Yaptıkları ile dünya tarihine şekil vermiş bir milletin mirasçıları olarak, bize düşen tarihimize ve atalarımızdan miras eserlere sahip çıkmak, layık oldukları itibar ve değeri vermektir. Lakin bizler her geçen gün utanç verici hareketlerimize bir yenisini daha eklemekten çekinmiyoruz. Bu yazımda sizlere, 1940’larda yaşanan, okurken çileden çıkacağınız bir restorasyon ayıbından bahsedeceğim.
Anadolu Selçuklu devleti şüphesiz ki Türk tarihinin önemli devletlerinden birisidir. Her devlette olduğu üzere Selçuklularda da öne çıkan hükümdarlar olmuştur. Birinci Mesud (1146-1155).- İkinci Kılıçarslan (1155-1192).- İkinci Rükneddin Süleyman (1196).- Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1211).- Birinci Alâeddin Keykubat (1220-1237).- İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246).- Dördüncü Rükneddin Kılıçarslan (1262-1266).- Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284). Öne çıkan hükümdarlardan bazılarıdır. Bu sultanların mezarları Konya’daki meşhur, Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu hanedanına mahsus ve mezar kısmı ‘zir-i zemin’ olan türbelere defnedilmişlerdir.
Türklerde önemli kişilerin mezarları ‘zir-i zemin’ şeklinde olurlardı. Kelime anlamı olarak ‘zemin altı’ manasına gelir ve cenaze yer seviyesinin altında bulunan mezar odasına defnedilirdi. İşte Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu sultan kümbetleri de bu usule göre yapılmışlardı.
Türbeler 19. Asrın sonlarında restorasyon yapıldı, ancak Selçuklu mimarisinin eşsiz örneklerinden olan mekân gün geçtikçe daha kötü bir hal almaya başladı.
1943-1944 yıllarına gelindiğinde, türbelerin kötü durumunu düzeltmek maksatlı restorasyon çalışmalarına başlandı. Utanç verici hadiseler silsilesi de buradan sonra başlayacaktı. Restorasyon çalışmalarına öncelikle mezar odalarından başlanması gerektiğinden, yazımın başında zikrettiğim hükümdarların cenazeleri yerlerinden çıkartılarak kemikleri karma karışık halde çuvallara koyuldu. Yapılan saygısızlık bununla da sınırlı kalmadı, korunmaya alınması gereken kemikler öylece ulu orta bırakıldı. Restorasyonun devam ettiği sıralarda bir gece türbenin açık kapısından giren köpekler çuvallardaki kemikleri kaptılar. Yaptıkları işten bihaber olan yetkililer bu olaydan ancak bir gün sonra alana geldikleri zaman haberdar olmuşlardı, çünkü şantiye alanına bir güvenlik koymayı bile akıl edemediler. Bu pervasız, iş bilmez insanlara söylenecek çok söz var ancak yaptıkları ayıp bunlarla sınırlı olmadığı için devam edeceğim. Alâeddin Tepesi’ne gelen yetkililer karşılaştıkları manzara karşısında şok geçirdiler. Tepenin değişik yerlerine dağılmış halde pek çok kemik parçası ve bunlar için kavga eden köpeklerle karşılaştılar. Bir ekip ile kemikler toplandı, yapılan tasnif çalışmasında pek çok parçanın eksik olduğu saptandı. Bu pervasız utanmazlar, hiç değilse kemikleri şahıslara göre ayıralım bile demeden karışık halde sekiz eşit parçaya bölerek mezarlara defnettiler, konu böylece kapanmış oldu…
Maalesef hadiseler burada bitmiyor 1990’ların sonunda aynı olay bir kez daha yaşanıyor!
Türbe tekrardan restorasyon yapılmak üzere açılıyor, önceki gibi kemikler aynı şekilde çuvallanıyor ulu orta yerde bırakılıyor, ancak bu seferde havalandırma deliğinden içeri giren köpekler kemikleri rahat bırakmamış çuvallara üşüşmüşler. Ertesi sabah etrafa dağılan kemikler tekrardan toplanmış ve gömülmek üzere hazırlanmak istenmiş lakin kimin kemiği kime ait bilinmediği için defin işlemi gerçekleşememiş. Tabi 1943 yılındaki hadiseden haberleri olmadığı için kemiklerin karışık gömüldüğünü ve eksik olduğunu bilmiyorlar. Bu seferki restoratörler biraz daha insaflı, kemikler tek tek dizip ayrılıyorlar ve diyanet işleri başkanlığına danışıldıktan sonra defin işlemini gerçekleştiriyorlar.
Ecdadımızın kemiklerini sızlatmışlar diyeceğim ama ortada kemik kalmayacakmış nerdeyse.
HAÇLILARA RAHMET OKUTTULAR...
Buna benzer başka bir hadise de Haçlılar tarafından yapıldı, durumun vahametini artık siz düşünün Haçlılarla aşık attık…
1190’da üçüncü Haçlı seferi esnasında Kudüs’e gitmek için yola çıkan Haçlı ordusu Anadolu’dan geçmekteydi. Selçuklu tahtında İkinci Kılıçarslan vardı, başında Alman İmparatoru Frederik Barbarossa'nın bulunduğu Haçlı ordusu yol üzerindeki Konya’yı kuşattılar. Şehri bir türlü alamayan İmparator Frederik, Selçuklu tarafının moralini bozmak için kale dışındaki Müslüman mezarlarının deşilmesini istedi. Mezarlar açıldı kemikler ve tam çürümemiş cesetler çıkartılarak türlü hakaret ve saygısızlık yapıldı.
AYIBIMIZ İLE YÜZLEŞTİK:
Son olarak 2019 yılında restorasyon için mezarlar tekrardan açıldı. Aman endişelenmeyin bu sefer her şey usulünce yapıldı, kemikler tek tek incelendi ve her bir parçaya DNA testi yapılarak ayrıştırılması sağlandı. Bu test sayesinde sultanların ölüm sebepleriyle alakalı sis perdesi de aralanmış oldu. Mesela Alâeddin Keykubat'ın 1237’de Kayseri’de zehirlendiği söyleniyordu, yapılan DNA testi sonucunda bu bilginin doğru olduğu öğrenildi.
Kemiklerin tasnifinden sonra ayıbımızı bir nebze olsun affettirmek adına restorasyonu da yapılan türbelere kefenlenip defnedildiler, umuyoruz ki bunca yaşanandan sonra ruhları şad olmuştur.
Hepimiz Osmanlı devletini ve hükümdarlarını övüyor ve iftihar ediyoruz lakin unutulmaması gerekir ki Anadolu’nun kapılarını Selçuklu devleti ve sultan Alparslan açmıştır. Selçukluda Osmanlıda bizim tarihimizdir. Köklü bir tarihin mirasçıları olarak kendimizi, tarihimizi ve örfümüzü muhafaza etmemiz gerektiğini artık iyi bir şeklide kavramak ve uygulamak zorundayız. Unutmayalım ki:
‘Geçmişini bilmeyen geleceğini yönlendiremez…’
Kaynak:
İbrahim Hakkı Konyalı - Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi.
Hürriyet Gazetesi - 21 Mart 2004 sayısı kapak konusu - Sekiz Sultanın Başına Gelenler - Yazar: Murat Bardakçı.
kanka keşke kaynak da verseydin