“Zena. Daha iyi misin? Daha iyi olmadığın her an yaşamın ahi adilikleri ile örtünüyorsun. Yaşamla örtünme, yaşamı örtün. “ Cümlesi ile tanıdı Fikret bey’i, Zena…
“Bu mümkün değil. Senin iç görün, kelimelerin var, onların ise ihtiyaçları ve güdüleri. Bir kerhaneye satranç oynamaya gitmezsin, bir hastanede briç partisi düzenlemezsin. Sevginde ve kederinde özgürleş. “ Ve bu cümleleri ile saygı duydu ona. Çünkü haklı bulmuştu Fikret bey’i. Zena'nın kelimeleri ve iç görüsü vardı ve karşısına çıkan çoğu kişinin ihtiyaçları ve güdüleri. Fikret bey, kelimelerle oynamasını onlara bir hamura şekil verir gibi şekil verebileceğini hatta tiyatro oyuncusu olduğu için kılıktan kılığa girebileceğini sadece yaptığı işe ve sanattan ötürü sanıyordu. Fikret bey gerçek biri diyordu içinden ve içindeki o adam kötü biri değil diye düşünüyordu. Oysa her yazar, kelimeleri ile nasıl oynuyorsa hislerine yön vermekte onlara dokunmakta ustalaşır. Kafasında karakter yaratan her kişi o karakteri öldürebilir. Zena, kendi yarattığı her karakterin cenaze törenini yapmıştı. Fikret bey, bunu unutmuş muydu?
Fikret bey, kendinden çok emin şekilde ara ara Zena'nın hayatında belirir ve sanki bu dünyanın hükümdarıymış gibi büyük laflar söyler ardından kaybolur ve sonra tekrardan Zenan’ın hayatında hortlardı. Tıp kı dudakta çıkan bir uçuk gibi. Zena, sanata aşıktı, sadece seslendirme çalışmalarına ve yazılarına yaptığı işe saygı duyuyordu Fikret bey’in.
İşe geldiğinde hızlıca takım elbiselerini giydi Zena. Kahvaltı etme huyu pek yoktu sabahları uyandığında soğuk meyve suyu içerdi gece uyuduğunda içi yanardı sanki, uyandığında ise boğazında kibrit yakılmış gibi hissederdi. Bilgisayar başına geçer, kayıt açar, onay alır günde binlerce kez aynı cümleleri tekrarlardı. Molalarında tek başına müzik dinler yazı yazardı. Emindi herkesin hakkında konuştuğundan.
Telefonuna bir mesaj geldi. Ve Fikret bey’in mesajını görüntüledi.
“İyileştin mi, Pürneşe.”
“Hala hastayım.”
“O halde eski ve yeni tanrılara yakarmakla işe başlayayım. Sonra kocakarı itikatları, zencefil. Kişniş. Haşlanmış kıkırdaklar, ak büyüler ve karanlık şiirler! Kür kür, gün be gün.”
“Çok incesiniz, lütfen iyileştirin beni.”
Böyle devam etmişti hikayeleri.
Bir şovmen ne yapmalıysa onu yapmıştı Fikret! Oynamıştı, her gün hiç ona yakışmayan bir kimliği oynamıştı. Aralarda doğaçlama yapmak zorunda kalmıştı çünkü ezberlediği bu savruk cümleleri unutabiliyordu.
Oysa hastalıklı bir insan, sağlıklı olup sadece grip yüzünden antibiyotik alması gereken bir insanı nasıl iyileştirebilirdi ki? Hastalıklı insanların şifacı gibi davranması sağlıklı insanlarında sırf bu yeni şifacılar yüzünden kendilerini hasta zannetmeleri yeni yüzyılın kabusu muydu?
“Ökse kuşu Zena öksürüyor, yüzüne üflüyorum!” Ökse kuşunun sesi, tarla ardıcından ayırır. Tarla ardıcına kıyasla uçuşu nispeten dalgalıdır. Diğer ardıçlara göre daha dik durur. Ökse otu tohumlarını besin olarak tüketir. Tek başına veya çiftler halinde görünebilir. Taktığı lakabı biliyor muydu Fikret bey, biliyorsa böylesine acemi davranması gerçekten aptallıktı.
Ökse kuşunun görünmesi ile baharın müjdesi gelmiş olur. Sonbahar mevsiminde genelde Güneye doğru göç yaparlar. İlkbahar da ise Kuzeye giderler. Saatte kırk sekiz km kadar koşabilen bu kuşlar yırtıcı hayvanlardan çabucak kaçabilirler. Zena, ökse kuşuydu ve dik dururdu. Sesi güzeldi, ve yırtıcı hayvanları direkt tespit ederdi.
Ökse kuşunun bir diğer adı Ardıçtır. Ve Fikret bey, bu Ardıç kuşunun çok kıymetli bir hikayesi var bunu biliyor muydunuz, bilmiyorsunuz anlaşılan. O halde anlatayım.
‘'Ardıç' adı alması da tohuma düşkünlüğünden ve ardıç meyvesine bağımlılığından gelmektedir. Ardıç kuşları oldukça oburlardır ve üzüme dayanamazlar. Beni ne kadar iyi yorumlamış Fikret bey diye geçirdi içinden.
Bağ bozumu, olduğu dönemlerde onları üzümlerin başlarında görebilirsin. Ziraattan çok etkilenmektedirler ve oldukça da lezzetli kuş türleri arasındadır.
Ardıç Kuşlarının lezzet alarak yediği o ardıç meyvesinin hiç bitmemesi için bu kuşlara ihtiyaç vardır. Ardıç kuşları olmasaydı eğer ardıç meyvelerini rahatlıkla bulamazdık. Ardıç ormanlarının hala var oluyor olması bu kuşlar sayesindedir. Ardıç kuşları, ardıç meyvelerinden yerken tohumlarını da ağacın etraflarına ve köklerine doğru dökerler. Ağaç, bekler sabırsızlıkla tohumları da toplayacak mı diye! kuş tohumları da yer ve sonuç olarak ağacın ilk üreme işlemi başlamış olur. Ardıç kuşlarının dışkılama yaptıkları yerlerde genelde ardıç ağaçları çıkmaya başlar. Bu olay her ne kadar şaşırtıcı olsa da kuşların dışkıları gübreleme işinde çok faydalıdır. Yani kısacası ardıç kuşlarının dışkıları da kendileri gibi değerlidir.
Ardıç kuşu ile Ardıç ağacı ayrılmaz iki sevdalı olarak düşünülebilinir. Kuş bu meyveyi çok seviyor ve tat alarak yiyor, ağaç ise kuş o meyveyi yemezse neslini sürdüremiyor. Doğada olan en ilginç döngüden biri de ardıçtır. Kadınlar ökse kuşu erkekler ağaç. Ökse meyveyi seviyor ama meyve yenilmezse neslini sürdüremiyor.
Ökse kuşu Zena, keyfine göre ve ağzının tadına ithafen üflüyor ağaca biraz daha yaşasın diye…
Pazar günü buluştular ve sohbet ettiler Fikret bey ile Zena.
Trenler, vagonlar, eski eşi ve unutamadığı sevgilisi, ıhlamurlar ve tütün kokan bir günün ardından vedalaşma vakti gelmişti. İnsanlar birbirini tanıdıktan sonra merakları kaybolur. Bunu bile bile görüştü Fikret bey ile Zena. Artık birbirini eskisi kadar da merak etmiyorlardı. Elbette, bitmemiş ve bitmeyecek hikayelerle doluydular ama insan iki üç hikayeyi dinledikten sonra diğer hikayelerinde aynı olduğunu düşünüyordu.
Fikret bey, Zenay’ı tanıdıktan sonra yazdığı cümlelerin yönünü de değiştirdi. Onunla konuşurken artık pek de ciddiye almıyordu, bunu umursayacak kadar insanlara değer vermiyordu Zena.
Sonuçta kafasında hüküm veren oydu hükmü bana giydirir misin diyen Zena değildi. Elbiseye yazık oldu, sonuçta Fikret bey, kafasında bir elbise geçirmişti bile. Kendi bilirdi.
“Hem kahvaltı demişken, gerçekten kahvaltıya alayım seni bir gün.” Yazmıştı Fikret bey, fakat Zena, hala yazdığı şeyin önemsenmediğini düşünerek lezzetsiz bir kahvaltı etmek istemedi keyfinin kaçmasına hiç izin vermeyecekti.
“Kahvaltılarınız lezzetsiz duruyor, yumurtaya olan düşkünlüğünüzden böyle tahmin ediyorum. Aç kalmak istemiyorum.” Yazdı.
“ Zaten ne yiyorsun ki aç kalacaksın? Pencere eşiğime her gün gün bulgur ya da ekmek koyuyorum. Serçelerle beraber yersin!” Bunu gördüğünde daha çok şaşırdı nasıl yani bir dilenci gibi Fikret bey’ den bulgur falan bekleyeceğini mi düşünüyordu bu adam saçmalık! Ya da yeni uyandığı için kafası sersem miydi, bir kahvaltı masası insanın kişiliğini çok güzel yorumlardı pencere eşiğine keyfi gelince bulgur koyan bir adam ne kadar cömerttir ki? Kelimeleri de keyfine göredir, düşünceleri de…
“Ben pencere önünde Fikret bey, ne zaman uyanır ve bulgur koyar diye bekleyecek biri değilim. Sadece kanatlarım var özgürüm, uçuyorum. O yüzden leziz bir kahvaltı beklerim. Hak ettiğim bu bence. Zaten ne yiyorum ki?”
“Kahvaltılarım cömerttir ukala! Şüphen olmasın!” hahaha! Bir de Zena mı ukala olmuştu, Yok artık!
“Görmeden inanmam, ukala mı, hiç yakıştıramadım.”
“Hemen bugünün yenisini verelim o halde.” Ah Fikret bey, Siz tanrı değilsiniz. Bir günü yaratmak size mi düştü, yaratamayacağınız gibi kelimelerinize dikkat etmeniz şart! Her ne kadar yirmi bir yaşında hala deli dolu güleç bir insan dahil olsam hoşuma gitmeyen yerlerde huzursuz yaşlı bir kadın olurum. diye geçirdi içinden Zena.
“Zenacığım; leblebi tozu yürekli cömert genç kadın, kakule saçlı, ulu kutsal dişil öz! Kahvaltı konusunda pek müşkülpesentsin, hiç düşünmene gerek yok halbuki.” Bu cümlelere gerek yoktu, hikayemi okudunuz ama yorum yapmadınız, oysa yoruma ihtiyacı var ve siz hala hatanızı telafi etmiyorsunuz. Ayrıca kahvaltılar çok önemlidir, siz bugün kahvaltı ile beraber bana farklı bir yanınızı daha gösterdiniz dedi içinden Zena.
“Söz dinlemiyorsunuz! Lütfen biraz daha açın.”
“En açığı şu; Seni bir gün kahvaltıya davet ediyorum ve kahvaltılarıma tatsız atfında bulunduğun için seni güzelce pişman ediyorum.” Hala ukalaca davranışlar…
“Heh şöyle! Ahhah! Zorlanıyorsunuz Fikret bey, zorlanmayın. Zorlanmak bir fırtına gibidir. Fırtınaya kendinizi bırakırsanız kaybolursunuz. Kaybolmayın Fikret bey, miyopum bulamam.”
“haha! Siz zorlanıyorsunuz Zena hanım.”
“Kocaman adamım! Elbette bulursun.”
“Kendinizi kocaman sanıyorsunuz. Hayır, ben zorlanmam. Hayat benim lehimedir.” Zena, bir ayna gibi davranıyordu Fikret bey’e
Ayrıca zorlanmak Zena'nın sözlüğünde dahil yoktu. Asla zorlanmadı bu hayatta en zor anlarda bile kolay kaldı. Sakin, duru… Kaos seven ve zorluk seven de Fikret beydi, şimdi neden kabullenemiyordu zorluğu sevdiğini, Zena ufak bir tavsiye verip psikolojideki aynalama yöntemini denemişti. Bu yöntem ile Fikret bey, Zena’ya ukala demişti. O zaman ukala davranan Fikret bey miydi? Böyle devam etti sohbetleri. Bu ökse kuşu Zena'nın aslında bir kuş olmadığını ve sadece kafasındaki tilkilerin kuyruklarının birbirine dolandığı için bir süre düşünemediği ama düğümler çözülünce tekrardan bir tilki olduğunu hatırladığı andı.
Oysa sanat için buluşulmuş konuşulmuş ve sohbetler edilmişti. Zena, sanatını icra etmeye devam ederken Fikret bey, sanatı kullanıp ne yapmaya çalışmıştı? Neyi istiyordu ne için bu kadar büyük laflar ve vaatlerde bulunmuştu? Zena ile buluşurken bir kerhaneye satranç oynamaya gidemeyeceğini mi bilmiyordu, yoksa kendi cümlesini mi unutmuştu? ‘ Bu mümkün değil. Senin iç görün, kelimelerin var, onların ise ihtiyaçları ve güdüleri. Bir kerhaneye satranç oynamaya gitmezsin.’
İşte tam da ökse kuşu ve ağaç değil miydi bu cümleler… Ağacın ihtiyacı ve güdüsü vardı yaşayabilmek adına, ökse kuşuna ihtiyacı vardı. Bu sebeple iyice parlattı meyvelerini sanki dünyanın en güzel meyvelerini taşıyan bir ağaç gibi. Ökse kuşu ise yaşatabilmek adına o meyveden yedi. 'Yaşayın fikret bey, yaşayın.' Dedi. başka ökse kuşlarının kafasında tilkilerin olmadığını biliyorum ama benim var. Ve siz yaşayın diye ben istediğiniz hiçbir şeyi size vermem, özellikle hislerim ve kelimelerim… Kutsal bir kancıklık ama bu! Değil mi, ben sadece çok acıkmıştım çok fazla. Kelimeleri bir sihir gibi kullanan bir insan gördüğümde yazıya acıkmıştım, sözlere, sanata… Ama, doydum ve böylesine bencil, sokağın kirini pasını ve tüm irin katranları kür be gün kalbinde büyüten bir ağaca neden sarılayım? Ötede duran şu ağaç çok daha güzel. Daha parlak ve daha serin…
Yüz yüze görüşmenin ardından yazılar hakkında telefon görüşmeleri, ufak ufak şiirler hakkında yazışmalar ve iletişimsizlik. Yıllardır yaptıkları bu düzen sadece yüz yüze görüşünce değişmiş ve Fikret bey bir anda her yerden Zena’yı silmişti oysa, iki gün önce bir şiir seslendirmesine iltifat etmiş ve kibar bir şekilde sonlandırmışlardı görüşmeyi.
Zena bu her yerden engelleme karşısında gülümsedi. Nefret ediyordu bazı insanlardan gerçi erkeklerin o yüzündeki çaresizlik ifadesini severdi çünkü o büyük laflar o büyük cümleler ve kendini yüksekten pazarlamalar… Kendini iyilik meleği gibi lanse etmeler kafalarının ardından o küçük planlarını sadece kendilerinin biliyor olduğunu düşünmeler…
Zor ve aklı başında bir kadınla karşılaşana kadardı. Çünkü tilkiler hep güzel kadınlara aşık olur ve sahibini unutup kadının peşine takılırdı.
Fikret bey bir söz vermesini istemişti Zena’dan, “ Bizim ilişkimizde bir antlaşma olsun, dürüstlük ve adillik olsun.” Demişti. Zena, hiç düşünmeden “Söz.” Demişti. Antlaşmayı kuran Fikret bey, ama dürüst olamayacak kadar yine korkak olan yine oydu.
Oysa bizler av değildik, Onlarda avcı değildi. Bunu söyleyebilmek çok istedi Zena.
Zena nasıldı Fikret bey biliyor musun, tek derdi sürünün değil, türünün devamı için hayatta kalmak istiyordu ve bu sebeple bir av değildi, üstelik ruhu uçuklamıştı. Size bunu söylemişti. Uçuklu ruhu ona bambaşka bir vizyon kazandırmıştı. Çok farklı bir aura ve yetenekle dünyaya geldi. Tanrı ile arasının iyi olması bundandı çünkü ruhunun uçuklarla sarmalanacağını bile bile yine de bu dünyaya gelmek istedi ve tanrı bunu sevdi.
Çoğu şeyin farkındaydı. değiştirebileceği çok şey vardı. Bunu paylaşmak istiyordu durmadan yazmak veya çizmek istiyordu. Giyinip kuşanıp farklı şehirlerden farklı insanlardan hikayeler topluyordu. Gördüklerinin gücünü herkese anlatmak istiyordu. O ses olmak istiyordu. İsyanıyla sevinciyle gizli gizli yazdığı aşk mektuplarıyla bazen en kanlı ihaneti anlatırken o ses olmak istiyordu. Ama aykırıydı.
Uçuklu ruhunu gizleyebilse de insanlardan, diğerlerinin gözünde, onda daima “bir gariplik var bu kız garip” sözleri hep sırtındaydı. Bu yüzden savunma sistemi güçlüydü. Fiziksel olarak ne kadar narin dursa da kaslı bir savunma sistemine sahipti.
Algısı fazla, zeki, akıllı ve düşünen ama bir o kadar alıngan, ürkek tepkileri ile beraber çok saldırgandı.
En yalın haliyle bu uçuklu ruhu onu yabanileştirmişti. Güzelliği bundandı. Yabani olmasından kaynaklanıyordu.
Herkesin korkuları onu korkutmaz herkesin zevk aldığı şeyler ona zevk vermezdi. O bir erkeği elinde piyon gibi oynatmaktan oldukça zevk alır ama bir erkeği severse bu huyunu bırakır. Sadıktır. Fakat sadakatsizlik karşısında korkunçtu. O, aç susuz da kalmıştır, onu kurt da kovalamıştır, o yüzden onu kırmak epey zordur Fikret bey, çok zordur. O sevmekten de korkmaz, o herkesin takabileceği en ufak şeyleri de tabuları da yıkar. Sevdiğinden korkar sadece. Çünkü ya Güvenip, huzurla yanında uyurken habersiz avlanmaktan korkar. Bu yüzden her detayı fazla deşer. Sürekli emin olmak, sürekli seni rahatsız eder ama sürekli sabah ötmesini engelleyemediğin bir horoz gibi düşün, bu ses en büyük kavgan haline gelir o kadar deşer ki kendi iç sesini unutup onun sesini içinde taşımaya başlarsın. Ama bir düşün, Bitmek bilmeyen, anlamsız, hüzünlü hırçınlığı bundandır.
çok yorar, durmadan kurcalar, lafını asla sakınmaz insandan. Onu dinlesen niye dinledin, dinlemesen neden dinlemiyorsun, Para versen susmaz, çiçek alsan anlamaz, şiir yazsan sidik yarıştırır gibi o da sana yazar, dansa kaldırsan oturur, otur desen dansa kaldır der. Kavga etsen altta kalmaz, küssen burnundan kıl aldırmaz… iflahını kurutur adamın.
“İddia eder ki, sen kendine ne kadar yaklaşırsan, hayatını o kadar gerçek kılarsın. Ve ne kadar gerçekleşirsen, nelere kudretin olduğunun o kadar farkına varırsın. Bu yüzen rahat durmaz. Özünü sana göstermeye çalışmaktan asla bıkmaz. Göz ardı etmeye çalıştığın kusurlarınla, kabul etmek istemediğin uçukluğunla sever seni. Hazır mısın, değil misin hiç sorgulamadan, görmekten kaçındığın ne varsa didikleyip didikleyip burnunun dibine dayar. Varoluşuna musallat olmuş davetsiz bir taraftar gibi, seni durmadan korkularınla mücadeleye zorlar. Onu sevdiğine seveceğine pişman eder adamı, otuz bir olsa çekilmezliği bundandır.
ama dönüp dolaşıp, kimseye –kendine dahi- itiraf etmesen de içten içe daima bilirsin ki, bütün pervasızlığına, bütün isyankarlığına, bütün edepsizliğine rağmen, aslında inandıkça güçlenecek, yaşadıkça köklenecek, sana ömür boyu bir kral muamelesi edecek aşkı sunan tek kadın da, maalesef yine bu kadındır. Çünkü sende kendisini değil seni görebilir, artık ayna değilsindir. Çünkü kölen olmaz, efendiliğe de soyunmaz, artık rakip değilsindir. Çünkü seni köyün son çitinin ardına götürmeye çalışır devamlı, artık sana sunulanla yetinmeye mecbur değilsindir. İşte en büyük alamet-i farikası olan asıl günahı, asıl zorluğu da bundandır.”
Ama ben size değil sanatınıza aşık olmuştum. Ortak kıymet verdiğimiz o sihirli sözcüklere ve inanın gerek yoktu dul kalmama veyahut sizinle kaçmama ısrarla bunları söylediniz bana...Anlamıştım bu iki sanatçının birbirlerine yazık edeceğini ama anlamak istememiştim.
Sizden bir beklentiye girmeyeceğimi ne aşk ne de dostluk anlamında bir bağ kurmayacağımı zaten biliyordum ve siz de bunu söyleyerek tanıştınız benimle. Zaten sizinle beklentiye giremezdim. İstersem sizi çok beğeneyim istersem sizden çok etkileneyim eğer böyle bir şey olmuş olsaydı bunu size dile getirir ve çıkardım hayatınızdan. Mantığıma uymayan hiçbir şey kalbimi mutlu edemez. Siz mantığa uymayansınız ve kalbim bir darbe daha almaya hazır değil. Ama Fikret Bey, her şey şimdi itiraf edilmeli; sizden etkilenmedim, size âşık olmadım. Ben size saygı duydum, size hayran oldum ve sizden öğreneceğim çok şey var diye düşündüm. Siz, beklentiler insanı yaralar derken, ama ne oldu da bir anda kaybolmak istediniz hayatımdan bilemiyorum. Beklentilerin ucuna mı takıldınız yoksa sanatıma değil de yüzümü görünce tadınızı mı kaçırdım, inanın bilemiyorum. Sanatıma âşık olsaydınız hiç böyle olmayacaktı ama bilir misiniz Fikret Bey, uçuk bulaşıcıdır. Bende sarıldım size! şimdi göğüs kafesinizi kırın ve içeri bakın. İçinizdeki bu ani duygu değişimleri belki de kendinizden nefret etmeniz bundandır. Belki de haklısınız, bazı kadınlar lanetlidir. Tıp kı eski eşinizin sizi lanetlediğini düşündüğünüz gibi, belki de bazı kadınlar lanettir! çünkü benim uçuğum ancak güzel ruhlarda çiçek bırakır.
“Bir kahve çiçeğim var. Son gayret yaklaştırdım onu pencere önüne. Yerdeydim. Güçlükle izah ettim. Çiçek dedim çiçek bak ona sever!” bu cümleleri kuran da sizdiniz, bir çiçeğe sivri burun ayakkabılarınızla basmaya kalkanda. Ama beni tanımıyorsunuz ben böyle adamlardan hep nefret etmişimdir. Küçükken babama kırıldığımda ‘Gökyüzüne kadar yolunuz varmış.’ şiiri ile küfretmiştim. Ve Küçük İskender jüri üyesiydi. Birincilik ile ayrıldığım o yarışmada bana şunları söylemişti İskender.
“Her zaman Zena, canını yakan herkese böyle küfret!” bu beni kendime karşı çok asil hissetmemi sağlamıştı. Tekrar ediyorum o vakit… ‘Gökyüzüne kadar yolunuz varmış, böyle adamlar iyi adamlarmış. Hadi oradan!’
Zorlanıyorsunuz Fikret Bey, zorlanıyorsunuz. Ben bir uçurtmayım rüzgâr nereye savurursa oraya doğru eğilirim. Özgürüm, düşünmem. Zorlanmam. Siz enseme üflediğinizden beri çok daha kurnaz biriyim. Bana üflerken kafanızdaki tilkiyi düşürmüş olabilir misiniz? Çünkü bu kadar acemi davranışlarda bulunmazdınız? Yaşlılık sendromu mu Fikret Bey, kahretsin ben de şahsi algılıyordum…
Duyguların dolandırıcılığını yapan sahte duygu basan bir kalpazansınız Fikret Bey. Sizin nezdinizde piyasa olduğumuzu kendinizi pazarladığınızda anladım. Bay K, üzerine konuşandınız. Fikret ilk başta Bay K’nın açık bıraktığı kapılardan girmek istedi. Cüretkâr olamayacak kadar korkak ama bunun anlaşılmasını önlemek için cesur adam taklidi yaptı.
Fikret bey, Daha iyi misiniz? Gözlerinizi kapatın ve kendinizi daha iyi bir kadife bir esvabın içinde hayal edin. Bu öyle bir esvap olsun ki, bu kadar stratejiye ve zarlara ve en önemlisi hilelere hiç gerek kalmasın. Fikret bey korkun, tilkinizi çoktan çaldım.
-Senanur Altıok
Yorum Bırakın