1933’te Martin Heidegger, Heidelberg’de hem arkadaşı hem de meslektaşı Karl Jaspers’i ziyaret etmişti. Hızlı akan günlerin ve uzun sohbetlerin ardından Jaspers’in yanından ayrılırken nasyonal sosyalizmin güçlenmesine atıfta bulunarak, ‘’desteklemeliyiz!’’ dedi. Jaspers bu söz karşısında hayal kırıklığının da getirisiyle suskunluğu tercih etti ve herhangi bir yanıt vermedi. 1 Mayıs 1933 günü Heidegger, Freiburg Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasından on gün sonra nsdap’a katıldı. Böylece o dönemin önde gelen iki filozofu, kendilerini nazi Almanya’sındaki ideolojik bölünmenin zıt taraflarında buldular.
Karl Jaspers ve Martin Heidegger 1920 yılında, Edmund Husserl’in doğum günü partisinde tanıştılar. Jaspers o zamana kadar Genel Psikopatoloji(1913) ve Pyschologie der Weltanschauungen(1919) çalışmalarını yayımlamış ve ismi geniş çevrelere ulaşmıştı. Heidegger’den yaş olarak daha büyük ve daha ünlüydü ancak Heidegger’in ismini gerek bir öğretici olarak gerekse de felsefi metinleri yorumlamadaki bakış açısını beğenmiş biri olarak onunla uzun zamandan beri tanışmak istemişti. Genç Heidegger’in başyapıtı olarak kabul edilen Varlık ve Zaman’ı yayımlamasına henüz yedi yıl vardı ancak seminerleri çok fazla dikkat çekiyordu. Hannah Arendt daha sonra akıl hocası Heidegger’in o dönemleri hakkında şöyle söylemişti; ‘’Heidegger’in bütün fırtınalı düşünceleri iki bin yol sonra bile Platon’un yazılarından bize doğru esen bir kasırga gibiydi. Bizim yüzyılımızdan gelmiyordu. Tüm mükemmel düşüncelerin kaynağındaki gibi, sanki Antik Çağ’a ait bir mükemmel taşıyordu bu düşünceler’’
Uzaktan bakıldığında Jaspers ve Heidegger’in felsefe dışında hiçbir ortak noktası yoktu. Orta-üst bir aileden gelen Jaspers, hukukçu olan babasının da isteğiyle hukuk eğitimine başlayıp daha sonradan bunun kendisine göre olmadığını anlayarak tıp eğitimi almış ve uzmanlık olarak psikiyatriyi seçmiş biriydi. Heidegger’in ise pek seçim şansı yoktu. Maddi durumu çok iyi olmayan bir ailenin içine doğmuştu ve eğitim için kilisenin maddi desteğine muhtaçtı. Babası kilise görevlisi olduğu için kiliseden eğitim için gerekli yardımı alabildi ancak kilisenin eğitim için maddi destek vereceği kişilere bir şartı vardı: destek verilecek kişiler kesin olarak teoloji eğitimi alacaklardı. Bu da Heidegger’in Freiburg Üniversitesi’nde ilahiyat eğitimi almasıyla sonuçlandı. Bu farklılıkların içindeki tek ortak ışıltıları olan felsefe, aslında diğer tüm farklılıkları yok etmeye yetecekti. Çünkü ikisinin de felsefenin gelişim sorunu hakkında ortak görüşleri vardı. İkisi de üniversitelerin vasat eğitimlerine karşı çıkıyorlar, bu konuda benzer görüşleri paylaşıyorlar ve gizliden gizliye de dünyayı benzer konularda dünyayı değiştirme hayalleri kuruyorlardı.
1920’de tanışmalarının ardından kırk yıldan fazla sürecek olan ve 1969 yılında Jaspers’in ölümüyle sona eren düzenli mektuplaşmaları başladı. Toplamda yüz elli beş adet olan mektupların bazıları ‘’gönderilmedi’’ olarak işaretlenmiştir. Mektuplar aracılığıyla birbirlerine hem fikirsel hem de ruhen daha da yaklaşırlar. Mektuplar aracılığıyla birbirleriyle dünya görüşlerini, felsefe görüşlerini, kişisel yaşamlarını, kısaca her şeyi paylaşırlar ve yoğun mektup alışverişlerinin yanı sıra bir araya da gelir –bu çoğunlukla Jaspers’in Heidelberg’deki evinde olmuştur- ve mektuplara sığmayan dostluklarına yüz yüze uzun sohbetlerle doymaya çalışırlar.
Karl Jaspers’ten Martin Heidegger’e
Heidelberg, 6 Eylül 1922
Nasıl birlikte yaşadığımızı hayal ediyorum. Her birimiz kendi odalarında(karım uzaklarda) istediğimizi yapıyor ve ayrıca istediğimiz zaman konuşma imkânı buluyoruz –özellikle de akşamları.
Martin Heidegger’den Karl Jaspers’e
Freiburg im Breisgau, 19 Kasım 1922
Sevgili Bay Jaspers!
Seninle geçirdiğim sekiz gün, her an aklımda.
Karl Jaspers’ten Martin Heidegger’e
Heidelberg, 5 Aralık 1929
Sevgili Heidegger!
Çok eski zamanlardan beri, bugün kimseyi seni dinlediğim kadar hevesle dinlemedim.
Her ikisi de Heinrich Rickert ve Edmund Husserl’in baskıladığı metodik felsefe tarafından kendilerini ve hatta felsefenin de kısıtlanmış olduğunu hissediyorlardı. Aslında her ikisi demek biraz abartılı sayılabilir çünkü Heidegger’in tutarsız davranışlar gösterdiği bilinir. Jaspers, Husserl’in küçük burjuva doğasını sevmiyor, öğrencilerine aktardığı felsefede formalite dayatmasına öfkeleniyordu. Heidegger ise 1916’daki üniversite çalışmasını Rickert’e adamıştı. Ancak daha sonra Rickert’in yetersiz ilgisi yüzünden ondan uzaklaşmaya başladı. Daha sonradan 1927 yılında yayımlanan Varlık ve Zaman’ı Husserl’e ithaf etti ve onun bu kararı Jaspers’i onun tutarsızlığı üzerinde düşündürmeye başlattı. Eleştirdiği insanlar hakkında bu tarz hareketlere girişmesi çok iyi vakit geçirdiği meslektaşının samimiyet ve açık sözlülükten yoksun olduğunu hissettiriyordu. Aslında bu şüphelerin ilk ortaya çıkması, Jaspers’in ‘’Üniversite Fikri’’ adlı makalesiyle Heidegger’in alay ettiğini birden çok kişiden işitmesiyle başladı, çünkü bunu onun yüzüne karşı sorduğunda Heidegger keskin bir tavırla bunu yalanladı fakat birbirleriyle pek de iletişim hâlinde olmayan şahitlerin birbirlerinden bağımsız söyledikleri cümleler bu alay etme durumunu doğruluyordu. Her ne kadar içindeki şüpheyi dindirememiş olsa da Jaspers, ona inanmayı tercih etti.
İlerleyen zamanlarda ortaya çıkacak olan siyasi anlaşmazlıkları aslında zıt karakterlerinin uyuşmazlığına sadece küçük bir örnek olarak bile gösterilebilir. En önemsiz meselelerde bile tamamen birbirlerinden farklıydılar. Jaspers, ‘’içgörünün temeli’’ne bağlı olarak çalışmaları konusunda rahat hareket ediyordu, Heidegger ise bunu disiplin eksikliğine bağlayarak onu kınıyordu. Bir gün Jaspers’in geç uyanmasına ve uyandıktan sonra da kanepede yatmaya devam etmesine karşılık Heidegger sinirli bir şekilde; ‘’Hiç çalıştın mı ya da çalışacak mısın?’’ diye sormuştu. Aralarında bu gibi gerilimlerin olmasının en büyük sebebi de karakterlerinin temelinden, aşılmaz farklılıkların getirisinden kaynaklanıyordu.
1932 ve 1933’te filozoflar birbirlerine sadece birkaç mektup gönderirler, ardından uzun bir sessizlik başlar. Savaş öncesi dönemin son mektubu 16 Mayıs 1936 tarihlidir. Bu mektup, Jaspers tarafından gönderildiği kayıtlı olan ancak Heidegger’in arşivinde bulunamayan bir mektuptu. Belki de mektup muhatabına ulaşmadığı için iletişimlerinde bir kesinti olduğu da düşünülebilir. Jaspers 1942 ve 1948 yıllarında yazdığı mektupları göndermemeyi tercih eder. Kişisel mektupların bu denli sekmeye uğramasının aksine akademik yayımlarını sürekli birbirlerine göndermişlerdir.
21 Nisan 1933 yılında Heidegger, Freiburg Üniversitesi’nin rektörü olarak seçildi. On gün sonra, 1 Mayıs’ta nsdap’a(nasyonal sosyalist işçi partisi) katıldı ve 20 Mayıs’ta tüm üniversite rektörlerinin Adolf Hitler’e gönderdiği ortak bir telgrafın altına imzasını attı. Ardından rektör olarak ilk konuşmasını gerçekleştirdi(Die Selbstbehauptung der deutschen Universitat). Bu konuşma Heidegger’in nazizmi alenen onaylaması olarak değerlendirildi. Bazı meslektaşları onaylamanın aksine, konuşmanın Hitler’e bir meydan okuma ve üniversitelerin özerkliğini savunma girişimi olarak değerlendirse de ilk yaklaşım genel gerçek olarak kabul edildi. Bu konuda fikir ayrılıklarının oluşmasının sebebi Heidegger’in karmaşık dilinin net olarak anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Heidegger konuşmasında ‘’bilimin Alman üniversitelerinin gövdesini şekillendiren güç hâline gelmesi gerektiğini’’ belirtir. ‘’Bilim’’ kavramını Alman halkının tarihsel mücadelesiyle ilişkilendirir. ‘’Alman üniversitelerinin özünde olan iradenin Alman halkının tarihsel misyonunun yanı sıra bilim iradesi’’ olduğunu söylediği konuşmasını, Alman halkına ‘’tarihi misyonlarını yerine getirmeleri’’ çağrısıyla sonlandırıyor. Tarihçi Hugo Ott, Heidegger’in ısrarı üzerine profesörlerin göreve geldiklerinde nasyonal sosyalist işçi partisi’nin marşını(horst-wessel-lied) söylediklerini ve parti selamıyla selam durduklarını yazıyor. Aynı zamanda Heidegger diğer profesörler arasında cadı avı başlatmaya çalışır ve öğrencilere de askeri işlerle ilgilenmeleri öğütlerini verir. Kısa sürede sözlerinin neredeyse yasa hâline geldiği üniversitede tüm bu davranışlarıyla birlikte bundan sonrasında da sert ve buyurgan tavırları, Freiburg’un seçkin profesörleri tarafından protestoyla karşılanıyor ve istifası isteniyor.
1933 yılının Haziran’ında Heidegger, Jaspers’in de çalıştığı Heidelberg Üniversitesi’nin öğrenci derneğinde bir başka konuşma yapıyor ve bununla birlikte Jaspers, artık Heidegger’le aralarında yatan derin uçurumun açıkça farkına varıyor. Ve bu uçurum Heiddeger’in bir meslektaşına Uluslararası Yahudi Birliği’nin ciddi anlamda tehlikelerinden bahsetmesini duymasıyla daha da derinleşiyor.
Bir gün Jaspers’in evinde bir araya geldiklerinde Jaspers ona Hitler gibi eğitimsiz bir adamın Almanya’yı nasıl yönetebileceğini sorduğunda, Heidegger yanıt olarak, ‘’eğitim tamamen önemsiz’’ diyor ve ‘’sadece onun harika ellerine bak!’’ diye de ekliyor. Ardından başka konularda konuşmaya başlıyorlar ve konu felsefeye geldiğinde Heidegger masada doğrulup, kızgın bir tonda; ‘’bu kadar çok felsefe profesörü olması utanç verici, Almanya’nın tamamında en fazla iki veya üç tane kalmalı’’ diyor. Jaspers buna karşılık, ‘’kimler?’’ diye sorduğunda ise Heidegger yanıt vermiyor. Her ikisi de defalarca tüm üniversite ortamının yeniden yapılanması gerektiğini, yalnızca aristokratik ilkeye uygun olanların felsefe yapması gerektiğini dile getirdiler. Hem Heidegger, hem de Jaspers diğer meslektaşlarını acımasızca bu listeden çıkardı. Ama o an Jaspers artık durumun değiştini fark ediyor ve buna ek olarak karısı Gertrud Mayer bir Yahudi olduğu için bu ‘’iki veya üç’’ kişinin içinde adı olmayacağını hissediyor.
Üniversite Führeri
1933 sonbaharında Heidegger, Freiburg Üniversitesi’nin ilk rektör-führeri oldu(bu, rektörün artık akademik kadrolar tarafından seçilmeyeceği, Eğitim Bakanlığı tarafından atanacağı anlamına geliyordu). Heidegger’in rektör olarak çizdiği yolun bazı meslektaşlarında nasıl hayal kırıklıkları yarattığını anlamak için rektör olarak yerine geldiği Joseph Sauer’in günlüğünün 22 Ağustos 1933 tarihli sayfasına bakmakta fayda var:
‘’<...>tüm bu karmaşanın nedeni ne yazık ki üniversiteye ciddi yenilikler getirebileceği ümidiyle rektör olarak seçtiğimiz aptal Heidegger’dir. Ne ironi ama! Başta Prusya olmak üzere diğer Alman üniversitelerinin uçuruma doğru sürüklenmede bizi takip etmemelerini ummaktan başka seçeneğimiz maalesef yok’’
Aralık 1933’te Eduard Baumgarten ve birkaç kişi hakkında daha ağır eleştiriler yazar ve bu eleştiriler aslında ihbar niteliğindedir.
Suçlar ve Cezalar
23 Nisan 1934 yılında Heidegger istifasını verir ve istifa 27 Nisan’da kabul edilir. Filozof, savaşın sonuna kadar hem fakülte hem de parti üyesi olarak kalır, ancak bu tarihten itibaren hiçbir parti toplantısına katılmaz(Fakat burada belirtmek gerekir ki 1937’de naziler Jaspers’i üniversiteden kovmasıyla ilgili herhangi bir taraf belirtmemiş ve konu hakkında sessiz kalmıştır, fakat 1938’de Yahudi olan olan Edmund Husserl’in cenazesine katılmamış ve ondan önce de üniversite kütüphanesini kullanmasının yasaklanması emrini uygulamıştır).
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Heidegger, öğretim yasağıyla Freiburg’dan kovuldu. Freiburg Tasfiye Komisyonu’ndan Karl Jaspers’ten kendisi hakkında geri dönmesini talep etmesini istedi. Çünkü o komisyon içinde başka kimsesi yoktu. Jaspers, Heidegger’in tüm yaptıklarını haklı çıkarmasa da eski dostunu apolitik bir idealist olarak nitelendirdi. 1949’da, birkaç yıl süren soruşturmanın ardından Fransız Ordusu Heidegger’i Mitlaufer(nazizme yalnızca pasif bir şekilde sempati duyan, takipçi) olarak sınıflandırdı. Öğretmenlik yasağı 1951’de kaldırıldı. Fakat artık tüm işleyiş, kurallar değişmişti. Artık Jaspers kazananlar arasında, Heidegger ise bir daha asla kazanamayacak olanlar arasındaydı. Fakat her şeye rağmen Jaspers, eski dostuna gerekli tavizleri vermiştir. Bu doğrultuda onun bu tavizlerini sorgulayanlara ise Heidegger’i kendisini uğursuz bir serüvene kaptıran hayalperest bir çocuk benzetmesiyle açıklama yapmaya çalışır. Tüm bu savunusuna rağmen, kendi içinde gerçekten parlak bir zihne sahip olan bir adamın etraftaki karanlığı fark etmesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü ve neden bunu coşkulu bir şekilde desteklediğini hiçbir zaman kavrayamadı. Nihayetinde Heidegger yasal bir ceza almadı, ancak hayatının geri kalanında siyasi sempatileri hakkında da herhangi bir şey söylemedi. Mart 1950’de Jaspers’e bir mektup yazdı ve burada temel bir noktayı italik olarak vurguladı. Jaspers bu pişmanlığı sezdiği için yazışmaları uzun bir aradan sonra kaldığı yerden aynı yoğunlukta, dostça devam etti.
Martin Heidegger’den Karl Jaspers’e
Freiburg im Breisgau, 7 Mart 1950
1933’ten beri evinize gelmedim. Orada Yahudi bir kadın yaşadığı için değil, sadece utandığım için. O zamandan beri sadece evinizi değil, dostluğunuz sayesinde yakınlık hissettiğim Heidelberg şehrini de ziyaret etmedim.
1930’ların sonlarında, korkunç zulümle birlikte sonu gelmeyen olaylar başladığında hemen karınızı düşündüm. O zamanlar burada tanıdığım ve oradaki bölge liderliğiyle yakın bağları olanlardan karınıza bir şey olmayacağına dair kesin güvenceler aldım.
Karl Jaspers’ten Martin Heidegger’e
Basel, 19 Mart 1950
Söyleyeceklerim için beni bağışlayın ancak nasyonal sosyalizmle ilgili olarak tıpkı bir çocuk gibi davrandınız, adeta rüya âleminde gibiydiniz. Ne yaptığını bilmeden, tamamen farklı gördüğü bir girişime körü körüne ve düşüncesizce dâhil oldunuz.
Yine de her şeye rağmen Jaspers arkadaşına gücenmiştir ve bunun telafisi de imkânsızdır. Kendisi de bunun farkındadır ancak elinden bu kırgınlığa dair gelecek bir şey yoktur. Belki Heidegger bütün suçlamaları sonuna kadar dile getirip kabul etse ve karşı taraftan kamu aracılığıya özür dilese daha farklı düşünebilirdi, bilinmez.
Martin Heidegger’den Karl Jaspers’e
Freiburg im Breisgau, 8 Nisan 1950
Her şeye rağmen sevgili Jaspers, ölüme ve gözyaşlarına rağmen, ıstırap ve dehşete rağmen, tüm eziyetlere, temelsizliğe ve sürgüne rağmen gerçekten aydınlanabildik mi? Bütün bunları muhtemelen hiçbir tarihsel inşayla ve sadece teknik olarak düşünerek çözemeyeceğimizi hissediyorum.
Yazın Heidelberg’de ders vereceğinizi duydum. Muhtemelen burada, Freiburg’da kalmaz istemezsiniz ama olur da buradan, Freiburg’dan geçerseniz bana saati söyleyin, en azından elinizi sıkmak için tren istasyonuna geleyim.
Karl Jaspers’ten Martin Heidegger’e
Basel, 26 Mart 1963(Düzeltme: Hannah Arendt)
Sevgili Heidegger!
<…>
Size uzaktan selamlar gönderiyorum, unutmadan, hiçbir şeyi unutmadan, tüm olanların aksine somut olarak tartıştığımız eski günlere dönmek, 1923’te kısa bir an için bile olsa ortak yanlarımızın olduğu o insani yeri yeniden bulmak istiyorum.
Size en iyi dileklerimle.
’Yahudi hemşerilerimiz tehcir edildiğinde sokağa çıkmadı, bunu protesto etmedik<…> bu suçların işlendiği devlette yaşamaya devam ettik. Ancak biz kendimiz, kelimenin ahlaki ve yasal anlamında masumuz. Ama yine de bu devletin vatandaşı olduğumuz için kendimizi ondan ayıramayız. Bu da yeni devletle birlikte suç devletinin yaptıklarından sorumlu olduğumuz anlamına geliyor. Sonuçlarına katlanmak zorundayız’’
Karl Jaspers
Kaynakça:
1)Heidegger&Jaspers/Alan M. Olson
2)The Heidegger-Jaspers Correspondence/Walter Biemel, Hans Saner
3)Martin Heidegger: A Political Life/Hugo Ott
4)Martin Heidegger/George Steiner
5)Philosophieren mit Jaspers und Heidegger/Arno Baruzzi
Metin içinde okuduğunuz Jaspers ve Heidegger'in bazı mektupları ve Joseph Sauer'in günlüğünün 22 Ağustos 1933 tarihli sayfası Yazı Kıtası tarafından, wannart.com için çevrilmiştir.
Yorum Bırakın