaları olması üzerineydi. Psikolojik taraftan bakarsak, dedesi Cambridge’de çıplak gezmesinden dolayı akıl hastanesine kaldırılmıştı, anne ve babasında da benzer yansımalar görülmekteydi. Virginia böyle bir dünyada büyüdü. Eserlerinde iç dünyaya kaçışı herkese ancak mantıklı gelebilir.


    Sylvia Plath gibi Virginia Woolf da yaratıcılığı yüzünden bu dünyaya fazla açık gözlerle geniş bir perspektiften bakıyordu. Ancak bu onun zararına oldu. Hayatı boyunca akıl sağlığı ile mücadele etti ve eserlerinin çoğu onun için bir kaçıştı. Sylvia ile Virginia’yı ayıran en keskin çizgi de budur. Plath, yaratıcılığı bir iş olarak görürken Woolf bunun gereklilik olduğu kanaatindeydi ve sonuç ikisinin de aleyhine gitmeyecek kadar iyi, parlak yazarlardı.


    Yakınları çoğunlukla evde bir hemşire ile Woolf’u sağlıklı tutmaya çalışıyordu. Günlüğüne bazen kalem tutmanın bile ağır geldiği zamanların olduğunu yazmıştı. Eşi Leonard Woolf çocuk sahibi olmasını bu sebepten istemiyordu. Her şeye rağmen hayatlarında büyük işlere imza attılar. Leonard onun en büyük destekçisiydi. Mektuplarında Virginia kendisinin stabil olmadığını, Leonard’a karşı herhangi bir fiziksel çekim duymasa da onu bir dağa benzettiğini yazdı. 


    Yazılarını ilk okuyan kişi, editörü, iş arkadaşı ve eşi olan Leonard, onun için elinden geleni yaptı. Virginia yanında her zaman yaslanacağı bir dağ olduğu için şanslı hissetmesine rağmen depresyon atakları artık hayatını oldukça etkilemeye başlamıştı. Günün birinde kıyafetleri ıslak bir halde eve geldi ve yanlışlıkla düştüğünü söyledi. Sonradan öğrenildi ki bu onun için bir bitirme girişimiydi. 


    Çevresinde onu destekleyen insanlar ve parlak bir kariyeri vardı fakat kendi iç dünyası ona sağlıklı değildi. Girişiminden sonraki hafta, modern dünyada ona ağır gelen her şeyi bağladı, çok sevdiği deniz fenerine gidip hayatını sonlandırdı. Geride edebi kimliğini anlamamızı sağlayan eserleri ve iç dünyasında açtığı kapılar bıraktı.


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.