Kutsal Sessizlik Üzerine Bir Gözlem...

Kutsal Sessizlik Üzerine Bir Gözlem...
  • 10
    0
    0
    3
  • Özdemir Asaf’ın çok beğendiğim bir sözü vardır, "Bunca boş konuşan insanın arasında dilsiz olmak, engel değil, devrimdir” der büyük usta. Gerçekten de içsel bir devrim yaşar, özündeki boşluğu haykıran insanı duyan bu kulaklar. Ama ne çare başını boş sözden kaçırmak! Bir kere seni buldu mu düşünme yoksunu bir zihnin sarmaşığı, zehirli kollarıyla çepeçevre dolanır gönül pencerene, karanlık kolları ruhunun aydınlığını boğazlayıverir bir hamlede.

    Çoğu zaman neden insanoğlu değerli olanı harcamaya bu denli heveslidir diye geçiririm içimden. Çünkü sözler anlamlıdır. Yeri gelir tek bir söz can alır, ölüme hükmeder. Ya da an gelir, bir nefeste ağızdan çıkıveren bir başka söz seven bir kalbi bir ömür boyu kendine bağlar. Zamanı öldürmek için harcanan kelimeler ruhumuzun gizini açık etmekten başka neye yarar? Bu gizi olur olmaz yerde ortaya saçıvermek ne büyük bir ahmaklıktır oysaki!

    Tarih bu ahmaklığa isyan etmiş nice asilerle doludur. Ne var ki boş sözün açtığı yarayı ancak çeken bilir. Sözgelimi bugün için bir muammadır Van Gogh’un deliliği. Acaba neden kesmiştir bu çılgın adam kulağını? Bunun hakkında derinlemesine düşünmek gerekir;  hem de kalpten, hissederek düşünmek… Bu konuda düşünenler, fikir sunanlar, akıl yürütenler çok olsa da kanımca hiçbiri anlamamıştır Van Gogh’un asıl derdini. Bu yüzden deli deyip geçmek kolay gelir herkese. Ne de olsa duymanın acısını bilmeyenler için delilikten başka ne anlamı olabilir ki böylesi bir vahşetin? Ama ben iyi bilirim, hem nedenini hem nasılını dopdolu hissederim kalbimde. Bilirim ki duymaktan sıkılmıştır Van Gogh bu dünyanın boş gevezeliğini...

    Kulağı Sargılı Pipolu Otoportre – Vincent Van Gogh – 1889

    Zihni gerçeklerle örülü insan iki pencereli bir evde yaşar. Bir pencereyi açtığında buz gibi bir kış soğuğunda yüzüne yalnızlığı çarpar, göz kapakları buz tutar; inatçı dik bakışları soğuk, bembeyaz bir geceyi karşılar.

    Ardından gök yarılır, kelimeler bir sağanak halinde ıssız, soğuk gecenin sinesine akar; boş sözler gökten yağan dolu taneleri olur, insanın önce bedenini sonra ruhunu yaralar. Çareyi pencereyi kapatmakta bulur insan, kendi zavallılığına bir küfür sallar ve öbür pencereye yönelir bir umutla.

    Diğer pencerenin önüne geldiğinde kendi kendine yemin eder. Artık duymayacak sadece haykıracaktır ruhunun sözlerini bu dünyaya. Ne var ki bir hamlede kararlılıkla ardına kadar açtığı pencere, yakıcı bir güneşi buyur eder apansız. Biraz önce soğuktan ala çalan yüzünü bu sefer sapsarı yakıcı bir sıcak karşılamıştır. Kızgın güneş, kum taneleriyle yoldaş olmuş, tane tane tozlar sıcakla beraber burun deliklerine dolmuştur. Bir anda narin tenini yalayan çöl sıcağının kuru öksürüğü boğazına yapışır. O yine de tüm gücüyle haykırır kum tanelerinin boşluğunda dumanlanan sarı gökyüzüne sözlerini. Lakin sesi göklerde yankılanan bir ışık olsa da boşluğun içinde kaybolur gider. Bir yandan her sözü duymanın ızdırabını çeken o kimsesiz insancık, diğer yandan söylediklerinin duyulmamasına içerler. O an Nietzsche’nin sözleri gelir aklına, yalnız olmadığını anımsar bir kez daha...

     “Anlamıyorlar beni: Bu kulaklara göre ağız değilim ben. Pek uzun zaman kalmışım herhalde dağlarda, pek uzun zaman dinlemişim derelerle ağaçları; keçi çobanlarıyla konuşur gibi konuşuyorum şimdi onlarla."[1]

    Friedrich Nietzsche


     
    [1] Nietzsche F. (2021), Böyle Buyurdu Zerdüşt, Can Yayınları,İstanbul


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.