Günümüz modern çağında "yalnızlık" kavramının karşılığı olumsuz bir çağrışım doğurur fakat felsefe tarihine bakıldığında büyük fikirlerin inziva yoluyla ortaya çıktığı saptanabilir. Düşünen insanın anlamı bulunduğu toplumu da dönüştürmekten geçer. Bu ifadeyi açığa kavuşturmak amacıyla yalnızlık kavramının üzerinde duralım.
Yalnızlık kelimesinin kökü 'yalın'dır. Eski Türkçede yalın, yal- “yanmak, parlamak” fiilinden türetilmiştir. İkisi arasındaki bağıntıyı bir metaforla anlamlandırmak gerekirse mum düşünülebilir. Mum, yanar ve etrafına ışık saçarak parlar fakat dibine ışık veremez. İnsan da yalnızken tıpkı mum gibidir.
Yalnız bir insan, etrafını aydınlatır ve parlar fakat parlamak insanlara ışık verdiğinde değerli hale gelir. Kişi parladığında kendisine ışık veremez. Düşünceleriyle başbaşa kaldığında bilgi ve fikir üretiminde bulunur. Üretimlerini de toplumsal bir değere dönüştürür. Yani üretimleriyle toplumu aydınlatır, ışık saçar. Bakıldığından kendi dibine ışık veremez fakat fikirlerini içinde bulunduğu toplumda bir değere dönüştürmek esasında fikirleri kıymetli kılan şeydir.
Tersi bir düşünce oldukça bencilce olur, yalnızlığın tercih olması yönünden anlamı bana kalırsa budur. Kendisini değiştirirken toplumu da dönüştüren ve işleyen bir mekanizma yaratılır.
"En büyük mutluluk, kişiliktir." -Arthur Schopenhauer
Schopenhauer Mutlu Olma Sanatı adlı eserinde, insanın her konuda yalnızca kendisinden zevk aldığını söyler. Kendisi hakkında yetkin kişi, yalnız iken eylediği eylemlerden haz alır. Kendine yetebilen kişi şüphesiz mutludur.
"Mutluluk kendine yetenlerindir." -Aristoteles
Elbette yalnızlığın kıymetli olması sadece toplumsal bir faydadan ibaret değildir. Kişi yalnızlığı tercih etmelidir. Yalnızlık bazen seçiş ve kaçışken bazen de ona maruz kalmaktır. Yalnızlığa maruz kalmak zorunluluktan doğar ve bu can yakar. Bu noktada insan kendisini seçebilmelidir.
Yorum Bırakın