Advertisement Tracker

Resminle benim arasındaki bir durum seni ilgilendirmez.

Resminle benim arasındaki bir durum seni ilgilendirmez.
  • 12
    0
    0
    0
  • Bir resme âşık olan genç bir adamın hikayesini anlatan Metin Erksan'ın şiirsel filmidir Sevmek Zamanı. Genç adam patolojik bir şekilde resmi sevmekte, o resme olan bağlılığı giderek artmaktadır. Öyle bir an gelir ki, resmine âşık olduğu kişiyle karşılaşır, olaylar gelişir, ancak resmin sahibi kendi hayalhanesindeki imgelemle örtüşmediğinden midir, yoksa resmi putlaştırdığından mıdır bilinmez, resmi o kadına tercih eder.

     

    Halil: Resminle benim arasındaki bir durum seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım.

    Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım söyleyeceklerini dinlemeye geldim.

    Halil: Resmin sen değilsin ki? Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.

    Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.

    Halil: Evet. Bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim bir şeye ebediyen sahip olmak için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor. İyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak.

     

    Misâlen, rüzgârın aklın saçlarını ve kalbin pardösü eteklerini savurduğu, isimlerinden biri de "hayat" olan bir ağacın altında veya hakikaten büyük bir ağacın gölgesinde, denize nazır bir tepe üstünde bir adam bir de kadın. Kadını sol profilden, adamı arkasından görüyorsunuz. İkisinin de yüzü denize dönük. 

    Burada adamın adamlığı, kadının kadınlığı mevzubahis değil. Konuştuklarına bakılırsa ha adam ha kadın. Şairin söylediği gibi ikisi de kendilerine verilen rolleri değişebilirler. Çelikle suyun yerlerini değiştirmesi gibi. "Karanlık seyircilere karşı dilin küflü, oyuncuların unutkan olduğu çirkin bir sahnede" değişebilirler birbirlerini. Birinin söylediklerini biri hissedebilir, birinin hissettiklerini diğeri söyleyebilir. Gönülleriyle dilleri arasındaki perdeler kalkmıştır. Birini diğeri, diğerini de öteki sanabilirsiniz, konuştuklarına bakarsanız.

     

    Aşk: Resmi verdikten sonra ben seni gelmez sanıyordum.

    Aşk: Gelmeyecektim ama görüyorsun öyle olmadı. Resmime âşık olman demek, beni sevmen demektir. Sen bana âşık olduğunu söylemekten korkuyorsun!

    Aşk: Olmayan bir şeyi nasıl söylerim? niçin beni anlamamakta inat ediyorsun? ben senin resmine âşığım; işte hepsi bu kadar!

    Aşk: Sen ben yokken resmimi sevdin. İşte ben varım artık. Resmin aslı benim!

    Aşk: İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi. İnanamadım. O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kez zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Benim kendimi görüyordum.

    Aşk: Benim bakışlarımda da sevgi var. Ben de senin kendini görüyorum. Resmimin yerine ben seveceğim seni. Artık ben varım!

    Aşk: Hayır istemiyorum seni. Benim dünyama girmeye kalkma. Sonra merhametsizce yıkarsın onu. Resmin benim kendimden bir parça. Bırak ben onu seveyim. Sen sevmek isteme beni. Senin ellerini tutmak istemiyorum. Sonra çekersin o ellerini benden. Ben resmine âşığım, ölünceye kadar da onu seveceğim.

     

    Yukarıda zikredilen Aşk'ın "kendi kendisine" konuştuğu cümlelerdeki "resim" yerine insan muhayyilesinde kendi durduğu yerden düşlediği sevgili imgesi ya da bizatihi sevgilinin kendisi ikame edilirse mesele daha da iyi anlaşılabilir.

     

    Mecazî aşk, hayat ve gerçek düzleminde işte ancak budur. Nevi şahsına münhasır aşk, insanın kendi içini izlemesi; kendi içine doğru uzayan yola ve bu yolda sürdürülen yolculuğa karşı duyulan çok şiddetli iniş çıkışlarıyla; acıları, endişeleri, mutlulukları içinde çelişkisiz barındırarak kâh yüksek dağ zirvelerinde kâh derin vadilerin uçurumlarında dolaşmak; irrasyonalitenin uçlarında olmaktır. Kendi içindeki ulvi, suflî, ruhî, bedenî hasletlerin ötekinin aynasındaki tecellilerinin verdiği heyecan. Belki de aşk, bizatihi kendi kendini sevmektir. İyilik, merhamet ve şefkatin tecessüm ettiği bir “surette” kendi iç ülkesine ait aşılmaz dağları ve düşülmez derinlikteki çukurları müşahede etmenin vesilesi. Vesile sebepten nüansla ayrılır bilirsiniz. Buradaki sureti, yüz kelimesi yerine kullanmadım. Suret, aynı zamanda asıl olmayan, aslın hapsedilmiş haline de denir. Aslın kendisine değil. Hem ne fark eder ki? Gerçekle yüz yüze gelindiği vakit her iki anlamıyla da surete duyulan aşk bir yanılgı değil midir zaten? 

     

    Bir insan ideali yaşatır gönlünde. Aşka meftun olmuş fakat var mı ki bulacağı ölümlü bir beden. Yürüdüğümüz dehlizde ve düşeceğimiz kuyular boyunca, suretlerin ötesinde arayıp duralım yaren’imizi. Kim bilir? Belki bir gün kavuşuruz.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.