Birbirinden ayrı iki küçük su akıntısı.
Can hıraş akmaya, ilerlemeye, gitmeye ve en nihayetinde varmaya çalışıyor.
Suyun azlığına, takılan taşlara, sıçratan ağaç dallarına rağmen durmadan akıyorlar.
Buhar olup uçmadan, saçılıp dağılmadan bir an evvel denize ulaşmak için çırpınıyorlar.
Birbirlerinden habersiz bu iki küçük su akıntısı birden bire, aynı çukura düşüp sarmaş dolaş oluyorlar.
Ne oldu diyemeden birbirlerine karışıp, bir oluyorlar.
Hiç durmadan tek bedende akıp gidiyorlar.
Birlikte minik bir dere oluyorlar aniden.
Sarılıp sardıkça, sevip saydıkça, anladıkça, alıştıkça yükseliyor sular.
Bir sabah, güneşin ilk ışıkları üstlerine düştüğünde, derenin çaya dönüştüğünü görüyorlar.
Büyüyüp geliştikçe, hızlanıyorlar.
Yataklarından taşarcasına yükseliyor sular.
Öyle hızlanıyorlar ki ne taşlar, ne ağaç dalları, ne de üstünde kayıp gittikleri toprak durabiliyor önlerinde.
Irmağa dönüşüyor çay.
Aynı hızla akıp gidiyor zaman,
Günler, aylar, yıllar geçiyor.
Mevsimler değişiyor sırasıyla.
Ve Aralık ayında, bir kış gününün ortasında,
Yağmur sularını, kar sularını içerek geldikleri yolun sonunda,
Usulca denize dökülüveriyorlar.
Kuruyup gitme kaygısıyla yola çıkan iki cılız su birikintisi,
Hayatta kalmanın çok ötesine geçip, deniz oluyorlar.
Hayalini bile kurmaya cesaret edemezken, tam merkezinde duruyorlar.
Şaşkınlıktan,
Başarmanın verdiği hazdan,
Beklentilerinin çok çok üstünde bir yer de olmanın gururundan,
Ve mutluluktan,
Defalarca karışıyorlar birbirlerine.
Sarılıp,
Öpüp,
Koklayıp,
Bazen durulup,
Bazen dev dalgalara yükselip,
Hiç durmadan dans ediyorlar günlerce.
Bir akşam güneş battıktan sonra,
Minik dalgalarla kıyılarını okşarlarken,
Hava iyice karardığı anda üstlerine parlak bir ışık düşüyor aniden.
Böylesine parlak,
Böylesine büyük,
Gökyüzünde muazzam bir dolunay, ilk defa o gece vuruyor yüzlerine.
Önce panik yapıyorlar,
Sonra korkuyorlar,
Sonra tekrar paniğe kapılıyorlar,
Ard arda panik ve korku arasında defalarca gidip geliyorlar.
Dolunay her şeyden habersiz,
Olduğu yerde var gücüyle ışık saçmaya devam ediyor, kıpırtısız.
Neden sonra korku ve panik arasındaki şiddetli gidip gelmeler, geçmişi getiriyor akıllarına!
Bu kez hem kaybetme korkusu hem de eski zayıf, güçsüz haline dönme korkusu dolanıyor suyun içinde.
Bunca zaman geldikleri yollar, atlattıkları badireler tek başına asla cesaret edemeyecekleri şeylerdi.
Birbirilerine inandıkları, güvendikleri ve tek bedende ahenk içinde hareket ettikleri için denize ulabilmişlerdi.
Bu mükafat iki kişilikti!
Ne tek başına kazanılabilir ne de tek başına kazanmanın keyfi sürülebilirdi.
Önce kaybetme korkusunu yaşadılar en dibine kadar.
Dolunay parladıkça su karardı,
Parladıkça koca bir deniz korkuyla kaplandı.
Su kararınca,
Işıktan göremez oldukça,
Aralarına bir anda karışıp, onları huzursuz eden bu şey,
Her neyse ve ne istiyorsa, paniklemelerine sebep oldu.
Suyun suya batması olanaksızdı.
Şayet mümkün olsaydı ikisi birden o anda nefesi kesilmiş halde suyun dibine batacaktı.
Görünmez ağlara takılmış gibi çakılıp kaldılar önce, sonra kurtulmak için çırpınmaya başladılar.
Debelendikçe uzağa düştüler birbirlerinden,
Sarılmıyorlardı, hatta temas etmiyorlardı nerdeyse, yanyana bile değillerdi,
Gözlerini usulca aralayıp baktıklarında, karşı karşıya geldiklerini fark ettiler.
En başından şu ana kadar yanyana olmuşlardı hep.
İlk defa yüzleri birbirine dönüktü.
İlk defa karşıdan bakıyorlardı.
Birbirlerine temas etmiyorlar, sarılmıyorlar, salınmıyorlar ve konuşmuyorlardı.
Karşılıklı bakışan, ifadesiz iki ayrı korkuya evrilmişlerdi baştan ayağa.
Görünmez ağlar dolandıkça dolanmıştı.
Ne aksi yönde gidip ayrılabiliyor,
Ne de uzanıp kavuşabiliyorlardı.
Aslında aralarında iğne ucu kadar mesefa yoktu.
Öğrenilmiş çaresizlik ele geçirmişti zavallı benliklerini, zihinleri oyunlar oynuyor, aralarındaki mesafeyi koca bir okyanusun kaplayacağı kadar büyükmüş hissi yaratıyordu.
Sormak akıllarına gelmedi,
Uzanmak akıllarına gelmedi.
Uzun süre yalnız yol alan iki cılız su akıntısının, ilk damlasından bu yana en iyi bildiği şeydi,
Kuruyup buharlaşmadan, sıçrayıp dağılmadan tek başına hayatta kalma mücadelesi.
Birlikte olmalarına deli gibi sevinmeleri de,
Kaybetme ve yalnız kalma korkusu yaşamalarının sebebi de,
Çok uzun süre yapayalnız savaşmış olmalarıydı.
Asla bozmak istemiyorlardı bunu,
Asla kaybetmek istemiyorlardı diğer yarılarını,
Ve asla bir daha yalnız ilerlemek istemiyorlardı.
İkisi de aynı şeyleri düşünüp, hissediyordu,
'Ben, asla bunu bize yapmam!' dediler içlerinden aynı anda!
Kendilerinden eminlerdi.
Yalan da değildi.
Asla ihanet etmezlerdi.
Birlikte olmaktan, bir bütün olmaktan o kadar memnunlardı ki,
Aralarına her hangi bir şeyin girmesine imkanı yok müsade etmezlerdi.
Bu olasılığın dile getirilmesi bile ziyadesiyle yersizdi!
Kendinden emin olduğunda aynı tepkiyi veren her kusurlu yaşam formu gibi,
İkisi de suçladı aynı karşısındakini!
Bu tepemizde yanıp duran,
Gözlerimizi kör eden,
Aramıza girmeye çalışan,
İçimizi bulandırıp bizi dengesizleştiren,
Bizi bu hale getiren,
Koca ışık hüzmesi elbette 'O' nun peşinden geldi!
Diye kendi içlerinde haksız yere suçladılar birbirlerini.
Kendinden emin olduğunda aynı tepkiyi veren her kusurlu yaşam formu gibi,
Sormadılar,
Konuşmadılar,
Ölçüp tarmadan,
Açıkça bir sebep göstermeksizin,
İhanetle suçladılar birbirlerini.
Kendinden emin olduğunda aynı tepkiyi veren her kusurlu yaşam formu gibi,
Önce suçluyu bulmuş,
Sonra da suçun mağdurunu.
Birbirlerini suçlayıp,
Birbirlerinin ihanetinin acısını çekiyorlardı.
Öyle şiddetli bir acı ki,
Önce suyu, sonra toprağı, sonra da havayı geçirdi ele!
Gökyüzü kara bulutlarla kaplantı,
Dolunayın ışığı imkanı yok görünmüyordu,
Gök gürlemeye başladı,
Şimşekler çaktı aynı anda yüzlerce,
Ardından saatler süren sağanak yağmur yağmaya başladı.
Rüzgarın yönü fırtınaya sebep oldu!
Fırtına hız kesmeden uzunca bir süre devam etti.
Dev dalgalar, hortumlar,
Su, hava ve toprak birlik olmuş önüne gelen her şeyi ağır darbelerle adeta dövüyordu.
Saatler sonra,
Nihayet yağmur dindi,
Bulutlar dağıldı,
Güneşin cılız ışıkları yavaş yavaş aydınlattı her yeri.
Fırtına dinmiş,
Dolunay defolup gitmişti.
Fırtına o kadar uzun, o kadar şiddetliydi ki,
Döverek etini momartmış,
Kanını akıtmıştı sanki denizin.
Her şey birbirine karışmış,
Çamurlu su birikintisine dönmüştü denizin suyu.
Huzur veren maviliğinden eser yoktu!
İki cılız su akıntısı, birbirinden tamamen zıt, en uzak kıyılara savrulmuş,
Kendilerine gelmeye, olan biteni anlamaya çalışıyorlardı.
Kargaşanın etkisi geçip,
Tamamen kendilerine geldiklerinde anlayacaklardı;
Bir daha asla yola çıktıkları ilk hallerine dönemeyeceklerini,
Akıp gidemeyeceklerini,
Ve
Bir daha asla sarılamayacaklarını,
Bir bütün olup, yeniden mavi bir denize dönüşemeyeceklerini.
Sonsuza kadar,
Birlikte ama yalnız,
İki cılız su akıntısı.
Mesele şu ki iki cılız su akıntısı denize ulaşıp güçlenene kadar yolda her gördüğü taşın dalın yanından geçip gidiyor her gittiği yerin şeklini alıyor. Temel problem şu ki görmezden gelerek her kabın şekline girdikten sonra dağında yıksan çınarı söküp götürsen de iki cılız akıntı dediğimiz su özünü kaybetmiş olarak topluma karışmış oluyor. Bu şekilde yorumladım.