Suyun üzerine bırak kendini, saçların tuzlu suda kendi halinde kıvrılsın.
Deniz sarılsın sana, tuzu sarsın her bir zerreni.
Ciğerlerinde hisset iyot kokusunu...
Martıların çığlıkları kahkahalara dönüşsün, güneşin sıcaklığını hisset.
Rüzgar öpsün yanaklarından, tenine dokunan her bir damla senin olsun!
Küçük bir akarsuyun kıyısında, buzul çağından bugüne kadar ayakta kalmış Yalankoz ağacının en cılız dalısın sen. Yalankoz ağacını kesmek uğursuzluk getirdiği için, ömrünün sonuna kadar orada kalmaktan korkuyorsun. Gördüğün manzaraya alışkın, türüne aşinasın. Yaşam senin olduğun yerde ne kadar güvenli ve kolay olursa olsun, içinde bir güç itiyor seni bilinmeze.
Sen suyun diğer yakasını da merak ediyorsun. Karşıdan nasıl göründüğünü, nereye döküldüğünü, nereye kadar kıvrıldığını, ne kadar berrak, ne kadar derin olduğunu. Artık rüzgardan güç alıp suya dokunmak yetmiyor sana, onunla olmak, süzülmek istiyorsun...
Bir kış başı , sert bir rüzgar sarsıyor Yalankoz ağacını, suya yakın olan sen neden sonra olduğun yerden kopup düşüyorsun. Damlalar sarıyor seni, soğuk su tüm kalbine işliyor, sonunda oluyor, sonunda birliktesiniz... Fakat çetin bir kış gününe geliyor kavuşmanız, herşey hayallerindeki gibi kolay olmuyor. Dalgalar hırpalıyor önce seni, oradan oraya savrulan bedenin, yolunun üzerinde her kayadan da nasibini alıyor. Ara ara dalgalardan korunmayan çalışan küçük kuşlar dinleniyor göğsünün üstüne konup. Buz gibi suda sürükleniyorsun bilinmeze. İçinde buruk bir zafer hissi. O kadar soğuk, o kadar zor ki yolculuk, parmak uçlarında yeni açmış bir iki küçük yaprağında dayanamıyor, kopup düşüyorlar.
Gözlerin kapalı kendini suya teslim ediyorsun. Yıllardır kavuşmayı beklediğin sevgilin gibi, seninim diyor, onun seni götüreceği yerlere sorgusuz sualsiz boyun eğerek eşlik ediyorsun.
Uzun, zor ve soğuk kış günlerinin sonunda, nihayet bahar geliyor. Sen artık, o eski sen değilsin. Daha tecrübeli, daha yorgun, daha bilge, daha kendinsin. Yavaş yavaş güneş çıkıyor gökyüzünde, neden sonra o ince yol, koca bir okyanusa dökülüyor.
Bahar geliyor, ısınıyorsun, yenileniyorsun.
Kimse kesmeye kıyamazken, bir Yalankoz ağacının, kendi isteğiyle güvenli koynundan kopup okyanusa ulaşan tek ferdi sen oluyorsun. Deniz yıldızları dans ediyor etrafında, parmak uçların yeşeriyor. Islak ve sert kabuğunun altındaki yumuşak kalbine doluyor bahar rüzgarları.
Sen artık, sensin!
Olmak istediğin yerdesin.
Çektiklerin, yaşadıkların, aldığın yaralar, heyecanların, korkuların, sevinçlerin, gözyaşların ve geldiğin bu yol, seni şuan olduğun haline, sana dönüştürüyor.
Keşke kendini görebilsen ne güzelsin!
Kuşlar geçiyor başının üstünden ve bulutlar..
Gün doğuyor ve batıyor.
Gece yıldızlar oluyor yol arkadaşların.
Okyanus her gece koynuna alıyor seni.
Her sabah öperek uyandırıyor.
O da seni seviyor.
Tenini, kokunu, sustuklarını, gülümsemeni.
Seni tanıyor, sen de
O’nu. Uzun yolların ve yılların sonunda artık bir oluyorsunuz.
Okyanus minnettar, çünkü biliyor;
Sen, O’na hediyesin!
Sen, O’na *tanrının hediyesisin...
*Yalankoz / Pytherocarpa fraxinifolia ağacının yerel adı "Rahmani" dir. Arapça "Tanrı'nın hediyesi" anlamına gelmektedir.
Yorum Bırakın