Wannart yazarı Oğuzhan Turgut 21 Temmuz’da bir yazı paylaştı. Paylaştığı yazı Atatürk’ün ayete hakaret ettiği ve ayetle alay ettiği yönündedir. Bunun dışında yazar, Atatürk’ü din düşmanı olduğunu vurgulamaya çalışmış ve Atatürk’ün batının istediği gibi bir eğitim modelinde insanları eğitmek istediği gibi saçma ötesi tezlerde bulunmuştur. Sırayla gitmek gerekecek ve işin aslını öğreneceğiz…
Atatürk düşmanlarının eline “nimet” gibi geçen 15. Mektup.
Mektubun Ortaya Çıkma Hikâyesi
Ortada Atilla Oral’ın bu mektubu gün yüzüne çıkarması vardır. Bu mektup o yayınlayana kadar gizliydi. 21 sayfalık mektupta Atilla Oral’ın “sansürsüz” halde yayımlaması sonrası bir çeşit yalanlar ortaya çıktı. Mesela Oral yayımlamadan önce Atatürk’ün soru halindeki cümleleri sansürlenmiş ve kırpılmıştır. Mektupta şöyle bir söz bulunur: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hal alır. Siz buna razı mısınız?” Cümlenin sonundaki soru silinmiştir. Onun silinmesinden sonra başta TTK olmak üzere sorusu silinen bu cümleyi almış ve gerekli yerlerde kullanmıştır. Cümleden soruyu silersek cümle bambaşka bir anlam kazanıyor ve sanki “öylesine söylenmiş söz” olarak işleniyor hafızalara. Bahsi geçen mektup ilk olarak 1939’da bir dergide ardında 2011’de Atilla Oral’ın “Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu” adlı eserinde geçiyor.
Mektubun Amacı
Atatürk’ün burada yansıtmak istediği şey inkârcıların ileri sürdüğü gibi her yerde “din düşmanlığı” yapmak değildir. Bilimsel anlamda tez savunulmasının yapılmasıdır. Bu yüzden konu Hz. Ömer’e kadar uzamıştır. Atatürk 1931’de liselerde okutulan tarih kitabında bu “tarafsız” ve “objektif” yapının sağlanmasını istemişti. Bu kitapta “İslâm tarihi” diyerekten başlık bulunuyor. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, bu bölümü aslen Türkistanlı olan 1878 doğumlu Mısır’daki El Ezher Camii ve Üniversitesi’nden mezun olan Zakir Kadiri Ugan’a hazırlattı. Bu Atatürk’ü feci kızdırmıştı. Çünkü Ugan’ın tezleri tamamen Arap milliyetçiliğine dayalı ve anti-objektif biçimdeydi. Ders kitabında “İslam Tarihi ve Türklerin İslam’daki Yeri” bölümünde sarf ettiği sözler özellikle çok çarpıcıdır. Bu tezleri Camii Ezher Medresesi Şeyhleri de kabul etmişlerdi yani Arap milliyetçiliği prensiplerine göre yazıldı. Sonra Atatürk, Tevfik Bıyıklıoğlu’na mektup yazmış ve hangi prensipler içinde tarih anlatılacağını aktarmıştır.
Tevfik Bıyıklıoğlu
Aslında Atatürk burada dine değil, Arapçılığa karşı çıkmıştır. Şimdi Atatürk’ün ateş püskürdüğü o mektuba gelelim:
“Tevfik Beyefendi! Zakir Kadiri'nin ahmakçasına notlarım düzeltirken bu noktalara dikkat buyurunuz. Bu münasebetle yüksek heyetinizin başkanı bulunan size hatırlatırım ki, yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirememek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak, Mısır'ın Camii Ezher'i mezunlarına inanmaktan daha iyidir.
(…) Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız! Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten önce kendi karar verme yetkinizi ve ince milli süzgecinizi kullanınız! Sizi büyük hedefe ancak bu görüşlerden, kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yüksek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar.
Bana bu kadar çok söz söyleten nedeni açıklayayım:
Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye Ankara'dan ayrıldığım son günde önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden geçtikten sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. (…)
Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Siz buna razı mısınız?”
Zakir Kadiri, Türklerin köle olmasından övünmüştür. Bilindiği gibi Arap Orduları Türklerden “köle sınıfı” yaratmıştır. Bu ise kabul edilemez bir hamleydi. Atatürk cemiyete böyle bir adamı getirdikleri için tepki duymuştur. Türklerin köle olarak anlatılmasından onur duyan yazarın eseri bugün yayımlansa sayın Erdoğan’da tepki gösterir ve normaldir.
Mektubu okuduğumuzda Atatürk’ün bilime bağlılığını da okumuş oluruz. Atatürk’ün öfke dolu bu satırları yazmasının sebebi “akıl-bilim” sentezinin bozulmuş olmasıdır. Burada sıkıntı yine din değil.
Oğuzhan Turgut bunun ardından şunları yazmıştır:
“Mektubun içeriğinde Batı kaynaklarını görmüyor musunuz? Onları da yazın diyerek İslam Tarihi’ni batılıların istediği şekilde yazmamızı ve daha önemlisi Türk Tarih Kurumu’na belgelerde seçici olmasını ve kendinin istediği şekilde bir İslam tarihi yazılmasını istiyordu.”
Sayın yazar burada o kadar saçmalamış ki… “(…) ve kendinin istediği şekilde bir İslam tarihi yazılmasını istiyordu” gibi yanlış algı yaparak mağdur yaratmıştır. Sayın yazara şunları hatırlatmak isterim...
1- Atatürk’ün buradaki korkusu bilimselliğin kaybolmasıdır.
2- Irkçı batıya karşı her türlü bilimsel yanıtları Atatürk, antropolojik bilimlerde de dahil olmak üzere vermiştir. Atatürk batının ezberini bozdu bugün bu yüzden bu kadar rahatsızlar Atatürk’ten…
3- Batılıların “Türkler sarı ırktır” gibi atıflarda bulunan batıya Atatürk’ün verdiği cevapları bilmiyor musunuz? Şevket Aziz Kansu’yu hiç okumadınız mı?
4- Eğer kendisinin istediği tarzda yazım kuralları olsaydı bu kitaplar bugün bile bilimselliğini koruyabilir miydi?
Atatürk batı merkezci tarih yazımını şiddetle reddetmişti lakin 1949’da ABD ile imzaladığımız eğitim antlaşmasından sonra eğitim sistemimiz ABD ve AB çıkarlarına oturtuldu. Atatürk’ün döneminde yazılan tarih tezlerinin adı “Türk Tarih Tezi” iken batıcı sistem onu “Türk- İslam Sentezi” olarak aktardı ve anlattı. Eğer Atatürk “batılıların istediği şekilde” yazmamızı istiyorsa niçin eğitim sistemimize Atatürk öldükten sonra antlaşmalarla karışıyorlar?
Atatürk’ün bu öfkesi “benim dediğim tarzda anlatılmadı” diye değil, bilime aykırı ve Türklüğü zedeleyen tezleri çocuklara okutmak istememesinden kaynaklanıyor. Türklerin ezilmesinden mutluluk duyan adamın övgüsünün boşa olduğunu düşünen Atatürk, Bıyıkoğlu’na şöyle demiştir:
“Bunun gibi Arap ordularının birçok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda geldiği bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığını araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır.”
Bazı ilim-bilim yoksunları mektupta geçen “ikra, bismi, Rabbi safsatası” sözünü hiç araştırmadan kullanarak Atatürk’ü dinsiz gibi göstermeye çalışmışlardır (Kemalistleri dinsiz gösterme merakı İngilizlerden geliyor). Şimdi o bölüme gelelim:
“Son senelerde Istanbul’da yayınlanan gazetelerde Roman diye okuduğumuz bazı tarihi eserler vardır ki, bunlar şüphesiz yüksek heyetinizin gözleminden kaçmış değillerdir; bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerinin yorumudur; bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir.
Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; (Ikra, bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. Bu zihniyetle hareket edenler Islam’dan önce evrensel Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte engel görmediler.Yazacağınız Islam tarihinin de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm.”
Yazıyı okuduğumuzda “(ikra, bismi, Rabbi) safsatası” sözü bir roman çıkarımıdır, bu da demektir ki söz Atatürk’ün değildir. “; bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir.” Diyor ve bu örneği veriyor. Parantez içine almasının sebebi ise romandan aldığını belli etmek içindir. Mektupta Atatürk, Bıyıkoğlu’na kullanılan terimin romandan ilham alarak yazdığı ortaya çıkmış oldu. “ikra, bismi, Rabbi” talimatı ile hareket eden Arapların, Türk kültürünü çiğnediği bilinmektedir.
Yazarımız burada yanlış bir yorumlamayla:
“Hz. Muhammed’in (a.s.m) burada efendimizin Halifesi unvanına ve Halifelik görevlerini üstlenenlere maskara denmektedir. Yani Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali Haşa! Maskaralık etmişlerdir.” diye yazmıştır.
Öncelikle Atatürk’ün ne anlatmak istediğini ve tarihsel gerçeği bilmek ve anlamak gerekir… Bu yüzden Atatürk’ün yazısını ele alalım…
Atatürk ve Halifeler
Atatürk şöyle devam ediyor mektupta:
“Halife Ömer’in (…) yürüyerek Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfıt Araplık, malumunuzdur. Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız.
Bir hırka ve bir hurma hikâyesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. Bunun gibi Arap ordularının birçok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda geldiği bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığını araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır.
Türkler (...) Arap imparatorluğu unvanını taşıyan bütün memleketlerde birinci derecede güç ve hakimiyet sahibi olmuşlardır. En nihayet Muhammed'in Halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanlan emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir."
Mektubu okuduğumuzda kimilerinin kabul etmek istemeyeceği gerçekler vardır. Hz. Ömer adaletli bir adamdı ama fazlasıyla Arapçıydı. “Bir hırka bir hurma” hikayesine artık bakış açısının zamansal olarak değişmesi gerekiyor. Oğuzhan Turgut’un ifade ettiği gibi “hakaret” değil; “gerçekliktir” bu halifelik hakkında söylenenler. Halifeliğin Emevilere geçişi sonrasında halifelerin yaptıkları rezillikte ortadadır. Bu yüzden bu adamlara “maskara” demek çok doğru bir tabir Osmanlı’da olanları biliyoruz. Bunları peygamber yerine koymaya çalışmak asıl cahilliktir. Bu adamlar ulu insanlar değil bunun üstünü çizmek gerekir…
Atatürk “Tarih II” de Kur’an hakkında kendi düşündüklerini yazmıştır ve burada mantığın değerini bir kez daha anlatmak istemiştir. Yani Atatürk’ü din düşmanı ilan etmek yanlıştır...
Bu tartışmaların bir sonu yok bambaşka terazilerle olayları tartiyoruz. Son birşey demek istiyorum ismimi kullanmadan yazarsanız sevinirim. Linki kullanabilirsiniz.