Narsist bir ruhla yaşamak, içsel bir döngüye hapsolmuş bir varlık gibi olmaktır. Sözler, çırpınan bir yelken gibi savrulurken, her açıklama, her savunma, her ikna çabası seni daha da uzaklaştırır. Bir nehir gibi akıp giden zamanı, sürekli aynı kayalara çarpan bir suyun içinde hissedersin. Adımların hep aynı yere çıkar; ne kadar ilerlersen ilerle, sonuç değişmez. Bir noktada, artık bir anı daha geçirebilmek için değil, bir huzur anı yaratabilmek için açıklamalar yapar hale gelirsin. Ama bu çabaların sonunda her zaman başa dönersin; her yeni “açıklama” seni bir adım daha derin, daha karanlık bir kuyunun içine iter.
İlk başta, her şey senin elindeymiş gibi hissedersin. O an, bu ilişkideki her şeyin, her olayın senin iradene bağlı olduğunu zanneder, kendini bir seçici olarak görürsün. Ama zaman ilerledikçe, bir başka gerçeklik ortaya çıkar: Kendi hayatını değil, onun hayatını yaşamaya başlarsın. Düşüncelerin onun onayını almayı bekleyen birer köleye dönüşür. Hislerin, titrek birer dal gibi onun duygusal fırtınalarına göre savrulur. Sadece bir göz, bir bakış, bir kelimeyle ruhunun sakinliği yok edilir. Kendini savunma, kendini anlatma çabaların bir zaman sonra otomatikleşir, bir içsel refleks halini alır. Sessizlik bir yük olur, suskunluk bir güvence. Kendini hissettirmemek, ona zarar vermemek için var olursun. Kendi isteklerin birer hayale dönüşür, çünkü her adımında onun onayı ve huzuru gereklidir. Her sevinç, her arzu, onun duygusal dengesine göre şekillenir.
Bir narsistin yanında, kendi varlığını kaybetmek, bir nevi yok olma sürecidir. O sana kendini anlatmaya başladıkça, sen de giderek daha fazla kendini anlatmaya çalışırsın. Ama senin anlatman, bir aldanmadır. Çünkü her açıklaman bir duvarla karşılaşır. Bu duvar, onun haklı olduğu, onun merkezde olduğu duvarın ta kendisidir. Hangi kelimeleri söylesen de, hangi duyguyu anlatmaya çalışsan da, sonunda sadece onun dünyasında yankı bulursun. O, her zaman haklı, her zaman doğru, her zaman üstün olacaktır. Kendi sesini bulmak ise, bir ormanın içinde kaybolmuş bir çiçeğin su arayışı gibidir; ne kadar derinleşirsen, bir o kadar karanlıkla sarılırsın.
Ve bir gün, her şeyin sorgusuzca kabul edilen bir oyun haline geldiğini fark edersin. O'nun huzuru, senin varlığının tek amacı haline gelir. Bir narsistin duygusal ruh halini, bir yelken gibi izlersin. Onun içsel fırtınalarından, neşe ve öfke dalgalarından seni yönlendiren bir rüzgar çıkar. Senin hayatın artık bu dalgalarda yüzmekten ibarettir; her düşüşünde biraz daha batarsın, her yükselişte biraz daha onun duygusal yolculuğuna katılırsın. Kendi kimliğin, giderek daha silik bir gölgeye dönüşür. Kendi düşüncelerin, hayallerin, arzuların birer sis perdesine gömülür. O'na uyum sağlamak, o'na eşlik etmek, onun her haline el koymak sana öylesine doğal gelir ki, kendini bu yeni kimlikle özdeşleştirirsin. O’nun hayalini bir ayna gibi içselleştirir, bir zaman sonra sen de kendi kimliğini kaybedersin.
Zihnin durmaksızın çalışır; ne kadar izah edersen et, anlatmaya çalışırsan çalış, her söylediğin bir kayıptır. Bir narsist için hiçbir açıklama yeterli değildir. Her bir kelimen, bir suç gibi görülebilir; her bir davranışın, bir suçluluk yükü gibi ağırlık taşır. Ne zaman bir şeyler söylemeye kalksan, bir daha konuşma gereği duymayacak şekilde sessizleşirsin. Suskunluğun, kendini korumanın bir yolu haline gelir. Kendi iç sesini duymak, kaybolmuş bir işareti aramak gibidir. Kendi kimliğinin sesini yeniden işitmek, bir ormanın karanlıklarında kaybolmuş bir ışığı bulmaya çalışmak gibidir. Fakat bu karanlık, o kadar derindir ki, her gün biraz daha kaybolur, her gün biraz daha silinir, bir zaman sonra kendi kimliğini tanıyamaz hale gelirsin.
Fakat bir gün, fark edersin ki, bu döngüde kaybolmuş ruhun hala bir şeyler arıyor. Ve işte o an, kendi sesini duyarsın; içsel bir yankı, bir çığlık, bir anlık bir farkındalık. Kendi benliğine, kendi kimliğine bir adım daha yaklaşmanın huzurunu yaşarsın. Ancak bu yolculuk kolay değildir; uzun, sancılı ve acılı bir süreçtir. Zihnin hala o zehrin etkisi altındadır. Ama bir gün, bu zehrin etkisiyle son bir hesaplaşma yaparsın. O karanlık yankıdan çıkmak için sabır gerekir, cesaret gerekir. Ve belki o zaman, hayatının en önemli gerçeğini keşfedebilirsin: Gerçekten özgür olmak, başkalarının gölgelerinden kurtulmak ve yalnızca kendi seçiminle var olmak, en büyük anlamdır. O an, ışıkla tanıştığında, bilirsin ki, artık hayat senin ellerindedir. Çünkü seni sadece senin seçimlerin tanımlar; o zaman gerçek anlamda var olursun.
Yorum Bırakın