Ben Kirke
“Ozanlar benden, –erkek– kahramanın karşısında diz çöküp merhamet dilenen bir kadın olarak bahsetti hep; ilaç katarmışım tatlı şaraplarına, büyüleyip domuza çevirirmişim hızlı giden gemilerin tayfasını, baba evini unutturur, sılaya kavuşmalarına müsaade etmezmişim. Ne demeli, kadınlara haddini bildirmek ozanların en sevdiği vakit geçirme biçimidir; yerlerde sürünüp ağlamazsak gerçek bir hikâye olmazmış gibi.
Ama yanılıyorlar, yanılıyorsunuz: Cadılık illa nefret, kıskançlık ya da başka türlü bir kötülükten doğmaz; ben ilk büyümü aşkımdan yapmıştım.
Ben, Helios’un kızı, Aiaie Cadısı Kirke. Hayatım boyunca trajedinin beni bulmasını bekledim. Bulacağından hiç kuşkum yoktu çünkü başkalarının hak ettiğimi düşündüğünden daha fazla arzum, isyanım ve gücüm vardı, yıldırımları üstüne çekecek şeylerdi bunlar. Ve bir gün, artık bu dünyaya dayanamayacağım, diye düşündüm.
Bunun üzerine denizin derinliklerindeki kadim bir tanrı seslendi: Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.”
Bu sözler cadı tanrıça ya da büyücü olarak bilinen Kirkeye ait.
Kirke güneş titanı Heliosun nymph yani peri olan kızıdır, annesi ise Okeanosun(Okyanusların enkarne olmuş hali olduğuna inanılan ilkel tanrı) kızı Perseistir.
Helios güneşin enkarne olmuş yani vücut bulmuş halidir, Tıpkı baş tanrıça Gaia’nın yer yüzünün kendisi olması gibi. Helios en güçlü titanlardan biriydi onun ışığının düştüğü yerde görmediği ve bilmediği bir şey olamazdı.
Fakat Kirke, Kirke öyle değil o çelimsiz bir peri kendi gücü ölümsüzlüğüne bile zor yetiyor, görünüşü ve sesi insana benzediği için diğer tanrılar onunla alay ediyor. Sesi çok ince olduğu için ona atmaca anlamına gelen Kirke adını koyarlar. Annesi ve babası da onun bu halinden utanırlar diğer kardeşleri doğduğu zaman ise zaten anne ve babasının gözdesi olmaktan çok uzak olan Kirke, artık büsbütün gözden düşmüş ve unutulmaya yüz tutmuş olarak hayatına devam etmek zorunda kalmıştır.
Kirke çok yalnız ve sevgisizdir hem bu kadar güçsüz hem de ölümsüz olmanın sonsuz acısını çekmektedir. Ölümlüler kötü bir hayat dahi yaşamış olsa en sonunda ölerek huzura ve sevdiklerinin yanına kavuşurlar ama Kirke ölümsüzlüğü yüzünden ne bu hayattan kurtulabilecek ne de sevdiği kişileri tekrar görebilecekti.
Ben Kirke
‘’Birinin yokluğumdan bahsetmesini bekledim ama kimse bahsetmedi, çünkü kimse yokluğumu farketmemişti’’
Kirkenin ilk aşkı Glaukos
Yoksul balıkçı Glaukos, kendi halinde yaşayıp gidiyordu. Tuttuğu balıklarla hem karnını doyuruyor, hem de artanlarını yakın köydekilere vererek bazı gereksinimlerini, takas yöntemiyle gideriyordu. Zaten o fazla balık avlamazdı. Her gün ağını bir kez denize serper; uzun süre denize yakın bayırlarda gezer dolaşır, sonra da ağını toplamaya gelirdi... Gene bir gün ağdaki balıkları birer birer çıkarıp çimenlerin üstüne atıyordu. Ne var ki balıklar otlara değer değmez, havaya fırlayıp doğruca denize atıyorlardı kendilerini... Glaukos buna pek bir anlam veremedi. Ama çimenlerde bir büyü olabileceğini düşündü. Kendisi de bir tutam ot koparıp yedi. Yemesiyle birlikte o da kendini denize attı; mavi sularla oynaşmaya başladı. Denizde bir süre yüzdükten sonra çevresini deniz tanrıları sardı. Ve bu tanrılar, yoksul bir balıkçının aralarına karışmasına çok sevindiler. Onun da kendileri gibi ölümsüz olmasını istediler. O yüzden yeryüzünün en gür akan onlarca köpüklü ırmağını çağırıp balıkçı Glaukos'u bir güzel yıkattılar; onu insani günahlarından ve derisindeki ölümlü hücrelerinden arındırıp tanrılaştırdılar... Böylece tanrılaşan Glaukos, anlatılmaz bir hoşluk duydu içinde ve deniz tanrıları arasında uyuyakaldı. Uyandığında saçlarının omuzlarına dek uzadığını, denizin mavisiyle boyandığını gördü. Belden aşağısı da balık bedenine dönüşmüştü.
Kimi hikayelere göre ise Glaukosa bu otu yedirip onu ölümsüz yapan Kirkedir, Kirke ona aşıktır ve ne kadar tehlikeli de olsa tanrıların öfkesini üzerine çekmek pahasına onu ölümsüz yapar. Bunun nasıl yaptığının kendisi de farkında değildir ama aşkı ona bu gücü tanımıştır. Kirke ise bu özelliğini kendinde yeni yeni keşfetmektedir.
.
Glaukos Kirke sayesinde tanrı olmanın tadını çıkarırken bir gün nymphlerden Skilla ile karşılaşır onun güzelliği karşısında büyülenir ve gönlünü kazanmaya çalışır. Fakat Skilla onun ballık görüntüsünden iğrenir ve asla aşkına karşılık vermez. Glaukos yana yakıla Kirkeye gidip Skillaya nasıl çaresiz bir şekilde aşık olduğunu anlatır ve Kirkeye Skillanın aşkına karşılık vermesi için yalvarır. Kirke anlatıklarından o kadar etkilenir ki Glaukosa boş ver Skillayı tanrıların dünasında sana daha zevkli şeyler sunarım diyerek ikna etmeye çalışır. Glaukos ise ne zaman kara ağaçları okyanusta ve okyanus bitkileri de dağlarda yetişmeye başlar Skillayı o zaman sevmekten ancak o zaman vazgeçerim diye diretir. Kirke ise gördüğü bu nankörlük karşısında çılgına döner ve intikam almak ister, Skillanın her gün yıkandığı göletin suyuna bir zehir karıştırır ve onu bir canavara dönüştürür. Skilla artık gövdesinin yukarısı aynı Skilla ama gövdesinin altı yıllan şeklinde olan İtalya’nın Messina boğazının sularında gizlenip insan yiyerek beslenen korkunç bir canavar haline gelir.
Glaukos bir gün Skillayı ararken gövdesinin üst kısmına aldanarak yanına gider ve Skilla onu yakalayıp oracıkta yer.
Bu olaydan sonra ise Kirke artık bir cadı olduğunun farkına varır. Kendisi tanrılar gibi doğuştan çok güçlü yeteneklere sahip değildir belki ama doğayı kontrol ederek bir şeyleri dönüştürebilmektedir. Yani kendisi bir cadıdır.
Bu yaptıklarının sonucu olarak tanrılar Kirkeyi Aiaia adasına sürgün ettiler.
Gide gide Aiaie adasına vardık sonunda, orada Kirke otururdu, güzel bilekli, insan sesli korkunç tanrıça..
Kirke sürgün edildiği adasında büyücülüğünü geliştirmek için dişini tırnağına takarak çalışır, tanrıları dinlemez, onlara karşı gelir baş kaldırır. İksirler hazırlar, otları ezer bu yeteneğini deneye deneye keşfeder fakat bunu hiçte inanılması zor olacak bir hızda değil gayet insani bir şekilde bir çok hata yapa yapa öğrenir.
-Fantastik evrenlerde “Mary Sue” diye bir tabir vardır. Bu tabir doğuştan yetenekli ve her şeyi kolayca öğrenen karakterler için kullanılır. Bir karakterin Mary Sue olması hikâyeyi gittikçe kısırlaştırır. Zira karakterinizin başına ne gelirse gelsin bir noktada onun bir şey yapıp kurtulacağını bilirsiniz, bu yüzden onun için endişelenmezsiniz. Bu yüzden bir noktadan sonra hikâye sıkıcı bir hâl almaya başlar.
Kirke ise Mary Sue bir karakter olmaktan ne kadar uzak olunabilirse o kadar uzak. Onun yaşadığı her gün tam bir mücadele. Babası, annesi, kardeşleri başta olmak üzere bütün dünya ona düşman ve o, bu kadar fazla düşmanının olduğu bir dünyada her gün daha güçlü olmalı.-
Kirke gün geçtikçe daha da güçlenir ve o itip kakılan çelimsiz Kirke adeta başka birine dönüşmektedir. Adasına gelip bencilce kendisinden faydalanmaya çalışan aç gözlü erkekleri(Genelde korsanlar, krallar, ve tanrılar) aslan kurt ve domuz gibi hayvanlara çevirmesiyle ünlenir. Önce onlara bir yemek masası ve şarap sunar sonra büyü asasıyla omuzlarına dokunarak onları hayvanlara dönüştürür.
Odysseus ve Kirke
Bir gün Odysseus ve adamları Kirkenin yaşadığı adanın yakınlarından geçerler.
Odysseusun tüm adamları bir anda Kirkenin büyüsü altına girer ve Kirke’nin yanına gider masasına otururlar Kirkenin hazırladığı büyü şaraptan içtikleri zaman ise farklı hayvanlara dönüşürler fakat Odysseus kendisine Hermes tarafından verilen moli adlı büyülü bir bitki sayesinde bu büyüden etkilenmeden kurtulur. Kirke Odysseus'un gücü karşısında şaşakalır, erkekliğine vurulur ve onu yatağına aldıktan sonra arkadaşlarını da tekrar insana dönüştürür. Odysseus böylece Kirke'nin konağına bir yılı aşkın süre kalır ve dilediği gibi keyfini sürer. Fakat Kirke'nin hayali tıpkı Kalypso gibi Odysseus'u kendine koca yapmaktır.
Ne yazık ki bu hayali de gerçek olamamıştır Kirke’nin. Kirke hep başkalarına ait adamlara aşık olmuştu. Kendisine ait sadece onu sevecek birine hiçbir zaman sahip olamamıştı.
Ben Kirke
‘’Ne diyebilirim? Dünya adil bir yer değil.’’
Yorum Bırakın