“Bir dansçı iki kere ölür, ilki dans etmeyi bıraktığı zamandır, ve ilk ölüm çok daha acı vericidir.” mesajını verir bize Black Swan.
Peki bu durum dansçı olmayanlar için de geçerli midir? Mesela bir edebiyat tutkunu, yazma aşkını kaybettiğinde yaşar mı bunu? Bir ressam, ellerinin hakimiyetini vahim bir kazada kaybederse ölür mü? ve ya bir müzisyen, hastalığı sebebiyle sesini kaybederse o meşhur ilk ölümün pençesine kapılır mı?
Bence kesinlikle evet. Eğer sizin hayatınızda tutkuyla yaptığınız bir şey varsa, bunu kaybetmek ve ya bırakmak zorunda olmak, sizin birinci ölümünüz olacaktır. Ve eğer o ölümü tadarsanız, iki ihtimal var. Ya birinci ölüm sizi bütün tutkularınızdan uzaklaştıracak ve realist, tekdüze bir hayat yaşamanıza yol açacak, ya da ikinci ve gerçek ölümünüzü iple çeker hale gelmenizi sağlayacaktır. Bu insanı hep düşündürür. Fazla önemsediğimiz bu yaşamda gerçekten ölümü bu tutkuların bizim sonumuz olacağını bile bile kendi ayağımıza mı çağırırız? Belki de bilinç altımızda hep bir şeyleri yaşayıp, bir daha o ana dönememenin vereceği huzursuzluğu çoktan kabul edişimizden kaynaklanıyordur.
Bir tutku olmasa bile geniş çerçeveden bakarsak herhangi bir hisse, kişiye, yere ve ya anılara bu kadar bağlanmak da, emin olun sonunuzu getirecektir.
Yorum Bırakın