Arthur Cravan: Şair, Boksör, Provokatör, Her şey ve Hiçbir şey

Arthur Cravan: Şair, Boksör, Provokatör, Her şey ve Hiçbir şey
  • 1
    0
    0
    0
  • 1913 yılında New York Times, ortalığı birbirine katacak bir haber yayımladı. Bu haber Oscar Wilde’ın hayatta olduğunu söylüyordu. Haberi ortaya atan gazeteci bunun Oscar Wilde'ın imzasını kullanmaktan çekinmeyen, sansasyon için her şeyi yapmaya hazır, hiçbir yazarı, ressamı beğenmeyen ve onlara hakaret etmekten de hiç çekinmeyen(Chagall, Apollinaire ve Maleviç vb) şair yeğeninin aldatmacısı olduğunu bilmiyordu.  

    Arthur Cravan(Fabian Avenarius Lloyd), yirminci yüzyılın başlarında Fransızların ve ardından Amerikan avangart sahnesinin en mistik ve efsanevi karakterlerinden ve Louis Aragon, Andre Breton’un gibi şairlerin çok büyük hayranlık duyduğu birisine dönüştü. Karısı modernist şair Mina Loy’du. Onu anlamak için hakkında birçok araştırma yapıldı, yazılar yazıldı. Ancak o kendisini herhangi bir kalıpta tanımlamaktansa tüm kalıplarla tanımlamayı tercih etti. Balzac’a olan sevgisini boksla birleştiren büyük bir provokatördü. Tek yazarı olduğu kendi dergisini çıkardı, ideolojik olarak herkesle savaştı, yalanlar söyledi, kendisinden sadece Arthur Cravan olarak bahsetti(kendini bir sanayi çağı şövalyesi, pasifik denizcisi, katır sürücüsü, portakal toplayıcısı, yılan oynatıcısı, Oscar Wilde’ın yeğeni(bazen oğlu), devasa ormanlarda oduncu, eski Fransız boks şampiyonu, hırsız gibi sıfatların hepsini bir arada kullanarak tanımladı). Cravan ismini biraz da olsa anlamak, kısacık ömründe(31 yıl) nasıl ün kazandığına ve neredeyse sanat tarihindeki ilk performans sanatçısı hâline istemeden de olsa nasıl geldiğine hep beraber bakalım. 

    Boks yapmayı bilmeden nasıl Fransız boks şampiyonu olunur ve sonra eski bir dünya ağır sıklet şampiyonuyla dövüşülür? 

    ‘’Affedersiniz, -çevremdeki herkes, onu duymadınız mı? Şiir yazan bu boksöre hâlâ aşina değil misiniz?’’ Mina Loy

    Genç şair Arthur Cravan’ın Paris’te yaşadığı dönemde(1909-1915) boks revaçtaydı. Cravan, 1910 yılında kardeşi Otto ile bir boks salonuna kaydoldular. Aynı yıl her iki kardeş de Paris’te amatörler arasında düzenlenen turnuvaya katıldılar. Kendinden son derece emin duran bu adam aslında çok kötü boks yapıyordu. Ancak uzun boyu ve oldukça iri yapısı rakiplerinin kendisinden çekinmesine neden oldu. Tamamen şansının yaver gitmesi ve rakibi Eugene Guette’nin de dövüşmeyi reddetmesiyle turnuvayı kazandı. Bu turnuvadan sonra Cravan kendisini Fransız amatör ağır siklet boks şampiyonu ilan etti ve ardından amatörler ve askerler arasındaki turnuvaya katıldı. Benzer durum bu turnuva için de geçerliydi. Yarı finale ulaştığında rakibi dövüşmeyi reddetti ve bir sonraki rakip Peccherio da olağandışı bir şekilde dövüşten çekildi. 

    Ancak tamamen şans eseri denebilecek şekilde elde edilen bu galibiyetlerin son derece yanıltıcı olduğu ve onun iyi bir boksör olmadığı güneybatı Fransa’da düzenlenen turnuvada ortaya çıktı. Bu turnuvadaki maçlardan birini belgeleyen Le Boxe et Les Boxeurs dergisi Cravan’ın bir maçını şöyle tarif etti; 

    ‘’İlk raunt: Cusset Bryan hamle yapıyor ve Lloyd’a yaklaşıyor, onu yere düşürüyor. Lloyd hızla ayağa kalkıyor fakat kollarının tükenmiş olduğu görülüyor. İkinci raunt: Lloyd devam edemiyor ve maçtan çekiliyor’’

    Aslında her şeyi ortaya çıkaran bu turnuvayı Cravan’ın şansın kendisine gülmeyen bir turnuva olarak tanımlaması ve hiçbir maçı kazanamamasını da tamamen şanssızlıkla açıklaması sonucuna mektuplarından ulaşabiliriz. Şans eseri kazandığı bu unvan sadece birkaç ay gibi kısa bir süre üzerinde kalsa da ilerleyen dönemlerde Cravan’ın hayatını birçok kez kurtardı. İlki 1916’da yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’dan kaçtı ve kendini İspanya’da buldu. Ancak Büyük Britanya tebaası olarak seferberlik altına girdi ve bu nedenle tarafsız İspanya’nın onu ülke dışına göndermesinden korktu. 

    Şair-boksör kaçınılmaz olanı beklememek için İspanya’yı da terk etmeye ve Amerika’ya gitmeye karar verdi, ancak bunun için de paraya ihtiyacı vardı. İronik bir şekilde, eski ağır sıklet şampiyonu Jack Johnson da o sırada İspanya’daydı çünkü anavatanı Amerika’da asılsız olduğu iddia edilen bir suçtan yargılanmamak için kaçmak zorunda kalmıştı. Kader bir şekilde bu iki kaçak adamı karşılaşmaya mahkûm etti. 

    Gitmek için paraya ihtiyacı olan ve bunun için birçok arayışa giren Cravan, Jack Johnson’un İspanya’da olduğunu öğrendiğinde hayatının en büyük macerasına hiç düşünmeden atıldı. İspanyolların onun hakkında unvanı dışında bir boksör olarak gerçekten hiçbir şey bilmemesinden yararlandı ve ‘’Fransız ağır sıklet boks şampiyonu’’ olarak Johnson’a meydan okudu. Cravan hakkında İspanyollar kadar dahi bilgisi olmayan Johnson ise meydan okumayı kabul etti. 

    Johnson o zamana kadar dünya ağır sıklet şampiyonu unvanını çoktan kaybetmiş olmasına rağmen hâlâ tehlikeli bir rakipti ve en önemlisi profesyonel boksördü. Ancak Cravan kendisini öyle bir tanıttı ve meydan okumayı o kadar sert ve gürültülü bir şekilde gerçekleştirdi ki bunu duyan herkes maçı son derece ciddiye aldı. Ve nihayet Cravan ile Johnson arasındaki dövüş, 23 Nisan 1916’da boğa güreşi için tasarlanmış Monumental arenada gerçekleşti. Gerçek boksör ile şair arasında beklenen yedi rauntluk düello gülünç görünüyordu. Johnson yedi raunt boyunca Cravan ile açıkça alay etti. Ancak dediğimiz gibi son derece ciddiye alınmış olan bu maç, yönetmen Ricardo de Banos tarafından altı kamera ile filme alındığı için Johnson Cravan’ı ilk rauntta yenmedi. Sırf yönetmen maçı, gerçek bir maç süresi boyutunda kaydedebilsin diye her biri üç dakika olmak üzere yedi raunt boyunca ringte tuttu. Fakat bu büyük yenilgi Cravan’ın umurunda bile değildi. Bu büyük maç için öylesine güçlü meydan okumuş ve kendisini öylesine güçlü sunmuştu ki, bu yüzden dövüş öncesinde aldığı bir miktar para Amerika’ya gitmesine yetecekti. Gerisinin bir önemi yoktu. 

    Şansı son kez ölümünden kısa bir süre önce, 1918’de yasadışı bir şekilde Meksika’ya geldiğinde gülümsedi. Bir sonraki yolculuğu için ihtiyacı olacak olan parayı bulmasının yolu yine boksör unvanını ortaya koymaktı. Yerel boksörleri arka arkaya on yedi raunt boyunca Jack Johnson ile ringte kaldığına ve Meksika şampiyonası için ideal bir aday olduğuna ikna edebildi. 15 Eylül 1918 yılında Cravan, Jim Smith’e karşı ringe çıktı. Eski ağır sıklet şampiyonu Jack Johnson ile on yedi raunt ringte kaldığını iddia eden bu adamın ciddi anlamda boks yapmayı bilmediğini ve büyük bir yalancı olduğunu gerek seyirciler gerekse de diğer boksörler ringteki henüz ikinci dakikasında hemen anladılar. Cravan, ikinci rauntta Smith’in sert hücumuyla yere yığıldı ve yenildi. Maç toplamda beş dakika sürdü. Maç öncesi yine(tıpkı İspanya’daki gibi) coşkulu kendini sunmasının bir getirisi olarak ikna edebildiği insanların kendi arasında topladığı iki bin pesodan garantili yüzdesini alabildi ve boksu sonsuza dek bitirdi. Aslında profesyonel bir bakış açısından tamamen acınası boksör imajı, Cravan’ın tamamen yaratıcı ve maceracı amaçlar için kullanacağı birçok sanatsal imajdan sadece birisiydi. 

    Oscar Wilde'ın Dünya Basınını Kandırabilen Yeğeni 

    ‘’Sonuçta, çağımız her türden dolandırıcı ve düzenbaz için en iyi zamandır’’ Arthur Cravan

    Bazıları için inanması güç olsa da Arthur Cravan gerçekten de Oscar Wilde’ın yeğeniydi. Babası Otto Holland Lloyd’un kız kardeşi Constance Lloyd, 1884’te Oscar Wilde ile evlendi. Cravan henüz sekiz yaşındayken eşcinsellikten hüküm giyen Wilde kürek cezasına çarptırıldığı için onu hiç göremedi ve onunla tanışamadı. Daha sonra da Wilde, 1900 yılında Fransa’da sürgündeyken öldü. Ancak onu şahsen tanımış olan annesi Clara onun hakkında Cravan’a çok şey anlattı. 

    Cravan Paris’e gittiğinde kendisini herkese ‘’Oscar Wilde’ın yeğeni Arthur Cravan’’ olarak tanıtmaya başladı ancak onu yakından hiç görmemiş bir yeğen olma imajı Cravan için yeterli değildi. 1912’de kendi dergisi Maintenant’ı çıkarmaya başladı. Çıkan ilk sayıda, bir şiirin yanı sıra okunduğu andan itibaren merak uyandıran bir başlıkla(Oscar Wilde Hakkında Bilinmeyenler) haber yayımladı. Haberin yazarı W. Cooper adında biriydi. Aslında Arthur Cravan’ın boks öncesi aldatmacası bu şekilde başlamıştı çünkü haberi yazan kendisiydi. W. Cooper adında birisi yoktu ve hiç olmamıştı. Temmuz 1913’te Maintenant dergisinin ikincisi sayısı yayımlandı ve bu sayıda da W. Cooper’ın imzasını taşıyan bir Oscar Wilde haberi daha yazıldı. Bu hikâyedeki son nokta da Ekim 1913’te yayımlanan Maintenant dergisinin üçüncü sayısıydı. Cravan, sayının çok ses çıkarmasını istiyordu. Bu yüzden bu sayıya ‘’özel’’ adını verdi. Derginin başlığında ‘’Oscar Wilde Yaşıyor!’’ yazıyordu. Bu başlık altındaki hikâyeyi Arthur Cravan kendi adıyla yazmıştı ve 23 Mart 1913’te yağmurlu bir gecede Oscar Wilde ile karşılaşmasını anlatıyordu. 

    Cravan’ın hikâyesi ve diğer sayılardaki W. Cooper hikâyeleri Cravan’ın beklediği gibi bir ses getirdi. Amerika, Fransa, Kanada, Meksika, İtalya, Avustralya ve hatta Yeni Zelanda’da gazeteler ‘’Oscar Wilde Yaşıyor!’’ manşeti attı. New York Times ise attığı ilk manşetten bir hafta sonra yaptığı araştırmaların sonucuna dayanarak ‘’Wilde’ın öldüğünü gören kimse bulunamadı’’ başlıklı bir haber yayımlayarak durumu uç noktaya taşıdı. Tüm bu iddialarla beraber Wilde’ın mezarının açılması talebi hiçbir zaman yerine getirilmedi. Ancak Oscar Wilde’ın hayatta olduğu ve Cravan’ın muhtemelen şairin oğlu olduğu söylentileri sayesinde şair-boksör ve dergisi gerçekten popüler oldu.

    Fransa’nın En Nefret Edilen Sanat Eleştirmeni  

    1914 baharında, resimlerin akademik ressamlardan oluşan özel bir jüri tarafından seçildiği Paris Salonu’na tepki gösteren bazı sanatçılar Champ de Mars’ta Bağımsızlar Sergisi düzenledi. Bağımsızlar Sergisi, Fransız sanat dünyasında önemli bir işlevi yerine getirdi: resimdeki devrim niteliğindeki doğaları nedeniyle rekabeti yok sayan en son trendlerin örneklerini sundu(fovizm, kübizm, neo-empresyonizm vb). Elbette Cravan bir sonraki skandal gösterisini kaçıramazdı. Bağımsızlar Sergisi’ni ziyaret etti ve bu sergi hakkında uzun bir eleştiri yazısı yazdı. Bu yazıyı da Maintenant dergisinin dördüncü ‘’özel’’ sayısında yayımladı. Bu eleştiri yazısı tabiri caizse Cravan’ın en saldırgan metinlerinden biriydi. Kübistleri ve orfistleri yerin dibine sokuyor ve onları öven şair Guillaume Apollinaire başta olmak üzere sergide yer alan sanatçıları öven herkese hakaretler yağdırıyordu. Gerek bel altı saldırıyor, gerek küfürler savuruyordu. Yazının başından sonuna kadar neredeyse tüm kelime dağarcağını kullanmış olan Cravan, hakaretlerin(aptallar, salaklar, beyinsizler, iktidarsızlar vb) dozunu hiç azaltmamıştı. Elbette bunun nedeni, eleştiri yazısının yayımlanmasından sonra patlak vermesi gereken büyük bir skandalı hedeflemesiydi. Ancak belki de bugün Cravan hakkında bir şeyler yazıyorsak bu onun yaşam çizgisinden ziyade fikirleriyle de biraz alakalıydı ve her ne kadar sadece sansasyonelliği hedeflese de fikirlerinde altı çizilecek noktalar vardı. Bu noktaları eleştiri yazısında da görmek mümkündü.

    1 Mart 1914’te bu ‘’özel’’ sayının bulunduğu dergiyi doldurduğu bir el arabasıyla Bağımsızlar Sergisi’nin önüne geldi ve eline aldığı dergideki eleştiri bölümünü yüksek sesle okumaya başladı. Bu oradaki sanatçıları rahatsız etmekten başka hiçbir işe yaramayacaktı ve Cravan’ın istediği de tam olarak buydu. Rahatsız etmek ve dikkat çekmek. Sonuç olarak Cravan’ın yazıyı okumasıyla başlayan gerginlik kısa sürede kavgaya dönüştü ve devreye polis girmek zorunda kaldı. 

    Bu eylem sadece Cravan’ın hırpalanması ve polislik olmasıyla da sonuçlanmadı. Bu olaydan hemen sonra Guillaume Apollinaire, Cravan’ı onurunu ve yazıda kendisine de laf söylenen Marie Laurencin’in adını savunmak için düelloya davet etti.  Ancak Cravan bu daveti hiçbir şekilde ciddiye almadı ve Apollinaire hakkında ‘’Yahudi’’ diyerek eleştirilerini alay etme evresine döndürdü. 

    Bu tutum karşısında deliye dönen Apollinaire Cravan’ı vurmaya karar verdi ancak araya giren arkadaşları buna engel oldular. Daha sonra Apollinaire’in arkadaşı olan ressam Claude Chereau oldukça mütevazi bir mektup yazarak Cravan’ı Apollinaire’den ve Marie Laurencin’den halka açık bir şekilde özür dilemeye davet etti. Bu mektuba aynı mütevazi uslupla yanıt veren Cravan, ona Yahudi dediği için üzgün olduğunu, onun Yahudi olmadığını ve iyi bir Katolik olduğunu bildiğini söyledi. Ayrıca Marie Laurencin’den de açıkça özür dilediğini ifade etti. Cravan’ın göndermiş olduğu bu mektup Apollinaire’in kendi dergisi Les soirees de Paris’in 22 numaralı sayısında yayımlandı. 

    Ancak bu olay Cravan için, Apollinaire’e göründüğü kadar kolay değildi. Derginin yayımlanmasının hemen ardından ‘’olayın sonuna kadar gerçek hâli’’ başlıklı bir ek ekleyerek dergisini yeniden yayımladı ve şairle tekrar Yahudi diyerek dalga geçti. Üstelik sadece Yahudi demekle de kalmadı, şu ifadeleri de kullandı; 

    ‘’Mösyö Apollinaire’in zürafadan çok gergedana benzeyecek kadar büyük bir göbeği olduğunu ve kafasının bir aslandan çok bir tapire benzediğini de eklemeyi gerekli görüyorum. Genel olarak uzun gagalı bir leylekten çok bir akbabaya benziyor’’

    Öyle ya da böyle, Apollinaire ile olan çatışması bu şekilde sona erdi ancak Cravan’ın eleştirilerinden nasibini alan Robert Delaunay bu durumu böyle bırakmadı. Onun hakaretlerini bir delil olarak sunarak Cravan’a Paris Mahkemesi’nde dava açtı. Bu mahkemeyi hafife alan Cravan, Delaunay’ın gayet ciddi bir şekilde haklarını savunması ve davayı kazanması için avukat tutmasına rağmen kendisi avukatı reddetti ve kendini savundu. Mahkeme 20 Mayıs 1914’te gerçekleşti ve kendini savunması kanıtların karşısında yetersiz kaldığı için tazminat ödeme ve sekiz gün de hapis cezasına çarptırıldı. 

    Fakat birçok Parisli entelektüel Cravan’a verilen bu cezayı fikir özgürlüğüne müdahale olarak düşündü ve bundan rahatsızlıklarını dile getirdi. Duruşmadan hemen sonra sanat eleştirmeni Ricciotto Canudo’dan modernist yazar Blaise Cendrars’a kadar yetmişten fazla sanatçı bu kararı protesto etmek ve Cravan’ı savunduklarını göstermek için imza topladılar(Arthur Cravan’a sempati duyanlar listesi). 

    Cravan her ne kadar mahkemenin kararına itiraz etmek istemese de(ve etmese de) yine de kendini bu karara karşı savunmak için bir avukat tutmak adına ‘’yardım gecesi’’ düzenledi. Burada amacı tabii ki avukat için gerekli parayı toplamak değildi. O yine sansasyonal bir gösteriye imza atmak istiyordu. Nitekim etkinliği tanıtan gösterişli broşürler her yere asıldı. 5 Temmuz’da gerçekleşecek gösterinin tanıtım broşürlerinde ‘’Arthur Cravan arkadaşlarıyla birlikte konuşacak, boks yapacak ve dans edecek’’ yazıyordu. 5 Temmuz gecesi Henry McBride tarafından Nisan 1915’te The Sun of New York’ta ayrıntılı olarak belgelendi. 

    Ölümcül Bir Destan, Arthur Cravan  

    ‘’Hafızamda yirmi ülkenin, ruhumsa ise yüz şehrin rengini taşıyorum’’ Arthur Cravan

    Arthur Cravan’ın sonunda kendi ölümüne yol açacak olan ‘’gerçek’’ macerası 1914’te başladı. O yılın yazında, Cravan her zamanki gibi yeni bir macera tasarlamıştı; İngiliz ağır sıklet boksör Billy Scorer gibi davranmak ve bu sıfatla Orta Avrupa’yı dolaşmak ve o bölgedeki boksörlerle yüzleşmek, kendini oralarda da kanıtlamak istiyordu. Ancak harika planlarını aniden patlak veren Birinci Dünya Savaşı tepe taklak etmiş oldu. Avusturya-Macaristan 28 temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan ettiğinde, Cravan Belgrad’daydı. Savaş ilanının ertesi günü şehir bombalanmaya başladı. Bombalanan Belgrad’dan ancak yabancıların şehri terk etmesi için ilan edilen dört saatlik ateşkes sırasında çıkabilmesi mümkün oldu. 

    Savaşın ağır yıkıma uğrattığı Sırbistan’dan tarafsız olan Romanya’ya(savaşa 1916 yılında girecekti) ve ardından gemiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’a gitmek için de Odessa’ya gitti. Fakat resmen o kaçtıkça savaş da onu kovalıyordu: 29 Ekim’de Osmanlı Donanması Odessa’yı bombalamaya başladı ve Kasım ayında da Osmanlı, Almanların yanında savaşa dahil oldu. Cravan ise kendisini 16 Ağustos 1914 yılında Atina’da buldu. Planları her ne kadar istediği gibi gitmese de burada da kendisini boks şampiyonu olarak tanıttı ve birçok amatör boksörle maç yaptı. Yunanistan’ın ardından Mısır’a ve oradan da İtalya’ya geçti. Sonunda tekrar Fransa’ya geldiğinde Fransa onun bildiği Fransa değildi artık. Bir savaş vardı. Alman birlikleri sınırdaydı ve Fransız Devleti seferberlik ilân etmişti. 6 Aralık 1915 yılında Fransa’yı terk etti. 

    Daha sonraki İspanya macerasından ve orada yaptıklarından bahsetmiştik. Aralık 1916’nın sonunda da bahsettiğimiz gibi daha önceden anlaşarak payını aldığı dövüş parasıyla Cadiz şehrinden yola çıkarak New York’a gitti. 

    13 Ocak 1917 sabahı Cravan’ın İspanya’dan Yeni Dünya’ya yelken açtığı gemi New York’a vardı. Şair-boksör, elinde sadece altmış dolarla Amerikan topraklarına ayak bastı. Henüz 6 Nisan’da Amerika’nın Almanya’ya savaş ilan edeceğini ve resmen Birinci Dünya Savaşı’na katılacağını bilmiyordu. Dolayısıyla Amerika’nın savaşa girmesi, neredeyse tüm Amerikan halkının da dünyanın geri kalanındaki gibi gündeminin savaş olması Cravan için artık gidebilecek bir yer olmadığı endişesiyle birleşti ve kendisini alkole verdi. 1917’nin neredeyse tamamı boyunca yaşayacak hiçbir yeri yoktu. Genellikle parklarda veya istasyonlarda uyuyordu. Bu umutsuzluk dönemi Nisan ayında bir ara son bulur gibi oldu; İspanya’dan eski arkadaşı Francis Picabia onu New York Bağımsız Sanatçılar Sergisi’ne konuşma yapması için davet etti. Bu olayın kendisini belki de düşkünlükten kurtarabilecek kısmıyla değil, şaşalı gösterilerinden birini tekrar yapabilme fırsatıyla ilgileniyordu. Nitekim öyle de oldu. Sergide konuşma yapmak yerine adeta ‘’gösteri’’ yaptı. Öncelikle kendi konuşmasına geç kalarak salondaki gerginliği yükseltti ve ardından sahneye çıktığında tamamen sarhoş olduğu anlaşıldı. Konuşmasına salonun çok sıcak olduğunu ve bu yüzden soyunması gerektiğini söyleyerek başladı ve hemen ardından da hiç tereddüt etmeden soyundu. Ancak bu bardağı taşıran son hareket olduğu için salondaki güvenlik görevlileri tarafından yaka paça dışarı atıldı. 

    Fakat bu süreçten sonra da tüm yılgınlığına rağmen yine de birileriyle tanışmayı başarabilmişti. Sanat koleksiyoncusu Walter Arensberg’in ev sahipliği yaptığı ve New York’un bohem sanatçılarının katıldığı bir partide aşık olacağı kadın Mina Loy ile tanıştı. Aralarındaki bağ karşılıklıydı. Ancak o ne kadar unutmaya çalışsa da hiçbir şey savaşın seyrinin yükselmesine ve kendisini ona hatırlatmasına engel olamadı. 5 Temmuz 1917’de seferberlik merkezine kaydolmak ve İngiliz vatandaşı olduğunu onaylatmak zorunda kaldı. O her bakımdan seferberliğe tabiiydi. Amerikan Ordusu’na alınabilir ya da İngiliz Ordusu’na katılması için İngiltere’ye gönderilebilirdi. 

    Eylül ayında Kanada’ya yaptığı kısa bir ziyaretin ardından artık Amerika’da kalamayacağına karar verdi. Aralık 1917’de hiçbir tanıdığına haber vermeden New York’tan kayboldu ve Meksika sınırındaki küçük Laredo kasabasına gitti. Yanında sınırı geçmesi için gerekli olan belgeler olmadığı için yaşadışı bir şekilde sınırı geçti. Mexico City’deyken sansasyonal davranışlarına devam etse de öte yandan da Mina Loy’a mektuplar yazarak onu yanına gelmesi için ikna etmeye çalıştı. Cravan’ın Meksika’dan Loy’a yazdığı mektuplar, belki de onun edebi mirasının en şaşırtıcı belgeleridir. Bu mektuplarda, hayatının neredeyse tamamında ve özellikle New York’ta yaptıklarından pişmanlık duyduğunu, kendisi gelmezse bile saçından bir tutam göndermesini istediğini ve hatta olur da gelmezse kendini öldüreceğini yazıyor. Cravan bu mektuplarda ciddi miydi yoksa her zamanki kendi bildiği tarzda gösterilerinden birini mi yapıyordu bilinmez ancak Mart 1918’de Mina Loy ile evlendi. Evliliğin ardından Loy’un ilk evliliğinden olan çocukları için Avrupa’ya dönmeye karar verdiler ancak bu sanıldığı kadar kolay değildi. Amerika’dan doğrudan Avrupa’ya gidemezdi. Bunun için de önce Arjantin’e gitmeyi ve oradan da Avrupa’ya geçmeyi planladılar. Ancak kendisinin Mina Loy’un sahip olduğu gibi geçiş belgelerine sahip olmaması işleri zorlaştırıyordu. Bunun üzerine bir plan yaptı, plana göre Mina Loy Arjantin’e gemiyle gidecekti ve kendisi de küçük bir tekneyle yola çıkarak Arjantin’e varacaktı. Meksika’nn kıyı kenti Salina Cruz’da son parasıyla küçük bir tekne satın aldı ve yola çıktı. Ancak Arjantin’e hiç varamadı. Bombalanan Sırbistan’dan kaçmasıyla başlayan yol macerası muhtemelen Tehuantepec Körfezi’nde sona erdi. 

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.