Dedektif romanlarının dizilerin filmlerin belki de en çok tanınan karakterlerinden biri olan Sherlock Holmes kimdir ve yazarı Sir Arthur Conan Doyle hakkında neler biliyoruz?
Öncelikle her zamanki gibi cevaplanılması gereken sorulara bir göz atalım Sir Arthur Conan Doyle kimdir, Sherlock Holmes nasıl bir karakterdir, kitapları (hikayeleri) nasıl bir stilde yazılmıştır ve hangi temalara ve motiflere yer verilmiştir. Diğer dedektif romanlarından nasıl ayrılır ve dedektif romanı türünü nasıl etkileniş ve günümüze kadar nasıl ulaşmıştır?
Sir Arthur Conan Doyle İskoçya doğumludur, tıp diplomasına sahiptir, ailesinden uzakta yaşamıştır ve kötü bir çocukluk geçirmiştir ve bunların üstüne karısını zamanlarda çok görülen tüberküloz hastalığına kaybetmiştir. Sürekli bir şekilde dile getirdiği Dr. Joseph Bell isimli bir doktoru vardır. Joseph bell, Arthur Conan Doyle'ın söylediklerine göre kendisine mentorluk yapmıştır ve kendi söyleyişi ile, Joseph Bell gözlemin, çıkarımın ve gözlemin ustasıydı, bazı hastalara sadece bakarak hangi hastalığa sahip olduklarını anlayabilirdi. Aslında bariz bir şekilde anlaşılıyor ki, Joseph Bell Sherlock holmes karakterinin yaratılmasındaki yapıtaşlarından bir tanesiydi.
Her şeyden önce Doyle’ın bilindik diğer eserlerinden bahsetmek gerekirse, The lost world, The Mystery of Sasassa, The Surgeon of Gaster Fell. Bu eserler belki Sherlock Holmes’un ışığı altında sönük kalmış olabilirler ama Sir Arthur Conan Doyle‘nın önemli ve tanınmış işleridir. Sherlock Holmes’tan bahsetmek gerekirse. Denildiği gibi Sir Arthur Conan Doyle'nın en tanındık ve bilindik karakteridir ve tümevarım tekniğini kullanarak işlenişmiş suçları çözer, dedektiflik yapar. Kendisi edebiyattaki ilk "forensic" karakterdir, yani ilk olay yeri inceleme de diyebileceğimiz bir karakterdir.
Misanthropic bir karakterdir, insan ilişkisini sevmez veya insan ilişkilerinden zevk almaz, ancak bu özelliği onu afallatmaz yerine göre çok iyi bir şekilde olması gerektiği karaktere bürünebilir. İnanılmaz derecede zekidir ve denildiği çıkarım yapmada bir efsanedir, aynı Joseph Bell gibi kişilere sadece bakarak gerekli sonuca ulaşabilir. Misanthropic olan Sherlock Holmes dizide gösterildiği gibi kitaplarda sosyopat bir karakter değildir. Bu değişikliğe büyük ihtimalle diziye olan ilgiyi daha öne çıkarmak için yaptığı bir metot denilebilir. Fakat kitaplarda da her şeye pragmatik açıdan bakılması gerektiğini, her şeyin mantıklı bir açıklamasının bulunduğunu söyler duyguların insana yük olabileceğini ve yanlış kararlara sürükleyeceğini iddia eder. Tabi Sherlock Holmes’tan bahsederken Watson'ı es geçemeyiz. Watson'ın kendisi bir veterandır ve orduda paramedik olarak görev almıştır. Kendisi Sherlock’un bir nevi polis partneridir ve hikayelerin anlatıcısı "Narrator" görevini üstlenir.
Watson adrenalinin getirdiği heyecana tutkulu olan normal bir askerdir aslında. Sherlock Holmes’a bir nevi “foil” karakterdir. Yani Watson karakterinin sadece varlığı Sherlock'un normal bir insana kıyasla ne kadar hızlı ve zeki olduğunu gösterir. Foil karakterler okuyucuya, dinleyiciye ve izleyiciye ana karakterin öne çıkan yanının ne kadar dolu olduğunu gösterir. Böyle bir karakterin yani Watson’un varlığı aslında olayların okuyucuya açıklanması için bir fırsat bir pencere sağlar, Arthur Conan Doyle Watson sayesinde ortadaki gizemin nasıl çözüldüğünü okuyucu ile paylaşabilir.
Seriye başlamadan önce Arthur Conan Doyle’ın Sherlock ve Watson ikilisine vermek istediği isim Sherrinford Holmes ve Ormond Sacker'mış.
Şimdi yazı diline, stiline, içeriğine ve temel anlatısına bakalım. Doyle'ın yazım stili birçok detayla, metaforla, analoji ve edebi yazım teknikleri ile doludur. Bunlara rağmen okunması zor değil aksine flow "cadence" çok akıcıdır. Hikayeler en ince ayrıntısına kadar detaylarla doludur. Hikâyede bu kadar detaya yer verilmesinin sebebi, kuyucunun bu detaylar içinde kaybolunmasının istenilmesidir. Sherlock Holmes serisin en önemli özelliklerinden bir tanesi kitabın barındırdığı diyaloglardır, Flow'un (cadence) bu kadar akıcı olmasının sebebidir bu diyaloglar. Serideki diyalogları şu şekilde tasvir edebiliriz, iki karakter arasında hızlı bir biçimde pan yapması gibidir. Bu kamera akışı sizi bir noktaya sabitler ve iki karakter arasında sizi ileri geri götürerek akışı hızlandırır.
Tabi Sherlock bu kadar akıcı ve içine çekici kılan bir diğer etken ise karakterlerdir. Serideki karakterler gizemlidir, hangi karaktere nerede ve ne zaman güvenip güvenmiyeceğinizi bilemiyorsunuz, ki buna sherlock holmes da dahil protagonist olmasına rağmen sherlock okura her zaman tamamı ile güven sağlamaz, okuru kandırdığı da olur. Bu güvensizlik durumu ortaya çok güzel bir şüphe "suspense" unsuru çıkarıyor ve okuyucuyu zinde tutuyor. Hikâye size küçük küçük yapboz parçaları sunuyor, bu parçalar çok anlamsız ve saçma gelebilir okura ta ki Sherlock bütün parçaları bir araya getirene kadar.
Sherlock Holmes’un hikayelerinin örgüsü aslında tamamen bundan ibarettir. Ancak hikâye örgüsün basit olmadı bir zayıflık değildir. Doyle her etkeni o kadar efektif kullanıyor ki, hikayedeki en ufak şeye bile ayrı merak ve heyecan duygusu asla kesilmiyor. Hikayelerin kurgu olmasına rağmen gerçek hayattan etkilenmesi ve motifler bulundurması hikayelere ayrı bir hava katmıştır, mesela "Freak Shows” veya "Ku Klux Klan” gibi olaylara, ve hikayeler Sherlock Holmes ‘de yer almıştır, ya da birebir şekilde yer almasa bile Karındeşen Jack "Jack The Ripper" da bir ilham kaynağı olmuştur. Bu yüzden de hikayeler döneminin okuyucusuna çok etkileyici gelmiştir çünkü, neredeyse bir gazete küpüründen bir vakanın arkasındaki hikâyeyi keşfediyormuş hissiyatı uyandırmıştır.
Peki bütün bu söylenenlerin dışında Sherlock Holmes’un farkı neydi?
Aslında en büyük fark Doyle’un bütün bunlar yeni kullanmasıydı.Sherlock okurken olaylara dışarıdan bakan biri değilsiniz, bu cinayete şahitlik eden, Sherlock ile beraber suç mahalinde bulunan bir kişisiniz, bir nevi kendinizi Watson'ın yerine koyuyorsunuz, ki bu durum saydığımız diğer etkenlerle birleşince ortaya okunması farklı, akıcı ve sürükleyici bir içerik çıkmıştı. Edebiyatta da “verisimilutude” olarak adlandırılan gerçekçilik üst noktadaydı, en başta denildiği gibi Sherlock'un en büyük farkı öncü bir “forensic” karakter olmasıydı. Peki Sherlock Holmes dedektif roman türünü nasıl etkiledi? Mesela Sherlock Holmes hikayelerinden sonra Watson gibi ana karakterin yanında bulunan foil karakterler daha fazla görülmeye başladı, karakterler daha pragmatik olmaya başladı. Sherlock Holmes bir nevi bu tür için bir standart oldu. Edgar Allen Poe bu türü Dupin ile başlatmış olabilir ama Sherlock Holmes detektif hikayelerini çok farklı bir noktaya taşıdı.
Sherlock Holmes hikayeleri bitmesine rağmen, bağımsız yazarlar tarafından Sherlock’un hikayesi hep devam etti, “Jack the ripper” karşılaşmadı ama bağımsız yazarlar tarafından bu ikili bir araya getirildi. Bunlar tabiki canon hikayeler değil ancak Sherlock'un yarattığı etkiye büyük bir örnek. Sadece hikayeler devam ettirilmedi, mesela yeni karakterlere de ilham verdi mesela, Agatha Christie Hercule Poirot, Agatha Christie'nin kendisi de Sherlock'un bir ilham kaynağı olduğunu söylemişti. Hatta sadece kitaplara değil çok daha güncel bir örnek olarak Dr. Gregory House, House misanthropic bir karakterdir, insan etkileşiminden hoşlanmaz ve seri boyunca Sherlock’a atıflarda bulunur ve 221b apartmanında yaşamaktadır ve yanında Dr. Wilson karakteri foil bir şekilde yanında bulunur. House karakteri bir nevi Joseph Bell ve House karakterinin bir araya gelmiş bir halidir.
Kısaca özetlemek gerekirse, Holmes dedektif romanlarına yön vermiş ve üst seviyeye taşımıştır.
Yorum Bırakın