Gece Yarısı Kütüphanesi Eserine Kısa Bir Bakış
2020 senesinde İngiliz yazar Matt Haig tarafından edebiyat dünyasının bilgi dağarcığına nakşedilen Gece Yarısı Kütüphanesi adlı fantastik/felsefi kurgu türündeki eser, yayınlandığı günden bu yana seçkin kitap eleştirmenlerinin övgülerine mazhar olmaktadır. Aldığı bir çok ödülün beraberinde 2020 senesinde, 125 milyondan fazla üyesiyle, içinde 3,5 milyar kitabın kataloglandığı bir platform olan Goodreads tarafından En İyi Kurgu dalında ödüle layık görülmüş Matt Haig'in "Gece Yarısı Kütüphanesi" adlı eseri, kanaatimce tüm övgüleri fazlasıyla hak etmiştir. Zira yazarın bu eserde titizlikle ele aldığı bir konu olarak insanın varoluşsal problemlerini kitabın ana karakteri Nora Seed’in sıradanlığında kurgusallaştırması okuyucunun Fransız yazar, filozof Albert Camus’un Absürdizm anlayaşıyla sıkı bir bağ kurabilmesine olanak tanımaktadır.
Otuz beş yaşında orta yaşlı bir kadın olan Nora Seed’in yaşam yolculuğunda Absürdizim unsurlarının izlerini sıklıkla görmek mümkündür. Anksiyete ve depresyondan mustarip bu genç kadın, yaşamın anlamsızlığı ile yüzleşmiş, içinde alevlenen karamsarlık denizinin dalgaları arasında boğulmak üzeredir. Dahası Nora'nın yaşam deneyimleri onu zayıflatmış bir anlamda tepkisiz bir birey haline dönüştürmüştür. Duygusal olarak savunmasızdır. En sonunda hayatın saçma doğasından kaçmaya çalışmaktan başka bir yolun bulunmadığına kendisine inandırır. Aslında Nora’nın yaşadıkları onu çevreleyen dünyaya yabancılaşmasından kaynaklı bir çatışma halidir. Ancak absürt dünya, kendisine yabancılaşmış bireylere çıkış noktası bırakmaz. Bu gerçekle yüzleşen Nora, çok geçmeden yaşamının sürekliliğine dair bir seçim yapması gerektiğini anlayacaktır.
Absürdizm Nedir?
Bu noktada Absürdizm kavramını kısaca açıklamanın, yazar tarafından kitabın alt metinlerinde sıklıkla ifade edilen bir takım felsefi görüşlerin anlaşılabilmesi adına faydalı olacağı kanaatindeyim. Bununla birlikte absürdizm görüşünü değerlendirirken, bu kavramın varoluşçuluğun bir alt metni ya da tamamlayıcı unsuru olarak görülmemesi gerektiğinin altını çizmek isterim. Kaldı ki bir bu iki kavramın da çıkış noktaları hasebiyle benzer görüşler içerdiğini düşünsek bile absürdizm ve varoluşçuluğun bir noktada birbirlerinden ayrıldığını söylemek doğru olacaktır.
Absürdizm anlayışının yaratıcısı olan Albert Camus’a göre “absürt” ifadesiyle kastedilen bir bakıma dünyanın olmasını istediğimiz hali ile gerçekte olduğu hali arasındaki karşıtlığın tezahürüdür. Söz gelimi hepimiz için dünyanın olmasını istediğimiz hali adil ve eşitlikçi bir düzen anlayışı bağlamında zihnimizde canlanır. Kaldı ki tam da bu yüzden dünyanın adil ve eşit olmasını isteriz. Suçların cezasız kalmadığı, erdemin ödüllendirildiği bir düzenin hayalini kurarız. Bu nedenle yaşamımızın kaotik ve bilinmezlik içeren sıradanlığında bir anlam ararız. Ne var ki gerçekte bu beklentilerimize ulaşmamız sandığımız kadar kolay değildir. Hatta çoğu zaman imkansızdır. Çevremize baktığımızda kötülerin ödüllendirildiği, iyilerin ise başlarına türlü felaketlerin geldiği adil olmayan bir dünya ile çepeçevre kuşatıldığımızın farkına varırız. Bu durum zihnimizin sınırlarını zorlar ve böylece yaşadığımız çevreyi, hayatımızı ve tuttuğumuz yolu anlamlandırmakta güçlük çekeriz. İşte bu noktada tanık olduğumuz çelişki, arzulayan zihnimiz ile onu hayal kırıklığına uğratan dünya, Camus’a göre absürttür. İnsanoğlu için bu durum dünya ile arasında bir tür boşluk hali yaratır ve bu boşluğu yaşamak kaçınılmaz olduğu kadar çözümsüz bir vakayı tanımlar.
Albert Camus
Diğer taraftan Absürdizmden farklı olarak Varoluşçu teori, insanların sadece kendi bilinçlerini kullanarak kendi yaşam anlamlarını oluşturabileceklerini belirtir. Bu görüşe göre, özgür iradenin ve kişisel sorumluluğun gücü, insanın hayatın anlamını tanımlamasını sağlayabilir. Varoluşçu felsefenin savunucularından Sartre’a göre, insan ne olması gerektiğine kendisi karar veren dolayısıyla kendisini yaratan tek varlıktır. Ona göre, insan mutlak bir özgürlüğe sahiptir ve bu özgürlük içerisinde her zaman kendisini var edebilme gücünü bulur. Kısaca Sartre, insanlar kendi bilinçlerini kullanarak kendi yaşam anlamlarını oluşturabileceklerine inanır. Varoluşçu düşünürlere göre insanoğlu, özgür iradesinin ve kişisel sorumluluğunun gücünü kullanarak hayatının anlamını tanımlayabilme imkanına da sahip olabilecektir.
Jean Paul Sartre
Sisifos Efsanesi ve Absürdizm
Camus, 1942 tarihli Sisifos Söyleni’nde, absürt kavramının kökeni ve sonuçları hakkında verdiği bilgilerle Absürdizm kavramını, tüm yönleriyle, bize başarıyla açıklamaktadır. Bilindiği üzere Yunan mitolojisinde Sisifos; tanrılar tarafından kocaman bir kayayı bir dağdan yukarı itmek, dahası bunu yaparken de kayanın sürekli aşağı doğru yuvarlanması izlemekle görevlendirilmiştir. Nereden bakarsak bakalım, Sisifos’un bu görevi sonsuza kadar tekrar etmek zorunda bırakılmış olması bir anlamda anlamsız, saçma bir işi yapmaya mahkûm edilmiş olmasının bir göstergesidir. Bir bakıma efsanede geçtiği kadarıyla bu saçma işi sürdüren Sisifos, Camus’un absürtlüğüne uygun bir örnek olarak ortaya çıkar. Buradan çıkarımla, Camus, her birimizin hayatının sıradan bir rutine dönüşebileceğini ileri sürmektedir.
“Sabahleyin kalkmak, tramvaya binmek, büroda ya da fabrikada dört saat çalışmak, yemek, tramvay, dört saat daha çalışma, yemek, uyku ve pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi hep aynı ritim üzere… (Camus A. Sisifos Söyleni, 2013, s. 24)”
Ancak her şeye rağmen Camus’un muhayyilesinde Sisifos’un içinde bulunduğu koşullar acınılası bir durum olarak değerlendirilmemektedir. Öyle ki bir bakıma Sisifos, içinde yaşadığı şartlar altında absürtlükle yüz yüze yaşamayı seçmiştir ve bu seçim bile onu kahraman ilan etmemiz için yeterlidir. Zira neticede bu seçim başlı başına bir farkındalık ve bilinç meselesidir. Kaldı ki Sisifos, içine düştüğü bu mahkûmiyet halinin tam olarak farkındadır. Ve bu farkındalık sayesinde Tanrıların eliyle ona dayatılmış olan bu boşluk düzeyi onu aynı zamanda kaçınılmaz olanı kabul etme noktasına getirmiştir. Geldiği bu noktada tutkusu, özgürlüğü ve isyanı Sisifos’u, onu ezmeyi amaçlayan mahkumiyetten daha güçlü kılar.
Kısacası Camus, Sisifos’un aslında mutlu olduğunu, amaçsızlığın değiştirilemez boşluğunda olmaktan keyif aldığını ifade eder. Çünkü Sisifos Tanrılar tarafından ona verilen kayayı itme görevinde her ne kadar sonuçsuz bir iş yapıyor gibi görünüyor olsa da nihayetinde kendi işini yapmaktadır. Bu haliyle dünyanın absürtlüğü ile uyumlanmıştır. İşinin bir parçası olan kaya, dağ, gökyüzü ve toprak artık sadece ona aittir, bunlar onun dünyasıdır. Sisifos’un mevcut durumunu değiştirmek için hiçbir umudu yoktur, fakat buna rağmen kendi boşluğunda anlamsızlığın kabulüyle kendisine verileni gerçekleştirmek adına elinde olan her şeyi kullanmaktadır.
Kısacası Camus’a göre, şartlar her ne olursa olsun absürtlüğe direnmemiz ve kendimizi yapay umutlara, çözümlere teslim etmememiz gerekir. Ona göre bir anlamı olmasa da yine de hayatın yaşanabilir bir yönü vardır. Bu noktada Absürdizm görüşünün varoluşçuluktan farklı olduğu nokta kaçınılmaz gerçeği değiştirmek için yapılacak bir şey olmadığının ifadesinde yatar.
Absürdizim Bakış Açısıyla Eserin Kısa Değerlendirmesi
Nora Seed’in hikayesine dönecek olursak, yazar hikâyenin başında yaşamın absürtlüğü ile uyumlanmakta güçlük çeken, bir anlamda onu bu yola mahkûm eden çevresindeki kişilerin beklentilerinin tahakkümünde yaşamak zorunda kalan birinin portresini başarıyla çizer. Nora hayatından memnun değildir, çünkü hayattaki saçmalıkları anlamakta güçlük çekmektedir. Yaşama dair beklentileri dünyaya ve etrafındaki insanlara bağımlıdır. Ne var ki kendisinden bekleneni onlara veremediği noktada ruhunda kabaran tatminsizlik duygusunun zihnini esir almasına mâni olamayacak, bir yandan yapay amaçların gölgesinde anlamsızlığın farkına varırken, diğer yandan da yaşamda bir anlam aramaya devam edecektir. Neticede bu çelişkinin onda öfke ve hayal kırıklığına yol açması anlaşılabilir bir şeydir. Dahası, çevresindeki insanların beklentilerinin yükü, kalbini saldırganlık ve pişmanlıklarla doldursa da suçu yine kendisinde bulur. Ona göre Nora Seed kelimenin tam manasıyla eksik bir insandır.
Kitap boyunca Nora Seed’in bu eksikliği tamamlamak için çaba gösterdiği, ne var ki ortaya koyduğu çabaların tümünün günün sonunda Nora’nın kendisi gibi boşlukta kaybolduğuna tanık oluruz. Ancak bu durum kitabın bir noktasında tersine dönecek, hikâye aynı Sisifos efsanesindeki gibi, Nora’nın yaşamın anlamsızlığını olgunlukla kabul etmesiyle sonlanacaktır.
Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi adlı eseri Absürdizmin ana temalarını zengin bir çerçevede somutlaştırır. Bu temalar kapsamında Nora'nın kitap boyunca deneyimlediği fantastik serüveninde karşılaştığı her şey absürt bir bağlamı beslemekte ve buradan beslenen anlayış anlam bulma güdüsünü boşlukla sarmalamaktadır. Çevresiyle sürekli mücadele halinde olan bir karakter olarak Nora, etrafındaki dünyanın kayıtsız doğası karşısında bireyselliğini ortaya koymaya çalışsa da neticede bu nafile bir uğraştır. Ne var ki kitabın sonunda yaşam ile ölüm arasında bir yerde ortaya koyduğu çabaların, içindeki boşluğu daha da büyüttüğünü fark edecek ve deneyimlediği hayatların dizgesinde edindiği iç görü sayesinde anlamsızlığa uyumlanarak yaşadığı absürt dünyayı kendisi için kabul edilebilir kılmayı öğrenecektir.
Benzer Yazılarım:
https://wannart.com/icerik/42194-insanin-belirsizligi
.
Daha bugün bitirdiğim kitabı bir de sizin bakış açınızdan okumak...