İSRAİL - FİLİSTİN SAVAŞI VE TÜRKİYE

İSRAİL - FİLİSTİN SAVAŞI VE TÜRKİYE
  • 0
    0
    0
    0
  • 2023 yılının sonuna yaklaşırken tüm dünyada sesler uyandıran İsrail - Filistin savaşı başladı. 7 ekim günü Hamas güçlerinin İsraile girmesi üzerine sıralanan bir dizi olay sonucu dünya devletleri bu olay üzerine eğildi.

    2. dünya savaşından bu yana yaklaşık 79 yıldır korunan dünya barışının (ki tam anlamıyla korunabilmiş bile değil.) biteceği konusunda sorular sorulmaya başlandı. Bir yandan Amerika Birleşik Devletleri, İsraile destek olmak amacıyla Akdenize gemiler gönderirken diğer yandan Çin Akdenizdeki güç dengesini sağlamak amacıyla gemilerini Akdenize doğru yönlendirmişti. Avrupa birliği ise bu süreçte birlik olma konusunda zor zamanlar geçirerek kafalarda sorular uyandırmıştı. 

    Biz burada İsrail - Filistin savaşını ve burada Türkiyenin konumunu uluslararası bir düzlemde ele alacağız.

    GİRİŞ

     Osmanlı İmparatorluğunda 2. Abdülhamid tahtta iken Filistin bölgesinde bir yahudi devleti kurulması gündeme gelir ve bunun üzerine yahudiler padişahtan toprak isterler. Fakat padişah bunu reddeder.

    Filistin bölgesini 1. dünya savaşı sonrası İngiltere işgal eder ve Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı bu toprakları kaybeder. Bölgeye gelen İngiltere, başlarda orta yolu izlese de daha sonradan bu bölgede yahudi devleti kurmak için çalışmalara başlamıştır. Hatta Yahudilerle İngiltere arasında yapılan "Balfour" yaazışması ile bölgede bir yahudi devletinin kurulacağının taahhüdü yapılmıştır. Yahudi devleti kurulması amacıyla Rusyadan ihtilal fikriyle siyonist Poale Zion işçileri bölgeye getirilir. 1919 yılında Poale Zion grubu birleşerek "histadrut"(işçi partisi) partisini oluştururlar. Ve bu Balfour taahhüdünden sonra yahudiler akın akın Filistine gelmeye başlar.

    Tüm bunlar yaşanırken Milletler Cemiyetinin aldığı kararla Filistinde manda yönetimi ilan edilir. Ve 1922 yılında Filistinde ilk anayasa kabul edilir. Bu anayasaya göre 23 kişilik bir koalisyon ülkeyi yönetecektir.

    1930lu yıllarda ortodoks yahudilerde artık siyonizmi tamamen benimserler ve siyonist olmayan yahudilerle siyonist yahudiler yürütme kurulunda eşit temsil edilmeye başlanır.

    1929 yılında 12si hristiyan 48 kişilik yeni bir yürütme kurulu oluşturulmaya çalışılmış ancak ağlama duvarı olayı nedeniyle çıkan isyanda 133 yahudi ve 116 arap yaşamlarını kaybetmiştir.

    1930-1936 yılları arası İngiltereden Filistine yahudi göçleri hızlanır. Artan yahudi nüfuzuyla mücadele etmek amacıyla araplar örgütlenmeye başlar ve çeşitli partiler kurarlar. Hatta yahudi göçüne karşı direnmek için "Genç Müslümanlar Derneği" kurulmuştur (1932).

    1930 yılında Abdül kadir el-Hüseyin'ce "Cihat" isimli gizli bir örgüt kurulur ve siyasi mücadeleden ziyade silahlı mücadeleye girişir.

    Artan yahudi göçlerinden memnun olmayan arap halkında huzursuzluklar ortaya çıkmaya başlar ve bölgede iki grubun da gerginliği artar. Meseleyi çözmek amacıyla bir kaç çözüm önerileri sunulmuştur. Bunlardan biri Peel komisyonu raporudur. 1937 yılında getirilen bu rapora göre bölgede hem arap hem yahudi devleti kurulacak ve toprakların %20'si yahudi devletine verilecekti. Ancak yahudi örgütü Irgun 77 arapı öldürür ve bu raporlar uygulamaya konulamaz.

    Bölgede huzuru sağlamaya yönelik çalışmalar sonuç veremeden ikinci dünya savaşı başlar.

    Tüm bu hararetli olayların ardından 15 mayıs 1948 yılında bölgede bir İsrail devleti kurulur. BM (Birleşmiş Milletler) genel konseyinde İsrail devletinin kurulmasıyla ilgili olan oylamada ABD ve batılı devletler kabul oyu, Rusya da kendi bünyesinden çok yahudi göç ettiği için kurulacak yeni devletin siyasi hayatında söz hakkı olacağını düşünerek kabul, Türkiye ret, İngiltere ise çekimser oy kullanmıştır. Hemen ardından ABD ve SSCB, İsraili tanımışlardır.

    İsrail devletinin kuruluşunu hazmedemeyen arap ülkeleri (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak), İsraile savaş ilan eder. Fakat ABD ve SSCB yardımıyla 1949 da ateşkes ilan edilir ve İsrail sınırlarını %75 genişletir. 750 000 Filistinli bölgeyi terk etmek zorunda kalır. Arap ülkeleri de bu savaştan toprak kazanarak karlı çıkmışlardır.

    1950 yılında ABD, Fransa ve İngiltere, Arap ülkelerine savaş çıkartmamaları için silah ambargosu uygular. 

    1964 yılında Filistin kurtuluş örgütü kurulur. 

    1967 yılında Arap ülkeleri rahat durmaz ve yine bir savaşa girerler fakat tarihe 6 gün savaşları olarak geçecek bu savaşta baya kayıp verirler ve İsrailin toprakları 3.5 kat daha büyür. Araplar sürekli İsraile karşı birleşseler de bölgede tüm çabalara rağmen bir Filistin devleti kurulamaz.

    1968 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurulur.

    1973 yılında yapılan İsrail-Filistin savaşından sonra Birleşmiş Milletler kararı ile barış görüşmelerine geçilir. Fakat bu görüşmelerde en ufak bir yol kat edilemez.

    1976 yılında Mısır, İsraili tanır ve Arap ülkeleri tarafından ihanetle suçlanarak arap birliğinden çıkartılır. Mısır, ABD ile yakınlaşma yoluna gider.

    1987 yılında İsrail, FKÖ'yü parçalatmak için Hamas örgütünü kurar. Ancak örgüt kendi kontrolünden çıkar.

    1990 yılında ABD'nin teşviki ile Her iki taraf da çağrılarak barış görüşmeleri başlar ve 1991 de mutabık bir karara varılır. Bu karara göre Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüste Filistinlilerin devlet kurmasına izin verilecek. (Bunu İsrail istemese de ABD'nin Filistini desteklemesiyle kabul etti.)

    1993 yılında FKÖ - İsrail kalıcı barış antlaşması yapar ve Washingtonda imzalar atılır. Türkiyede bu sırada 1992 yılında İsrail ile ilişkilerini büyükelçilik seviyesine çıkartır.

    TÜRKİYENİN OLAYLAR KARŞISINDAKİ KONUMU

    İşte Ortadoğuyu karıştıran ArapXİsrail mücadelesinin temelleri böyle atılmıştır. Gel gelelim Türkiyenin buradaki konumuna,

    Türkiye, ikinci dünya savaşından sonra ABD ve batı ülkelerinden yana politikalar seyretmeye başlamıştır. İsrailin kurulmasında da ilk kabul oyu verse de daha sonra bu taksimi reddeden 13 ülkeden biri olmuştur. 

    1949 yılında Türkiye, İsraili tanımıştır. Ve Arap ülkeleriyle ilişkisi bozulmuştur. Türkiye devam eden süreçte de batıdan yana olan tutumunu devam ettirmiştir. 1956 yılında Mısırla İngiltere arasında meydana gelen süveyş krizinde batı ülkelerini desteklemiştir.

    Soğuk savaş döneminde Orta doğu da ABD ve Rusya arasında bölünmüştü. Türkiye ve İsrail ABD yanlısı, Arap ülkeleri ise Rusya tarafında idi.

    1960lı yıllarda Kıbrıs meselesi ile ilgili Birleşmiş Milletlere giden Türkiye, batılı devletlerin desteğini alamaz. Bunun üzerine orta doğu meselesine yönelen Türkiye, denge politikasına geçer. Artık arap ülkeleri ile daha sıcak siyasi ve ekonomik işbirliği kurmaya yönelir.

    1970li yıllarda Ermeni lobisi tarafından teröre maruz kalan Türkiye, Arap ülkelerinden destek bulamayınca yahudi lobisine yönelir bunun sonucunda yahudiler Türkiyeye İsrail ile ilişkilerini düzeltmesi gerekeceği şeklinde bir şart sunar. Bunun üzerine Türkiye İsrail ile daha iyi ilişkiler kurma yolunda hareket edecektir.

    Bu durum Türkiyenin sadece ortadoğu politikası için değil, uluslararası arenada genel hali olduğu söylenebilir. Kanımca bunun bir yanlışı da yoktur. Sonuçta ülkeleri insanlar gibi canlı bir organizma şeklinde düşünmemiz mümkün değil, artı olarak Türkiyenin o meşhur jeopolitik konumu itibari ile yakın çevrede meydana gelen olaylara hakim olması ve olayın içine düşmeyecek kararlar alması gerekiyor. Birden arap-israil meselelerine dahil olmamamız gerekir. Ancak gerekli siyasi ve ekonomik işbirlikleri için iki tarafı da tamamen geride bırakmamız bizim zararımıza olurdu. Yukarıda değindiğimiz gibi BM çevresinde UA arenada da yalnız kalmamak adına alacağımız kararları iyi düşünmek gerekiyor.

    Dünya siyaseti devletler arası bir güç dengesi kurulmasını zorunlu kılıyor. Ve bir bölgedeki güç dengesi bozulduğunda bölge için de tüm politikalar değersiz hale gelebiliyor. Bugün dünyada en çok ses getiren ve en karmaşık bölgelerden birisidir Orta doğu. Türkiyenin de hemen dibinde olması naçizane şansımızı ortaya koymaktadır. 

    Hegemon devletlere karşı belli bir oranda karşı koyamayan bölge devletleri günü sonunda ABD ve Rusya gibi devletlerin kuklası olup çıkıyor. Türkiyenin bu çerçevede hegemon devletler arası dengeyi kurmayı daha sonra da alt bölge devletler arasındaki dengeyi sağlaması gerekiyor. Bunu yaparken ülke çıkarlarını da göz önünde bulundurmak ve devleti çıkarımız olmayan bir savaş sürüklememek gerekiyor.

    Medyada sürekli yankı bulduğu haliyle "Mehmetçik Gazzeye." diyemiyoruz. Çünkü devlet kahvehane köşelerinde kurulup yıkılan bir yapıdan ibaret değildir. Devletin en temel görevi halkını korumaktır. 

    Yukarıda saydığımız gibi tarihsel olarak süregelen bir savaşa dahil olmak hem hegemon devletlerle ters düşmemize neden olur, hem de halkın zarar görmesine neden olabilir. 

     

     

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.