GEÇMİŞE DÜRTÜSEL BİR BAKIŞ; TEKRARLAMA ZORLANTISI

GEÇMİŞE DÜRTÜSEL BİR BAKIŞ; TEKRARLAMA ZORLANTISI
  • 10
    0
    0
    1
  • Bazı insanlar hatta günümüzde çoğunluk olarak bizler, geçmişteki deneyimlerimize çok benzer olaylar yaşayabiliriz. Bu deneyimler pozitif eğilimli olabileceği gibi travma kaynaklı da olabilir ve bunlar şuan olduğumuz kişiliğimizi oluşturan başlıca faktörlerdendir. Aslında bu duruma bir nevi Ouroboros (kendi kuyruğunu yiyen yılan) durumu da denilebilir. 

    Geçmişin zihinlerde sonsuz tekrar etme durumu çoğunlukla çocukluk dönemindeki travmalar ve çözülmemiş, yarım bırakılmış hikayelerden gelir. Kişi çoğunlukla bu durumu bastırır ve yetişkinliğinde yaşamış yada yaşayacak olan yeni hikayelerinde aynı örüntüyü oluşturma eğilimindedir. Örnek olarak; Ebeveynlerinden yoksun olarak büyüyen bir çocuğun ileride kuracağı ilişkilerde kendini suçlama durumu söz konusu olabilir. Aslında kendi öyküsünün ilk zamanlarında ondan mahrum bırakılan bu duygu onun suçu değildir elbette fakat kişi bu mahrumiyeti ‘‘Terk edildiğime göre bir hata yapmışımdır, terk edilmeyi hak ettim’’ şeklinde algılayabilir ve duygularını bastırma eğilimi yaşar. Bu şemada iki farklı durum ortaya çıkabilir; Ya kişi kendini korumaya almak için duygusal ilişkilerin içinde yer almak istemeyebilir ve biz bunu kaçma eğilimi olarak da adlandırabiliriz ya da çok fedakar bir yapı göstererek duygusal anlamda hayal kırıklığı yaşamaya çok müsait bir durum geliştirebilir. Başka bir durum olarak da çocukluğunda özellikle anne veya babası tarafından çokça aşağılanan ve işe yaramaz hissettirilen birey ileride de kendi çevresini aynı karakterde, kendisine aynı duyguları hissettirecek kişilerle donatabilir. Çünkü onun alışık olduğu duygu bu duygudur ve bu şekilde kendini güvende hisseder. Fakat bu travma çözülmedikçe, tıpkı bir çığ misali gibi büyüyerek daha ağır koşullarda yineleyen bir travma daha yaşanması çok olasıdır.

    ‘‘Psikanalitik psikoterapinin varsayımlarından bir tanesi, çocukluk acılarımızı tekrarlayıp durduğumuzdur. Freud buna "tekrarlama zorlantısı" adını vermiştir. Alkolik bir kişinin çocuğu bir alkolikle evlenir. Taciz edilen çocuk ya bunu tekrar eden biri ile evlenir ya da kendisi istismar eden bir yetişkin olur. Cinsel olarak kötüye kullanılmış çocuk, bir fahişe olabilir. Aşırı kontrol edilen çocuk diğerlerinin onu kontrol etmesine izin verir.’’ (Jeffrey Young, Hayatı Yeniden Keşfedin, s. 22, Psikonet)

    Tekrarlama zorlantısı meselesinde Freud’un Haz İlkesinin Ötesinde çalışmasına dahil ettiği ünlü bir gözlemi de vardır. “Makara Oyunu” Freud’u tekrarlama zorlantısı fikrine götürür;

    Ernst, oldukça uslu bir bebektir. Annesinden saatlerce uzak kalsa da ağlamaz. Oysa ki annesine de oldukça bağlıdır. Anne evden çıktıktan sonra bebek, oyuncaklarını odanın uzak köşelerine atma oyunu oynar. Hatta alt kısmı perdeyle çevrili yatağının altına da fırlatır eşyalarını. Oyuncaklarını atarken de o-o-o-o şeklinde ses çıkarır. Bu sesi annesi ve Freud “fort” yani “uzakta, gitti” olarak yorumlar. Bebek bir gün ip dolanmış tahta bir makarayı, etrafı perdeyle çevrili yatağın altına atarken ve makarayı çekerken gözlemlenir. Makara yatağın altına gittiğinde yine o-o-o-o diyen Ernst, makarayı çekip çıkardığında “da” (işte, geldi) der. “Uzakta, gitti” ve “işte, geldi”

    Bu gözlem Freud’u haz ilkesinin ötesine bakmaya sevk eder. Yani annenin her akşam eve geri gelmesinin, makaranın çekince tekrar belirmesinin yarattığı hazzın ötesine… Çocuk, annenin gelişiyle duyduğu hazzı oyununda yineliyor değildir. Freud, Ernst’ün oyununda daha çok makaranın yok oluşuna odaklanıyor ve diyor ki çocuk bu yaşantıyı (annenin gidişini) başka bir güdümle oyunlaştırıyor:

    “Başlangıçta çocuk pasifti, yaşantıya maruz kalıyordu; oysa hoşnutsuzluk verse de durumu oyun gibi yineledikçe aktif bir rol almaya başladı. Bu çaba, anının haz verip vermediğinden bağımsız hale gelmiş bir egemen olma dürtüsüne bağlanabilir.” (Freud S., Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd, s. 32, Metis)

    Tüm bunlardan yola çıkarak insanın dürtüsel olarak seçmiş yada davranışsal olarak göstermiş olduğu hareketlerin çoğunluğu, tıpkı bir yapboz parçası gibi birbirine bağlı bir örüntüden meydana gelmektedir. Çoğunlukla bu durum kaderin bir parçası olarak algılanabilir, fakat burada atlanmaması gereken bir şey vardır; insan nefes aldığı müddetçe her şey onun elindedir. Bu durumda kolay olanı seçip ‘‘kadercilik’’ oynayarak ‘‘kurban’’ rolünü üstlenmek de bir tercihdir. Ama unutulmamalıdır ki geçmişteki aynı girdilerden aynı çıktıları alıyorken, farklı girdilerden de farklı çıktılar alabiliriz. 

    ‘‘Sorunlarımızı, onları yaratırken kullandığımız düşünce şekli ile çözemeyiz.” (Albert Einstein)


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.