Soldaki, bedenine tesadüfen rastlanan bir antik çağ insanı. İnsanı insan yapan tüm özellikleri, canlılığı içinde barındıran bir oluşum olan “hayat”tan ayrıldığı vakit son buluyorsa; bu ölü, bir “insan” değildir. Canlı bir varlık olmaktan cansız bir varlık olmaya geçiş yapmış bu bedene baktığımda; tüm kasları erimiş, derisi kemiğine dayanmış, teni solmuş şeyin içinden özünün çıkıp başka diyarlarda yaşamına devam edip etmediğini düşünürüm. Ölümden sonra yaşama dair bir inancım olduğundan değil, bu inanca sahip insanların ne şekilde düşünebileceğini merak ettiğimden. Bir zamanlar yaşamı gördüğü gözlerine, yaşamı için mühim olan havayı ciğerlerine çektiği burnuna, bedenini beslediği ve bir kimseleri etkileyebilecek kelimelerin döküldüğü ağzına baktığımda bu solgun yüz bana biraz hüzünlü gelir. Bir zamanlar canlı; şimdi ise cansız bu beden, bir şeyler anlatıyor. Canlı iken bir bilince sahip, düşünebilen, bir zamanlar görmesine olanak sağlayan gözleriyle deneyimlediği yaşam hakkında doğru ve yanlışları kendisine gerçeklik edinen bu beden bilinçsiz bir şekilde, cansız bir nesneden farksız toprağın üzerinde duruyor. Bir gerçeklik daha ölüyor. Bilinç denilen olgu, yaşam içinde deneyimlenirken durup düşündüğünüzde tanımlanması güç, alışılagelmedik ancak çok içimizden bir şey olduğu için basit görünüyor.
İçerisinde hayat sürdüğümüz doğanın kendisinden esinlenen şekiller ile ürettiğimiz şekiller ve onlara verdiğimiz sesler ile birbirimizi anlamak için oluşturduğumuz dilleri konuşuyorken basit; ancak dil denen unsuru durup düşündüğünüzde açıklaması oldukça güç. Karşımızda bilmediğimiz dilde bir şeyler anlatan kişi için ağzından çıkarttığı sesler bir şey ifade ediyor. Düşünceler seslere, şekillere dönüşüyor. Sesler ve şekiller de düşünceye. Karşımda bilmediğim bir dilde konuşan bu insanın çıkarttığı seslerin zihnimde hiçbir karşılığı yok. Ancak kendisi, konuşmaya devam ettikçe düşünüyor, bir gerçeklik yaşıyor. Bu sesler ve şekiller onun bilincini harekete geçiriyor ve dili, gerçekliğini şekillendiriyor. Oysa benim duyduğum anlamsız sesler, zihnimde hiçbir ışık yakmıyor.
Bir zamanlar canlı olan bu bedenin dünyayı görüşü, bilişi ve yaşayıp inandığı gerçekliği cansız bir beden haline geldiğinde yok oluyor. Ancak nasıl? Görüp deneyimlediğimiz ve bir bütün halinde yaşadığımız bu bilinç hali, nasıl oluyor da var’dan yok’a geçiş yapıyor. Bilinç, bir bütün. Bütün bir algılayış ve bütün bir gerçeklik. Kişinin bilinci, kişinin algılayışı, kişinin gerçekliği ölürken hepsi bir hiçe dönüşüyor. Bilinç, bir bütün olarak algılayış; Ölüm, algılayamayış.. Şu an bunları yazarken, şu an bunları okurken bir bütün olarak deneyimlediğimiz bu canlı olma hali, nasıl birden cansız bir hiçe dönüşüyor? Yaşamak, hayatta olmak deneyimi nasıl çok ansızın 0’a inebiliyor? Bir zamanlar gören gözlerim, artık nasıl görmüyor? Gördüğüm şeyleri yorumlayabilirken artık nasıl oluyor da odanın köşesinde duran bir sandalyeden farkım kalmıyor? Bir zamanlar toprağın üzerinde yürüyen, konuşan, zevk alan, gören, işiten, tepkiler veren bu canlı beden, bir zaman sonra toprağın üzerinde cansız yatıyor. Odanın bir köşesinde duran sandalye ile, toprağın altına gömülen bir bedenin farkı ortadan kalkıyor. Canlıyı canlı yapan devasa farklar ortadan kalkıyor. Siz toprağın altında artık her şeyden habersiz, kayıtsız bir şekilde yatıyorsunuz. Geride kalan odanızdaki sehpa da.
kapak resmi nereden