Vasatlığı Besleyen Kaynaklar
Her kim içinde yaşadığı vasat kitlenin tahakkümünden kendisini azat etmeye yeltenirse yaşam denen o boyalı bahçenin kıraç toprağına ayak basması gerekir. Çünkü ancak o süslü bahçeyi izlemenin keyfinden feragat edip oraya ayak basmaya cesaret edebilenler bilinçsizce sürüklendikleri illüzyonun farkına varabilirler. Kaldı ki gerçeğe doğru atılan her adım algılananın hükmünde bir laboratuvar faresi gibi olumlu ya da olumsuz pekiştireçlerden kaçarak sürdürdüğümüz hayatlarımızın yavanlığını bizlere hatırlatacaktır. Ancak bu şekilde ruhlarımız vasatı aşar ve yaşamın kederli yüzüyle tanışır. Bu yüzde bulacağımız hüzün ne kadar can sıkıcı olsa da bir o kadar da gerçektir.
Vasatı aşmanın yolu bu kısa tarifle ifade edildiğinde kelimelerin pürüzsüz akışı içerisinde bize kolay gelebilir. Ne var ki üzerimize tüm ağırlığıyla oturmuş baskı bulutlarını dağıtmak cesur ruhlar için bile düşünüldüğü kadar kolay değildir.
Modernite çağının akıllı uygulamaları insanlar arası tüm ilişkileri temel bir model üzerinde belirginleştirmektedir. Bu model, egemen güç ile örtük köleler arasındaki ilişkidir. Bu ilişki içerisinde egemen güçler, vasatları köleleştirmek için algı ve motivasyon gibi örtük unsurları kullanırlar. Modernite çağında bu unsurlar köleliğin prangalarıdır.
Radikal Davranışçılık ile Örtük Köleliğin İlişkisi
Skinner’ın “Radikal Davranışçılık” yaklaşımı bahsettiğimiz bu modeli tamamlayan düşünsel çerçevenin sınırlarını belirler. Bu anlayış içerisinde ifade edilen Edimsel Koşullanma Kuramı içten gelerek yapılan hareketler olan edimlerin de şartlanabileceğini ve bu yolla öğrenmenin gerçekleşebileceği görüşünü savunmaktadır. [1]
B.F Skinner
Edimsel koşullanma kuramı içerisinde davranışı anlayabilmek için öncülünü, davranışın kendisini ve sonucunu incelemek gerekir. Kurama göre davranış değiştirilmek istendiğinde öncülü ve sonucu değiştirerek davranışın değişmesi sağlanabilir. Kısacası Skinner, insanın toplumsal etkilere açık olduğunu ve eğer istenirse davranışın belirlenmiş hedefler yönünde değiştirilebileceğini vurgulamaktadır.
Buradan bakınca Radikal Davranışçıların görüşlerinin modern dünyada kendisine oldukça geniş bir kullanım alanı bulduğunu söyleyebiliriz. Bugünün egemen güçleri olan dev şirketlerin edimsel koşullanmanın gerçekliğine inanmanın ötesinde bu usulleri kullanmak suretiyle vasat kalabalıkları yönlendirmek konusunda oldukça mahir olduklarını söyleyebilirim. Söz gelimi sosyal medyanın kullanımı örtük köleleştirmenin uygulama alanı olarak bugüne kadar bir çok insanı etkisi altına almıştır. Bugün için sosyal medya kanallarının hemen hepsi bir takım algoritmaları kullanmak suretiyle tarafsız bir bireyi vasat kalabalıkların içerisine dahil etmek için muazzam bir çaba ortaya koyarlar. Bu türlü algoritmik düzenekler tercihlerimizle etkileşime girdiğinde, beğendiğimiz her gönderiyi kayıt altına alarak davranış profillerimizi belirleyip etki altına alınabileceğimiz olumlu pekiştiricileri keşfederler. Sonrasında zırhımızdaki çatlaktan yavaşça içeri süzülen algoritmik yönlendiriciler olumlu-olumsuz pekiştireçlerle (Ortaya konulduğunda belirli bir davranışın yapılma olasılığını arttıran/azaltan uyarıcılar) tercihlerimiz, beğenilerimiz doğrultusunda bizleri vasat kalabalığın ortak alanında bizleri egemen gücün belirlediği şeylere ilgili duymaya yöneltir. Söz gelimi moda diye ifade edilen kavramın kitleleri etkisi altına alması ve yaygınlaşması tam olarak bu şekilde gerçekleşir. Gün boyu televizyon, sosyal medya, açık hava reklamları ile pekiştirilen algımız, zihnimizi belli ürünleri kullanmak yönünde koşullandırmaktadır.
Görüldüğü üzere yaşadığımız sibernetik[2] çağ itibariyle insanın makineyle ilişkisinin, insanın insanla ilişkisine galip geldiği bir çevreyi deneyimliyoruz. Bu çevre dahilinde ilişkilerin otomatikleştiği, üzerinde düşünülmeden zaman kaygısını merkeze alan bu ilişki yumağında bahsettiğimiz türden algısal manipülasyonlar örtük bir düzlemde gerçekleştiği için yaşadığımız çağa dair kölelik formunu örtük kölelik diye ifade etmeyi uygun buldum.
Fromm’a göre[3] bireyler yaşadıkları çağın etkin ve sorumlu bireyleri olmaktan öte edilgen bir yaşamı deneyimleyen uyarlanmış kişiler haline dönüşmektedirler. Bu görüşe bütünüyle katıldığımı belirtmek isterim. Burada bahsi geçen uyarlanmışlık tanımı içerisinde güvenlik ihtiyacı ve buna bağlı uyumlanma gerekliliği vardır. Kaldı ki örtük köleliğin sırrı da buradadır.
Kalabalıklara uyum, tek tipleşme, eşitlik temelli ortaklık gibi unsurlar bireylerin vasat toplulukların bir üyesi olarak konumlandırılması için egemen güçlerin elindeki silahlardır. Bu silahlar olumlu ve olumsuz pekiştireçler kullanılarak ateşlenir ve kişi uyum göstermediğinde ilkel benliğinden gelen kabul edilme dürtüsüne aykırı bir durum oluşturacak şartlar bireyin güvenlik duygusunu zedeleyeceği bir kapsamın oluşması olanak tanır. Bu şekilde modern toplumlarda bireyler yaptıkları işlerde saygı görmek, yaşadıkları sosyal çevreden dışlanmamak adına örtük köleliği kabul ederek varlıklarını anlamlandırmak için egemen güce diyet öderler.
Ödenilen bu bedelin karşılığında modern çağın insanı sosyal ilişkilerini bir makine düzeneğinde kurgulamaya başlar. Bu şartlar altında birey kendisini uyumlandırdığı vasat topluluğun bir üyesi olarak toplumdaki yerini alarak yalıtılmış ve yalnız benliğini doyurmak için egemen gücün tasarladığı oyuncaklarla kendisini oyalamaya başlar. Sloganlar ve ideolojiler biçiminde görünen bu oyuncaklar artık onun gerçeği olmuştur. Gelgelelim bu gerçek tabansızdır, çünkü bireyler arası ilişkilerde otomatikleşen, sanal bir gerçeklikten türetilmiş bu türlü ilişki biçimleri genel olarak bireylerin dünyayı tanımladığı ahlak anlayışlarının gelişimine sekte vuracaktır.
Öyle ki kişilerin dünyayı gözlemledikleri ahlak pencereleri birey odaklı gelişim için işbölümü anlayışından damıtılmış bir düzlemde seyreldiği için neticede toplumun iç dinamikleri bakımından bir ayrışmanın söz konusu olması kaçınılmazdır. Bu durumu Fransız sosyolog Emile Durkheim, toplumsal çözülme, anomie olarak adlandırmaktadır. İşbölümünün yarattığı birey odaklı dayanışma biçiminin toplumsal yaşamda ahlaki bağların zayıflayışına neden olduğunu ifade eden Durkheim, bu durumun toplumda bir çözülme yaratabileceğine dair çekincelerini de dile getirmiştir. Bu çerçeveyi intihar eylemi üzerinden somutlaştıran Durkheim, toplumsal çözülmeden yola çıkarak intihara yol açan sebeplerin bireyin kendisinden bağımsız olarak toplumsal koşullar tarafından belirlendiğine vurgu yapmaktadır.
Emile Durkheim
Bireyin toplumsal kabulünü sağlama karşılığında egemen güce bedel ödediği gerçeğini kişinin bilinçli bir eylem çerçevesinde gerçekleştirdiğini söyleyemeyiz. Çoğunlukla bireyler köle olduklarının farkında değillerdir. Kaldı ki bireylere dayatılmış örtük köleliğin de amacı budur. Ne var ki bireyler yaşamlarından tat almak için çaba gösterdikçe zaman içerisinde deneyimlerine bir boşluk hissi eşlik etmeye başlar; yaptıkları işlerin, seçimlerinin tekdüzeliği karşısında canları sıkılır. Yaşamlarının gerçek olduğundan şüphe duymaya başlarlar. İş hayatında tecrübe ettikleri olayların sanal bir gerçeklik boyutundan kendilerine dayatıldığını hisseder, yaşadıkları çevreye karşı bir tür yabancılaşma halini tecrübe etmeye başlarlar. Gelinen bu nokta bireyleri, yaşam motivasyonlarını olumlu yönde tetikleyecek farklı anlamlar bulmaları adına gayretkeş bir tutum içerisine sokar.
Köleleşmiş Zihinlerde Motivasyonel Süreçlerin İşleyişi
İnsanın motivasyonel anlamda hayata tutunmasında belirleyici olan faktörlerin başında tutarlılık gelir. İnsan kendisine has bir varlıktır. Doğada insanı diğer canlılardan ayıran hususiyetlerin başında insanın kendisinin farkında olma becerisi yatar. Bu farkındalık hali insanı insan yapan hususiyetlerin başında gelmekle beraber bireyin dünyadaki yeri konusunda tutarlı bir anlayış geliştirebilmesine hizmet eder. Bireyin bu türden bir anlayış geliştirmesi yaşamsal önemdedir. Çünkü bu sayede varlığını anlamlandırır ve özsaygısını kazanır. Kişi yaptığı işler, bulunduğu sosyal çevre, ulaştığı ya da ulaşabileceği idealleri çerçevesinde belirlediği anlam çerçevesinde tutarlılık arar. Öyle ki ona göre hayata dair ortaya koyduğu tüm faaliyetler bir anlamda yaşamdaki yerini tanımlarken eylemleri mutlak suretle çizdiği plana uygun olan bir anlam çerçevesinde ilerlemelidir.
Sömürü de tam olarak bu hikâyenin devamında başlar. Bireyin tutarlı bir yönelim çerçevesine duyduğu gereksinim vasat kalabalıkların kuytusunda güvenli bir yaşam hayalini onun için cazip hale getirirken kişi kendisi için ortaya koyduğu anlam çerçevesini kalabalıkların benzer yönelimleriyle güçlendirip, tercihlerine kendi içinde meşruiyet kazandıracaktır. Ne de olsa vasat kalabalıkların çerçevelediği ideolojiler, sloganlar her ne kadar us dışı gözükseler de bireyin tüm sorularına cevap verebilecek kapsamda doyurucu olabilir.
Öte yandan bireyi en kolay yoldan etkisi altına alan bu uyarıcıların eksik yönü bireyi salt bir nesne olarak edilgen kıldığı için kısa dönemli olmasından ileri gelir. Uyuşturucu, alkol alışkanlığı, cinsellik gibi öğelerin yanı sıra fanatizm içeren her türden olguyu bu kapsam içerisinde değerlendirebiliriz. Bir futbol fanatiği ya da partizanca hislerle siyasi görüşlerini fanatiklik boyutuna vardıran bireyler üyesi oldukları toplulukların içinde etkileşimci bir tavırla var olamazlar, bu kişiler daha çok bulundukları yapını nesneleri konumundadırlar. Uyuşturucu ya da alkol bağımlıları için de aynı durum geçerlidir.
Sosyal medyanın ileti bombardımanı altında ya da çevresinde dönüp duran reklam mesajlarının etkisine kapılmış bireyler kendilerini adadıkları vasat kalabalıkların sanal gerçekliğinde edilgen bir var olma halini deneyimlerler. Ve sonunda kendilerini kaptırdıkları bu durum onların tek tipleşen zihinlerini tutarlı olmak adına bir türlü vazgeçemedikleri güvenli sığınaklara hapseder. Bu sığınaklarda yapay uyaranların nesneleştirdiği varlıklarıyla kısa dönemli hazların peşinde koşan bireyler her defasında hazzı bulmak için yeni maceralara yelken açmak zorundadırlar.
Erich Fromm, vasatlığa tabi olmaktan kaçınmak için harekete geçirici uyaranlara kapılarımızı açmamız gerektiğini ifade etmektedir. Bahsi geçen bu türde tetikleyiciler kişiyi etkin olması için kışkırtan, harekete geçiren, bir uyaran tipine vurgu yapar. Derinliği olan, kişiyi etkin bir varlık boyutunda yücelten bu uyaran tipleri edebi metinler, bilim, felsefe gibi ilişki içerisinde oldukça bireyin bir etki ortaya koyabildiği öğelerdir. Ne var ki bu yönüyle bir etki ortaya koymak bireyi vasat kalabalıklardan uzaklaştırdıkça kendi derinliğinde huzursuz, yalıtılmış bireyler haline dönüştürebilir. Zira bu türlü uğraşların derinliği içine girdikçe bireyin entelektüel yalnızlığı çoğalacağı için kişinin sahte bir huzur ile kendisini meşgul etmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim her yeni bilgi kişiye canlılık verirken aynı zamanda o bilginin açığa çıkarttığı cehalet bireyin hiçliğinin boyutlarını ona göstereceği için bu türlü ortaya konulacak çabalar bütünsel olarak acı verici deneyimlere dönüşebilir. Ne var ki özü acı olsa da gerçek olandan bir ısırık almak kadar ruha tat veren başka bir besin kaynağı bulunamaz.
Kaynakça, Notlar:
[1] Kocabaş, Füsun; Elden, Müge, Yurdakul, Nilay (1999) , Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul
[2] Sibernetik, canlı varlıklarda ve makinelerde karşılıklı bilgi alışverişini, kontrol ve yönetimi ifade eden bir bilim dalıdır.
[3] Fromm E. (2018), İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Say Yayınları, İstanbul
Yorum Bırakın