Psikanaliz bilim midir?

Psikanaliz bilim midir?
  • 1
    0
    0
    0
  • Psikanaliz, var olduğu ilk günlerden bu yana hararetli polemik ve eleştirilerin muhatabı olagelmiştir. Bilimsel olup olmadığı, kendisine yöneltilen eleştirel soruların başında gelir. İleri sürdüğü savların bilimsel metotlarla doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir olmaması, bu eleştirinin çıkış noktasıdır. Bu eleştiri, kimi zaman birçok sosyal bilimin de kaderi olabilmekte; hatta sosyal bilimlerden söz etmenin mümkün olup olmadığı dahi tartışılabilmektedir.

     

    Çoğu sosyal bilim sosyal bilimleri bilim olarak nitelendirmeyen radikal bir güruh tarafından çöpe atılmaktadır. Fakat sosyal bilimlerin ve bunun alt dalı olarak psikoloji ve psikanalizin doğa bilimleri gibi pozitivizmle açıklanamamasını yegane sebebi insanı nesne olarak değil özne alarak alması bu hususta da evren gibi determinist bir doğa yerine daha çok indeterminist doğaya sahip karmakarışık insan zihniyle uğraşmasından dolayıdır. Psikoloji ise hala daha doğa bilimi mi yoksa bir sosyal bilim mi bir anlaşıya varılamamış çok tartışmalı bir bilimdir ve bu bilimin bir alt dalı olan psikanaliz bazı kimseler tarafından “bilimsel bir peri masalı” bazı kişilerce de “Bilimsel Bir Psikoloji Taslağı” olarak tanımlanmıştır.

     

    1960-1980 yılları arası Fransa’da altın çağını yaşayan psikanaliz hareketi, entelektüellerin ve kamuoyunun nezdinde etkisini ve çekiciliğini giderek kaybetmeye başladı. Dahası, bilişsel psikoloji ve sinirbilim tarafından da bilimsel olarak tartışma masasına yatırılan psikanaliz, gelecekteki mevcudiyetine yönelik bir dönüm noktasında buldu kendini.

    Sébastien Dupont’un bu etkileyici incelemesinin amacı psikanaliz karşıtlarının yaptığı gibi düşene bir tekme atmak değil, aksine psikanalizin teorideki canlılığını ve pratikteki inandırıcılığını geri kazandırmak.

    Bir psikanalist, yardımcı olmak istediği insanların etkinlikleriyle ilgili önyargılı ve yanlış bir görüşe sahipse bunu nasıl başarabilir? Bu soru özellikle bir önceki nesle göre daha önce görülmemiş davranışlar, etkinlikler, düşünce biçimleri sergileyen çocuklar ve ergenleri ilgilendirir. Bugünün gençlerinin neyi nasıl yaptığını biraz olsun bilmeyen bir psikanalist sıradan bir davranışın ardında hastalık görme riskiyle karşı karşıya kalmaz mı?

     

    Sébastien Dupont, psikanalizin doğa bilimleri gibi ele alınması ve bu doğrultuda topa tutulmasının yerinde olmadığını savunmuştur. Dupont’a göre böylesi bir kıyaslama bizi Freud’un öğretisinin nitelik, kapsam ve sınırlarını anlamaktan uzaklaştırır.1 Freud, “Psikanalitik Hareketin Tarihçesi Üzerine” başlıklı makalesinde, 1896 tarihli Viyana Psikiyatri ve Nöroloji Kongresi’nde cinselliğin, nevrozların etyolojisinde (neden-bilim) oynadığı rol ve psikanalizin nevrozların tedavisinde kullanılmasına ilişkin düşüncelerinin salonda büyük bir sessizlikle karşılandığından söz etmiştir. Psikanalizin henüz doğduğu bu dönemde, böylesi bir karşılaşama şüphesiz Freud için bir hayal kırıklığı olmakla birlikte ona doğru bir yolda ilerlediğine ilişkin de ipuçları vermiştir. Aynı makalede, bu karşılamanın kendisine duyduğu güven ve cesareti kaybettirmediğini, aksine dünyanın uykusunu kaçıranlardan biri olduğunu düşündürttüğünü ilave etmiştir. Kongrede yer alan psikiyatrlardan cinsellikle ilgili yürüttüğü çalışmaları ile bilinen Richard Von Kraft-Ebbing, Freud’un anlattıklarına karşılık “bilimsel bir peri masalı” benzetmesi yapmıştır. Belki de bu benzetmeyle, psikanalizin bilimselliğine ilişkin tartışmanın fitilini de ilk ateşleyenlerden biri olmuştur.

     

    Bu kongreden bir yıl kadar önce Freud, “Bilimsel Bir Psikoloji Taslağı” başlıklı bir makale yazmış; fakat bu makaleyi yayımlamaktan geri durmuştur. Bu metin, Freud’un Berlinli meslektaşı Wilhelm Filess ile aralarında gidip gelen mektupların bazıları da eklenerek, 1950 yılında Maria Bonaparte tarafından yayımlanmıştır. Freud; bu metninde insan ruhsallığını, doğa bilimlerinin metodolojisine benzer bir biçimde, nörofizyolojik nosyonlarla ele almaya gayret etmiş; fakat “başarısız” olmuştur. Burada Freud’un önceki yıllarda fizyoloji laboratuvarlarında çalışan bir nöropatolog olduğunu hatırlamakta fayda var. Muhtemelen insan ruhsallığını ele alma biçimindeki ilk girişimleri bununla da yakından ilgiliydi.

    Freud, erken dönem analistlerden Isıdor Sadger’a şöyle söylemiştir: “Bilimde netlik daima bir sahteciliktir. Gerçek, her zaman karmaşıktır ve mutlaka belirgin değildir.” Bu yaklaşımı ile Freud, psikanalizi dinin ve bilimin bilgiye getirdiği çeşitli sınırlandırmalardan korumaya çalışmıştır. Zira, Oscar Pfister’e yazdığı 1928 tarihli mektubunda psikanalizi “Laik Analiz” başlıklı makalesinde hekimlerden; “Bir Geleceğin Yanılsaması” başlıklı makalesinde ise rahiplerden korumak istediğini de açıkça bildirmiştir.

     

    Sandor Ferenczi, “Ailenin Çocuğa Uyumu” başlıklı konuşmasında, davranışçılık ekolünün önde gelen isimlerinden John Watson ile psikanalizin bilimselliğine ilişkin aralarında geçen bir tartışmayı aktarır. Watson, Ferenczi’den psikanalizin ne olduğuna ilişkin kendisine kesin bir açıklama yapmasını istemiş, bunun üzerine Ferenczi şöyle bir cevap vermiştir: “Eğer bilimsel olmak yalnızca ağırlık ve ölçü işi ise, buna göre psikanalizin davranışçılıktan daha az bilimsel olduğunu kabul edebilirim.” Ferenczi’ye göre ruhsallığın işleyişini tamamen test edilebir bir biçimde incelemek olanaksızdır. Bunun yanında Ferenczi’nin Freud’un kendilerine öğütlediğini söylediği şu sözler de psikanalizin bilimselliğini tartışırken göz önünde bulundurulmalıdır: “Bilinmeyen alanlarda yolculuk yaparken insanın yolunu şaşırmasında utanılacak hiçbir şey olmadığını ustamız Freud bize sık sık yinelerdi.”

     

    Freud, 1922’de ansiklopediye bir psikanaliz tanımlaması göndermiştir. Bu tanıma göre psikanaliz; başka türlü erişilemeyen ruhsal ve bilişsel süreçlere ulaşabilmek için kullanılan bir teknik, bu tekniği kullanarak gerçekleştirilen bir tedavi yöntemi ve bunlardan elde edilen bilgi birikiminin oluşturduğu bir bilim dalıdır. Talat Parman, bu üç tanımın psikanalizi niteleyen üç farklı tanım olmadığını; üçünün bir araya gelerek psikanalizi tanımladığını vurgulamıştır. Freud, tanımının sonunda psikanaliz için bir bilim dalı nitelemesinde bulunmuştur; fakat bu bilim mutlak doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir hipotezlerin yer aldığı bir bilim dalı değildir. Psikanaliz, bilinçdışının bilimidir. Yani müphem olanın… O nedenle, psikanalizi ısrarla bilimsel ya da değil gibi bir nitelemeyle anlamak olanaksızdır. Fen ve doğa bilimlerindekine benzer bir bilimsellik arayışı, psikanalizi derinliğinden uzaklaştırır. Klasik buz dağı benzetmesini düşünecek olursak suyun üzerindeki buzula ilişkin bir şeyleri ölçmek mümkün olabilir. Oysa suyun altında kalan kısmı anlamak için salt pozitivist bir anlayış asla yeterli değildir. En azından şimdilik… André Green, “Hadım Edilme Kompleksi” adlı eserine bu duruma şöyle bir açıklama getirir: “Günümüzde karmaşık bir deney düzeni ve istatistik ölçümlerle daha kesin bilgilere ulaşılacağı umulmaktadır. … Söz konusu araştırmacıların “bilimselliği” kendilerini, sonuçları kolaylıkla indirgeyici bir görünüme bürünebilen “kesinlikler” üzerine oturabilme amacıyla, sık sık, psikanalitik yorumun tahmini hipotezlerinin zenginliğinden vazgeçemeye itmektedir.”

     

    Yazının başlangıcındaki soruya dönecek olursak, “psikanaliz bilimsel midir” sorusunun tek bir cevabı yoktur. Bu soruya hem evet hem de hayır olarak yanıt verilebilir. Aslında psikanalizin bilimsel olmak gibi bir çabası ve bu konuda savunulmaya da gereksinimi yoktur. Mühim olan psikanalizin bilimselliğinden çok bilimsellik pahasına derinliğinden vazgeçilmemesidir. Son tahlilde psikanaliz, insanlık tarihinde ruhu anlamak üzere geliştirilen en cüretkâr yaklaşımdır ve bir bilim olmasından çok insan ruhsallığına ilişkin derinlemesine düşünme ve anlama biçimidir.

     

     

     

    icg


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.