Bir gün bir gemi kalkar limandan. Büyük hayallerle, emeklerle inşa edilmiş. Göreceği ufuklar birer birer dizilmiş, ağırlayacağı yolcular birbirinden habersiz…
Yolculuğuna şahit olacak güneş ve ay, dağlar ve ovalar, ağaçlar ve kuşlar heyecan ve korkuyla izlerler onu. Olacaklardan habersiz sessizce yol alır uzun bir süre. Güneşin ve ayın, yağmurun ve rüzgarın hatta fırtınaların bile tadını çıkarır. Onların başına neler getirebileceğini, arkasında ne kırgınlıklar bırakabileceğini düşünemez. O dipsiz, eşi benzeri olmayan denizi merak ederek oradan oraya sürükler kendini. Bilmiyordur ki deniz onu hep yüzüstü bırakacak, varmak istediği limana asla kavuşamayacak.
En son göğüs gerdiği fırtınadan hasarlı çıkmıştır bizim gemi. Ufka bakar bir yardım ister gibi. Başka bir gemi görür ve rotasını ona doğru çevirir, belki onda kendini onarmasına yardım edecek bir şeyler vardır diye. Onunla tanışır, yaralarını iyileştirir. Daha sonra onunla hislerini paylaşır. Gitmek istediği diyarları anlatır. Onu dinler, ona inanır. Onu öper, onunla sevişir. Her sabah yunuslarla yarışırlar. Onunla beraber yola devam etmek ister bizimki. Kahkahaları bütün resifleri uyandırır ve onlar bile imrenerek izlerler bu iki aşığı. Günler böyle akıp giderken, gemiler birbirlerini görememeye başlar. Zamanla hisler körelir ve bu iki gemi, aslında kendi içlerinde verdikleri savaşın onları öfkelendirdiğini anlamadan birbirlerine saldırmaya başlar. Gökyüzü yine kararır, bir fırtına kopar ve kendilerini karanlık bir girdaba doğru çekilirken bulurlar.
Bu savaş, ikisinde de çok büyük yaralar açar ve çok yorulurlar. Bir şekilde sağ çıkan gemimiz mecburen yoluna devam eder. Batmak o kadar kolay değil sonuçta. Hayat devam ediyor, bir hayali var, yolda olmak zorunda.
Dinlenecek bir liman bulur kendine. Sakin ve kimsesizce bekler ve bekler… Ta ki yanına bir başka bir gemi yanaşana kadar. Yaralarını onarabileceğini söyler bizimkine. Umutlanır, daha önce böylesine içten bir teklif görmemiştir. Çekinir ama yine de kabul eder. Ve o gemi de hasarlı tahtalarını gövdesinden ayırırken eline kıymık battığı için bırakır gider bizimkini. Yine hüsran. Kendi yarasını kendi kapatan gemi, tekrar bırakır kendini dalgaların koynuna. Aynı yaraları defalarca kez alır fakat akıllanmaz. Devam eder denize ve ona getireceklerine güvenmeye, onun yolundan dönmemeye.
Yıllar böyle akıp giderken, bir gün gelir ve bizimki dayanamayıp dönmeye karar verir. Denize indiği limana, eve dönmek ister ve rotasını belirler. Artık bütün maceralardan ve hayallerden uzaktır. Günler geçer ve ufukta görünür evi. Heyecanlanır, mutluluktan gözleri dolar. Nihayet yeniden hayatı hissedecek ve duyguları tadabilecektir. Fakat yaklaştıkça bir aksilik olduğunu anlar. Biraz daha ilerlerse karaya oturacaktır. Artık evi kendi boyutu için fazla sığdır ve geri dönmesi imkansızdır. Her şeyini alır ve kendine yeni bir ev bulmak için kalan son umut kırıntılarıyla yeniden yola koyulur. O günden bu güne, bir daha kimse görmez bizim gemiyi o limanda. Söylentiler vardır onunla ilgili. Anlatılan masallar, dilden dile yayılan hikayeler…
Kimisi hayal ettiği limana ulaştığına, onu gördüğüne yeminler eder, kimisi kalabalık bir ordunun parçası olduğunu, sevildiğini ve korunduğunu söyler.
Ancak kimse gerçeği bilemez. Aslında bizim gemi, o limandan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yaralarını kapatamaz ve yavaş yavaş uçsuz bucaksız denizin dibine doğru çekilir. O çok sevdiği ve güvendiği deniz onun sonu olur.
Yorum Bırakın