Farabi demiş ya var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun? Ne kadar da manidar. Var değilsek ve var olmayacaksak yok olmaya dair bir korkumuz olmayacak. Eh süper diyebilir miyiz? İlk kertede diyemeyiz. Kendimizce haklı olan var olma mücadelemize ne olacak diye sorarız kendimize. Biz günden güne var olmuyor olmayacaksak hatta biz hiç var olamadıysak bizim haklı olduğunu iddaa ettiğimiz mücadelemiz yalan mı diye sorgularız. Farabi bu evrensel sorguyu 1100 sene evvelce yapmış. Kendi deneyim ve çıktılarına göre de o epik sözü söylemiş: " Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?". Bu söz bizi haklı olduğunu idaa ettiğimiz mücadelemiz yalan mı değil diye sorgulatır tamam buraya bir virgül koyalım. O zaman günden güne eksilmek için mi mücadele ettiğimize dair bir yöne kayabilir sorgumuz. Bu kaymanın yönü hayata, yaptıklarımıza, yaptıklarımızı anlamlandırma birimimize göre değişir.
Yaptıklarını anlamlandırmayı başaran çok özgün bir sanatçı var: Pina Bausch
Pina Bausch, modern dans koreografı ve Tanztheater akımının öncülerinden. O yaptığı icra ettiği sanatı, dansı şöyle anlamlandırıyor: İnsanların nasıl hareket ettiğiyle değil; onları hareket ettiren şeyle ilgileniyorum” diyor Pina. Şimdi de yeni bir kilit açılıyor. Onu harekete geçiren ve bu kadar özgün ve başarılı kılan neydi? Bausch bu sorunun cevabını 2007 yılında, Inamori Vakfı tarafından her yıl kültür sanat alanındaki öncü isimlere verilen ve de oldukça prestijli bir ödül olan Kyoto Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada veriyor. Japonya’dan aldığı Kyoto Ödülü’nün yanı sıra kariyeri boyunca Laurence Olivier Ödülü (Birleşik Krallık), Deutscher Tanzpreis Ödülü, Avrupa Tiyatro Ödülü, Goethe Ödülü, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi’nin Onursal Üyeliği gibi birçok uluslararası ödülün sahibi de olan Bausch, genellikle kendinden ve yaptığı işlerden uzun uzun bahsetmeyen bir sanatçı. Ancak Kyoto Ödülü’nü alırken kendi yolculuğuna dair ilk kez samimi açıklamalarda bulunuyor.
Kendi deyişiyle çocukluğuna, gençliğine, öğrencilik yıllarına, dansçı ve koreograflık kariyerine dönüp baktığında yeni sosyal medya jargonu ile throwback (tbt) yaptığında bu dönemlere dair kafasında bazı resimler beliriyor. Bu belirme ile beraber de bazı sesler, tatlar yol arkadaşlarını hatırlıyor. Geçmişte yaşadıklarının çoğu bir şekilde sahnedeyken tekrar yaşanıyor onun için. Yani onun için her geçen gün eksilen yok olan değil o sahne yeniden var oluyor. Eksilmek geçmiş geçen gün onun varlığının kanıtı oluyor. Sahne de Pina Bausch'un varlığının tanığı ve destekçisi oluyor.
Minyatür ve miniart sanatçı olan Tatsuya Tanaka imzalı şu çalışmaya bakalım ve bi soluk alalım.
Eksilmek yani bir nevi sıkılan bir portakal misali azalmak, yok olmak değil varlığın kanıtı. Çünkü o çabanın sonucunda portakal suyu çıkıyor çalışmanın karşılığı bir emek ortaya çıkarken hali hazırda mevcudiyetin bir dönüşümü söz konusu oluyor.
Aralarında 1000 sene fark olan iki var oluş sorgulayıcısı iki evrensel insan:
Farabi, "Düşünmek ruhun kendi kendisiyle konuşmasıdır" diyor. Pina ise dans etmek ruhunun kendisiyle konuşması.
Yorum Bırakın