Weltschmerz
Dünyanın dikotomilerden yani ikilemlerden oluştuğunu varsayalım, akla gelecek en büyük ikilemler neler olurdu, iyi ve kötü, doğru ve yanlış, var olmak veya olmamak, zevk ve acı. Belki de doğumdan itibaren görülen ilk ikilemlerden biri bu. Doğan bir bebeğin ağlayışlarının karşısında bir ailenin sevinci. Süregelen hayatımız bu ikilemin hangi ucunda olduğumuzun en büyük etkeni aslında. Weltschmerz ise aslında tam olarak bu noktada görülüyor. Bu terim ilk olarak Jean Paulun Selina isimli kitabında görülüyor. Aslında iki kelimenin bir araya getirilmiş hali bu terim world ve pain. Dilbilimsel olarak bakarsak portmanteau ya da blend bir kelime yani. Terim ise şunu açıklamakta; Hayat bir makine bir mekanizma gibi hareket etmektedir, doğa insana karşı bağımsızdır kendi akışı içinde olan fabrika gibidir aslında ve böylesine büyük bir makinede kalbe ve duygulara yer yoktur. Kafada kurulan ideal dünyanın yani aslında hayalgücünün asla erişemiyeceği bir noktadadır gerçek hayat ve tam olarak bu yoksunluktan oluşur weltscmherz, yani dünya acısı, dünya bitkinliği, dünya yorgunluğu. Weltschmerz dünya zevklerine karşı çıkmaz aslında zevklerin var olduğu su götürmez olsa dahi buradaki asıl problem, bu zevklerin karşılaşılan acılar karşısında inaılmaz derece küçük ve etkisiz kalması. Yani bu “decadence”, çürümüşlük içinde aranan zevkin bir karşılığı veya getirisi olunmuyacağını düşünüp buna karşı teslim olunması durumudur, mesela Shakespear’in there something rotten in the state of denmark demesi ve Hamlet’in inertia’da denilen bir eylemsizlik durumuna düşmesi gibi. Alman edebiyatında belirli bir dönem için o kadar çok kabul edilip benimsenmiştir ki belki de Zeitgeist yani dönemin ruh hali gibi de nitelendirebileceğimiz bir hali almıştır. Şöyle de denebilir Weltschmerz daha bireysel bir şey iken, zeitgeist daha çok toplumsal denebilir. Edebiyattan bir örnek vermek gerekirse belki de genç Werther'in acıları gelebilir. Genç Werther'in acıları epistolary yani mektuplaşma şeklinde yazılmış bir kitaptır ve “protagonist” ana karakterimiz genç ve nişanlı bir kadına âşık oluyor. Fakat az önce de dediğimiz gibi bu aşkı yaşayabileceği tek yer kendi hayal dünyası, gerçek dünyada herhangi bir karşılığı yok. Kişiyi bu duruma sürükleyen etken tam olarak da bu aslında. Hatta direkt Terimi bize kazandıran Jean Paul’dan da bir örnek verelim. Jean paul’ın TITAN isimli romanında Roquairol’ın aynı werther’de olduğu gibi karşılıksız bir aşk sonucu bu sözü geçen dünya-yorgunluuğuna sürüklenmiştir ve hatta intihara kadar ilerlemiştir. Yaşanılabilecek güzellikleri görüp ve gerçekleşemiyeceklerini bilmek kişiyi çaresizliklik durumuna ve teslim olma durumuna sürüklüyor, İntihar ise bunları öğrendikten sonra inanması çok da güç durmuyor. Hatta şöyle de bir ekstra bir bilgi vermek gerekirse Genç Werther’in acıları çıktığı dönem okuduktan sonra birçok genci intihara sürüklüyor ve kitap yasaklanıyor. Bireysel olan Weltschmerz, bir anda söylendiği gibi zeitgeist halini alıyor belki de. Aşağıda gördüğünüz eser The Triumph of Death (Pieter Bruegel the Elder) Ölümün insanların yozlaşmışlıklarına karşı almış olduğu galibiyeti sergiliyor.
Yorum Bırakın