Advertisement Tracker

Bir Vaka Olarak Franz Kafka

Bir Vaka Olarak Franz Kafka
  • 5
    0
    1
    1
  • Franz Kafka, 3 Temmuz 1883’te zengin bir çift olan Hermann Kafka ve Julie Löwy’nin ilk çocuğu olarak Prag’da doğdu. 1885’te ikinci oğul Georg ve iki yıl sonra da üçüncüsü Heinrich dünyaya geldi(iki çocuk da uzun yaşamadılar). Kardeşlerinin kaybı küçük Franz için ağır bir travmaydı, bilinçsizce onların ölümünün suçunu kendisine yüklüyordu. Yalnız büyüdü. Sadece mürebbiye ve hizmetçilerle iletişim kuruyordu. Üç kız kardeşi –Elli, Valli ve Ottilie arka arkaya doğduğunda okula gidecek yaşa gelmişti. Bu yüzden kız kardeşleriyle de iletişimi yok denecek kadar azdı. 

    Kafka, çok ırklı Avusturya-Macaristan’da büyüdü ve genç yaşta öz kimlik sorunlarıyla karşılaştı. Bir Yahudi’ydi ancak kendisini Çek olarak görüyordu. Ailesinin iletişim çevresi Yahudilerle sınırlı olsa da geleneklere mutlak bağlılık içinde olmadıkları için çocuklarını Alman kültürüyle yetiştirdiler. Ancak Birinci Dünya Savaşı arifesinde Prag’daki Yahudi karşıtı duygular, Franz’ı acı bir şekilde etkiledi ve onu köklerine dönmeye zorladı. 

    Babasının kişiliği, gelecekteki yazarın gelişimi üzerinde belirleyici bir etkiye sahipti. Hermann Kafka, tek oğluna zulmetmesi, öfkesi ve dürtüsel eylemlere eğilimi ile biliniyordu. En çok anlatılanlardan biri, küçük Franz’ın gece uyanıp babasından ona su getirmesini istemesiydi ve sonuç olarak sinirle uyanan Hermann Kafka onu kapının önüne koydu ve sabaha kadar orada bekletti. Bu ve bunun benzeri olaylar nedeniyle Franz Kafka ilk gençliğinde davranış problemleri yaşıyordu. Kızlar da babanın karakterinin yükünü omuzlarında sürekli hissediyorlardı ve bu yüzden erken evlendiler. 

    Babasına karşı duygularını yetişkinliğinde babasına yazdığı ancak hiç göndermediği şu mektubun satırlarında anlayabiliriz: 

     

    ‘’Ne var ki sen çok erken yaşlardan itibaren konuşmamı yasakladın: bir elini havaya kaldırarak beni ‘Tek bir itiraz istemiyorum!’ diyerek tehdit edişin, hatırladığım en küçük yaşlardan beri yakamı bırakmıyor. Sen varken –alışkın olduğun bir ortamda mükemmel bir konuşmacı olduğun için- ben kekeleyip saçmalardım ve bu seni daha da sinirlendirirdi. Sonunda konuşmayı bıraktım. Bana susarak konuşmayı sen öğrettin’’

     

    Babasına karşı sürekli bir korku içinde büyüyen Kafka, şefkati daima annesinde aradı. Ancak üç kızını aynı anda büyütmekle meşgul olan Julie, oğluna yeteri kadar ilgi gösteremedi. Bazen annesi onunla daha fazla ilgilensin diye hastalanmış numarası yapardı. Fakat tüm bunlar beklediği ilgiyi görmesine yetmedi ve o da zamanla annesinden uzaklaştı. Bu bağlamda Kafka’nın biyografi yazarı Claude David şöyle yazdı;

     

    ‘’Kafka’nın anne sevgisinden mahrum olduğunu kimse söyleyemez, ancak babası tarafından nefret ve korkuyla tetiklendiği için sevgiye karşı inancı sarsıldı. Sonunda ise annesine karşı duyduğu sevgiyle yüzleşti ve içsel olarak bu sevgiden korktu. Onun daha sonraları annesine karşı soğuk yaklaşımları da annesinin ona ürkekçe yaklaşmasına neden oldu. Daha sonra ise en küçük kız kardeşiyle yakınlaştı’’

     

    Aile hayatı onun için zor bir sınavdı. Günlükleri ve mektupları, ailesinden görmek istediği ilgi ve şefkatin eksikliklerine karşı şikâyetlerle doludur. 

     

    ‘’Son yıllarda annemle günde yirmi kelime bile konuşmuyorum. Evli kız kardeşlerimle ve onların kocalarıyla da konuşmuyorum. Aileme karşı herhangi bir duygum yok ve zaten aile ziyaretlerinde de sadece bana karşı kötü niyet görüyorum. <…>bazen içimdeki nefretle ailemin peşine düşünüyorum, onları izliyorum; evlilerin yataklarının bir görüntüsü, buruşuk çarşaflar, özenle katlanmış pijamalar beni kusacak kadar rahatsız ediyor, midem alt üst oluyor’’

     

    Ancak her şeye rağmen otuz iki yaşına kadar ailesiyle yaşamaya devam etti. Daha sonrasında ise günlüklerinde yaygın bir söylem hâline getirdiği aile evini hapishaneyle ilişkilendirmeye başladı. Arkadaşı anı yazarı Gustav Janouch’a bir defasında; ‘’Şimdi eve gidiyorum ama bu sadece görünürde böyle. Gerçekte ise benim için özel olarak yapılmış bir hapishaneye çıkıyorum ve tüm bunlar tatsız, çünkü bu bir burjuva için sıradan bir ev gibi görünüyor ve onun aslında bir hapishane olduğunu benden başka kimse bilmiyor’’ demişti.  Otuz iki yaşından sonra Kafka ailesinden ayrı yaşamaya çalıştı. Bazen kız kardeşlerinin evinde kalırdı ancak bu durumun da ailesiyle yaşamaktan bir farkı olmadığını anlamıştı, sonra yalnız(günlük yaşamda tamamen çaresiz olmasına rağmen) yaşamaya başladı ve ‘’Yalnız bir hayat’’ dedi, ‘’sadece cezayla biter’’

    Franz Kafka günlük yaşantısında etrafındakiler üzerinde her zaman hoş bir izlenim bırakırdı. Düzgün hatları olan ince ve zayıf bir adamdı ve oldukça bakımlıydı. Tüm çileciliğine ve iddiasızlığına rağmen, her zaman yalnızca en iyi terzilere takım elbise diktirdi. 1.82 boyundaydı ve boyundan utanıyordu. Kendi deyimiyle ‘’zayıf iskeletini’’ güçlendirmek için yüzme, kürek çekme ve binicilik gibi sporlarla uğraştı. Uzun yürüyüşler yapmayı severdi ve sigara içmezdi. Kendisine dair tüm çabasına rağmen hiçbir zaman vücudundan yeteri kadar memnun olmadı. 

    Kendi sağlığını sürekli takip ediyordu. Doğru beslenmeye özen gösteriyordu. Et, çikolata, kahve ve alkol tüketmiyordu. En ufak bir rahatsızlığında büyük endişeye kapılırdı –bu yüzden biyografi yazarlarına göre hastalık hastası olarak kabul ediliyor. 1917’de kendisine verem teşhisi kondu ve bu onu erken emekli olmaya zorladı. 1922’de emekli oldu. Kafka hastalığının sebebini yoğun edebi çalışmalarıyla ilgili zihinsel kaygılarına ve sürekli stres altında olmasına bağlıyordu. 

    Ailesi ile anlaşamamasının Kafka’da zamanla nevroz gelişimine ve derin bir zihinsel çatışmaya neden olduğu ileri sürülür. Yazar, Oedipus kompleksine klasik bir örnek olarak gösterilir. Ancak ne ailesi ne de çevresi onda herhangi bir zihinsel bozukluk emaresi görmemiştir ya da görseler dahi bu durumu üstelememişlerdir. Hatta bir okul arkadaşı onu şöyle tanımlamıştır: ‘’sakin ve nazik gülümsemesiyle tüm dünyayı şefkatle karşılardı ancak kendisi dünyaya kapalıydı’’

    En yakın arkadaşı Max Brod, Kafka’nın ilginç bir insan olduğunu ve çevresine karşı oldukça neşeli ve girişken biri olduğunu dile getirdi. Kafka tüm olumsuz duygularını günlüklerine ve romanlarına döktü. Yazmak onun için gerçekten psikoterapötik bir işlev gördü. 

     

    ‘’İç durumu benimkine benzeyen insanlar olduğuna inanmıyorum ama böyle insanları hayal edebiliyorum’’

    Kendi varlığını sürekli ‘’henüz başlamamış bir şey olarak’’ yazmıştır: ‘’Doğmadan önce hayatım şüphelidir’’, ‘’Kıyamet günü hayatımın ertesi gün başlaması gerektiği hesaba katılacaktır’’. Psikanaliz açısından böyle bir ‘’koşullu yaşam’’, iç dünyanın talepleri ile dış gerçeklik arzusu arasındaki bir çatışmayı temsil eder. Kafka’nın günlüklerinde yazdıkları kendini tanımlama ve evrende kendi yerini bulma yönündeki varoluşsal girişimler olarak tanımlanabilir ve ‘’Ya kendi kendine boğulursan?’’ diyerek de yaşama dair korkularını dile getirir. Sürekli olarak kendi yaşadıklarından anlam çıkarmaya çalışır: ‘’Benim durumum bir mutluluk değil, kayıtsızlık değil, zayıflık değil, yorgunluk değil, hiçbir şeyle ilgili değil. Öyleyse ne? Kafamda ortaya çıkan her şey köklerinden değil, ortasından bir yerden büyüyor’’ Psikanalistlere göre bu durumu çocukluk psikolojisinden kaynaklanıyordu. Nevrotik bilinç yalnızca ıstırabın varlığını kaydeder ama nedenlerini anlamaz ve ortadan kaldırmanın yollarını bulmaya yardımcı olmaz. Öte yandan biyografi yazarları, ‘’gölgesi çok büyük olan adam’’(Kafka’nın kendisine verdiği adla) ile ilgili işlevsel psikasteni belirtileri görme eğilimindedir. 

    Kafka’nın günlüklerini derinlemesine inceleyen bilim insanı Darly Sharp şu sonuca vardı; ‘’Klinik açıdan Kafka’nın durumu nevrotik depresyon olarak nitelendirilebilir. Diğer semptomlara(endişe, çaresizlik, düşük özgüven, güvensizlik ve özeleştiri) rağmen depresyon, kararsızlık, tutarsızlık, uyuşukluk, uykusuzluk ve kronik baş ağrıları da vardı. Ve dış dünyaya karşı hiçbir şekilde bilincini açmadığı için tüm bunları sadece yazdıklarından öğreniyoruz’’

    Kafka babasının ısrarıyla Prag Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi ve 1906’da üniversiteden mezun oldu. Bir hukuk bürosunda zorunlu bir yıllık stajını tamamladı ve bu süreç bu mesleğin kendisine göre olmadığını tamamen kabullenmesine neden oldu. Daha sonra ticari bir ofiste iş buldu ama orada da sadece birkaç ay çalıştı. Günlüklerinden birinde şöyle yazdı; ‘’Her sabah, benimkinden daha güçlü ve daha kararlı bir karakter için gerçekten harika bir şekilde intihar etmeye yetecek kadar umutsuzluk içindeyim’’ Daha sonra 1922 yılına kadar çalıştığı sigorta kurumuna geçiş yaptı. Buradaki en büyük avantaj kendisinin hemen yararlandığı öğleden sonra 2’ye kadar yarı zamanlı çalışma fırsatıydı. 

    Kafka iş yerinde düzgün ve çalışkan biri olarak biliniyordu ve yönetim ona değer veriyordu. Yavaş ama emin adımlarla kariyer basamaklarını tırmandı ve zamanla kıdemli bir sekreter oldu. Sağlık sorunları yaşamaya başladığında patronu kendisi için ek izinler konusunda ısrar etti ve bu izinleri süresiz olarak uzatacağını da belirtti. Böylece 1918 ve 1919 yılları arasında Kafka tüm zamanını sanatoryumlarda geçirdi. Yazmak ve büroda çalışmak onun için her zaman birbirini dışlayan bir durum olmuştur: ‘’Birinden elde edilen en küçük mutluluk, diğeri için daha büyük bir felakete dönüşüyor’’

    Bir insanın kapasitesinin çok üstündeki çalışma biçimi sağlığı üzerinde oldukça kötü bir etkiye sahipti. Öğleden sonra işten eve döndüğünde uyur, gece yarısı uyanır ve sabaha kadar yazar, sonra da işe giderdi. Bürodaki işlerinin başka herhangi bir çalışan tarafından yerine getirilemeyeceği ve başladığı bir hikâyenin kimse tarafından bitirilemeyeceği düşüncesi her zaman içini bunaltırdı. Kafka’nın mektuplarında ve günlüklerinde işinden bahsederken mesleğine karşı hiçbir sevgi duymaması ve umutsuzluk içinde olması kendi yaşamına dair nefretinin ölçülemez derinliğini gösteriyor. 

    Tüm bu zor günlerine rağmen Hermann Kafka oğluna tıpkı çocukluğundaki gibi davranmaya devam ediyor, ona hakaretler yağdırıyor ve sürekli aşağılıyordu. Saat 2’den sonra –ona göre- hiçbir iş yapmamasını kabul edilmez buluyordu, onu tembellikle suçluyordu. Saat 2’den sonra bir mağazada çalışması için ona ısrar ediyordu. Daha sonrasında damatlarından biri asbest fabrikası satın aldığında, babasının ısrarıyla Kafka onun ortaklarından biri olmak zorunda kaldı. Özellikle damadı cepheye seferber edildiğinde ve kârsız girişimin yönetimi tamamen onun omuzlarına yüklendiğinde bu onun için ciddi bir yıkım süreci oldu. Bir dönem öyle bir ruh hâline bürünmüştü ki, zaten olumsuzluklarla dolu bilinci artık tek çıkar yolunun intihar olduğuna inanmaya başlamıştı ve bu bağlamda Max Brod’a bir veda mektubu bile yazdı. Brod bu mektup karşısında endişelenerek Kafka’nın ailesine ulaştı ve onları ek çalışmalardan kurtulması ve kendisine zaman ayırabilmesi için zor da olsa ikna edebildi. Ancak Kafka saat 2’ye kadar çalıştığı işten de defalarca ayrılmayı düşünse de kararsızlığı onu bunu yapmaktan alıkoydu. Bir dönem işinden feragat edip evlenmek de istedi ancak sadece yazarak ailesini geçindiremeyeceğinin de farkındaydı. Bu yüzden kadınlarla ilişkileri de ona acı çektiriyordu.

    AŞKIM SEN BENİM KENDİMİ İNCİTTİĞİM BIÇAKSIN

    Kafka öğrencilik günlerinde günlüğüne ‘’Kadınlara kolayca âşık oldum, onlarla eğlendim ve onları kolayca terk ettim’’ diye yazmıştı. O dönemlerde kafelerin müdavimiydi. Garson kadınlarla tanışmaktan çekinmezdi. Bazen de genelevlere giderdi. Bununla birlikte sınıfındaki kızlara karşı da oldukça utangaç tutumlar sergiliyordu. Birçok platonik duygu beslediği kadın olsa da ilk defa yirmi dokuz yaşındayken ciddi bir ilişkiye karar verebildi. 

    Yirmi beş yaşında bir sekreter olan Felicia Bauer, görünüşüyle ilk görüşme sırasında Kafka üzerinde son derece olumsuz bir izlenim bıraktı. Kafka o gün hakkında günlüğüne; ‘’Boşluğu gösteren kemikli, boş bir yüz. Neredeyse kırık bir burun. Sarı, seçici olmayan saçlar ve kalın bir çene’’ Ancak daha sonra Kafka, onunla beş yıl süren bir mektuplaşmaya başladı. Felicia’ya yaklaşık dört yüz elli mektup gönderdi, ona hikâyeler adadı ve sonunda da ona âşık olduğunu söyledi. Bauer de Kafka’ya karşı aynı duygularda olduğunu söyledi. 1914 yılında ve 1917 yılında iki defa nişanlansalar da ilişki nihayete ermedi. 

    Bu ilişkinin en büyük özelliği yalnızca mektup düzleminde gelişmiş olmasıydı. Muhtemelen Kafka, Felicia’ya kendi kafasında bir imaj biçti ve onu ilham perisi olarak gördü. Yüz yüze görüşmeleri son derece nadirdi ve genellikle de bu nadir görüşmeler Kafka’da hayal kırıklığına neden oluyordu. Kendisinin de yazdığı gibi; ‘’Mektuplar dışında Felicia ile bir kadınla ilişki içinde olmanın zevkini asla hissetmedim’’

    İlk nişanın bozulması Kafka’nın Felicia’ya ve Felicia’nın babasına yazdığı mektuplarda bilinçli olarak kendini küçük düşürmeye çalışmasıyla oldu. Mali açıdan iflas ettiğini, yaşam koşulları konusunda çok seçici olduğunu, yalnızca yaratıcılığa odaklandığını ve genel olarak yalnızlık için yaratıldığını bu mektuplarda vurguladı. Gerçeği ise günlüğüne şu şekilde yazdı; ‘’Evlenmeye karar verdiğimde uykularım kaçıyor, başım ağrıyor, umutsuzluk içinde hayal kuruyorum.’’ Ancak bu durumdan pes etmeyen Felicia, araya arkadaşı Grete Bloch’u soktu. Felicia’nın planın göre Grete, Kafka’nın Felicia’yla evlenmesi konusunda onu ikna edecek, bu ilişkiye aracılık yapacaktı. Ancak Grete ve Kafka’nın yazışmaları uzadıkça uzadı ve en sonunda Kafka Grete’ye âşık olduğunu yazdı. Bunun üzerinde ilk başlarda tereddüt içinde kalan Grete, en sonunda mektupları Felicia’ya göstermeye karar verdi ve böylece nişan bozulmuş oldu. Üç yıl geçtikten sonra Felicia tekrar Kafka’ya mektuplar yazmaya başladı ve yine yazışma aracılığıyla bir ilişki içine girdiler. Ancak Kafka’nın ikinci nişandan vazgeçmesi de kendisine konulan verem teşhisini öne sürerek gerçekleşti. Çok sonra Kafka bir arkadaşına şunu söyledi; ‘’Felicia harika bir kadın ama aşırı derecede burjuva görüşlere bağlı. Onunla evlenmek, Avrupa’nın içine daldığı tüm yalanlarla evlenmek demektir’’

    1919’un başında Schelesen’de sanatoryumda tedavi görürken bir şapka dükkânının neşeli ve güzel sahibi Yulia Vokhrytsek ile tanıştı. Aynı yılın yazında nişanlandılar. Ancak kasım ayında yapılması planlanan düğün, daire kiralama sorunları nedeniyle ertelendi. Bu boşluk esnasında Kafka, yeniden depresyona sürüklendi ve ilişkiden soğumaya başladı. Ertesi yıl gazeteci Milena Jesenska ile tanıştı ve ona âşık oldu. Yulia bunu öğrendiğinde Kafka’yı terk etti. Tüm bunlardan bahsettiği mektubunda kardeşine Kafka, ‘’İnsanlarla böyle oynuyorum’’ diye yazdı. 

    Milena Jesenska Kafka’nın yazdıklarını Çekçe’ye çevirdi ve edebiyat eleştirmeni Ernst Pollak ile evlendi. Ancak tüm bunlar Kafka’nın Milena’ya olan tutkusunda herhangi bir azalmaya yol açmadı. Milena’yı kocasını terk etmeye ve Prag’a taşınmaya ikna etti. Fakat bu kez ilişkileri sadece dört görüşme ve pek çok mektupla sınırlıydı. Ona karşı olan tüm duygularını bu mektuplar aracılığıyla yazdı. Max Brod, Milena’nın kararsızlığının Kafka’nın hastalıklarının ağırlaşmasına neden olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle sürekli bu mektuplara devam etmesinin kendini hırpalamaktan başka hiçbir işe yaramadığını ona söylüyor, bundan vazgeçmesi gerektiğini dile getiriyordu. 

    Kafka kırk yaşına geldiğinde son aşkı on dokuz yaşındaki Dora Diamant ile Baltık kıyısında, Berlin Yahudi Evi’nin yaz kampında tatil yaparken karşılaştı. Dora Diamant, Kafka’nın kendisini iyi hissetmesine neden olmuştu ve Kafka da onu hayatını toparlayabilecek tek kişi olarak görüyordu. Sonunda Dora’nın etkisiyle nefret ettiği Prag’ı tamamen terk etmeye ve sevgilisinin yanına Berlin’e yerleşmeye karar verdi. Hastalığına rağmen hayatının son on ayını Dora ile birlikte geçirdi. 

             

    Kafka’nın kadınlarla olan tüm ilişkileri kararsızlık, korku, şüphelerle sınırlı değildi; aynı zamanda Kafka üzerine araştırma yapan psikiyatrilere göre sadomazoşizm izleri de taşıyordu. Günlüğüne yazdığı, ‘’Aşkım, sen kendimi incittiğim bıçaksın’’ cümlesi de bunu ele veriyordu. 

    Kafka’nın genel olarak kadınlara karşı tutumu ‘’kararsız’’ olarak nitelendiriliyor. Sekse olan bağlılığının yanı sıra, yazılarında ‘’Kadınlar, erkeklerin onları kendi sınırlarına çekmesi için her yerde kurulan tuzaklardır’’ gibi ifadeler yer alıyor. 

    İlk seks deneyimini genelevde yaşamıştı. Ancak bu ilk deneyim onun için ‘’son derece korkunçtu’’. Genç Kafka için bu bir travma oluştursa da cinselliği oldukça seviyordu. Bu cinselliği genelevlerde, gittiği kafelerdeki garson kızlarla gelişigüzel yaşadığı için de cinsellik algısı kafasında farklı şekillenmişti. Dolayısıyla değer verdiği kadınlara karşı bu cinsel dürtüleri gösteremiyordu ve bundan utanıyordu. Milena’ya yazdığı bir mektupta bu durumu, ‘’Ben kirliyim, Milena, sonsuz kirliyim’’ gibi cümlelerle belirtiyordu. Bazı zamanlarda cinsel arzularıyla başa çıkamamak da onu yoruyor, farklı bir utanç duymasına neden oluyordu. Günlüğünün bir sayfasına, ‘’Cinsiyetim beni eziyor, gece gündüz bana eziyet ediyor, onun ihtiyaçlarını karşılamak için korku ve utancın ve hatta üzüntünün üstesinden gelmem gerekiyor’’ diye yazmıştı. 

    BEN EDEBİYATÇIYIM

    Kafka için yazmak bir ihtiyaçtı, tüm hayatının anlamıydı. Mektuplarından birinde, ‘’Ben tamamen edebiyatım ve başka bir şey olamam, olmak istemiyorum’’ diye yazdı. Günlüğünü okuduğumuzda, ‘’Edebiyatla ilgisi olmayan her şeyden nefret ediyorum’’ dediğini okuyoruz. Yazmak onu tamamen içine aldı ve diğer alanlarda kendini gerçekleştirebilmesine yer bırakmadı. Tüm bu duygularına rağmen yeteneği olduğuna asla inanmadı, kendisini ‘’yeteneksiz bir cahil’’ olarak gördü. Çocukluğundan gelen özgüven eksikliği onu hayatının sonuna kadar bırakmadı ve bu ona babasının hediyesi oldu. Hatta öyle ki, yazma yeteneğine dair, ‘’Benim tarafımdan yüksek sesle ifade edilen her görüş hemen ve sonunda anlamını yitiriyor’’ dedi. 

    Edebiyat eleştirmenleri Kafka’nın kitaplarının hangi yöne ait olduğu konusunda tek bir görüşe sahip değiller. Periyodik olarak varoluşçuluğa, modernizme, ardından büyülü gerçekliğe dahil edilirler. 

    Kafka 1924’te öldükten sonra Milena Jasenska gazeteye onun hakkında bir yazı yazdı:

    ‘’Onu çok az kişi tanıyordu. Çünkü o yalnızdı. Etrafındaki dünyayı bilen ve ondan korkan bu münzevi bilgeye hastalık inanılmaz bir duygu inceliği bağışladı. Kararsız, çekingen, yumuşak ve nazikti ama yazdığı kitaplar dehşet ve ıstırapla doluydu. Dünya hakkındaki bilgisi olağanüstüydü ve çok derindi. O ne yazık ki alışamadığı bu derin dünyayı çok fazla kişiselleştirdi’’

    Milena, Alman hapishanelerinden ve toplama kamplarından geçtikten sonra 1944 yılında böbrek yetmezliğinden öldü. 

     

    Kaynakça:

    1)Franz Kafka/Babaya Mektup

    2)Franz Kafka/Milena'ya Mektuplar

    3)Darly Sharp/The Secret Raven

    4)Claude David/Franz Kafka

    5)Max Brod/Franz Kafka

    6)Reiner Stach/Kafka The Years Of Insight

    7)Klaus Wagenbach/Kafka: A Life in Prague 


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.