Zaman geçmişe göre daha mı hızlı geçiyor? Yoksa bu tamamen algımızda yorumladığımız bir akış mı? İçinde bulunduğumuz bu dönemde, özellikle de İstanbul gibi büyükşehirlerde yaşıyorsanız kesinlikle günün telaşı ve gün sonu yorgunluğu içinde bulmuşsunuzdur kendinizi. Sabah erken kalkıp işe gittikten sonra mesai bitimiyle birlikte kendimizi en kısa şekilde eve atmak isteriz. Ve eğer çalıştığınız iş remote ya da hibrit model çalışma değilse bu döngü zamanla mental ve fiziksel olarak bizi tüketir. İşimizi sevip sevmemizden bağımsız olarak hafta sonunu iple çekeriz. Peki ya hayatımız,kendi mutluluğumuz için Pinhani’nin ‘Yitirmeden’ şarkısındaki gibi; Durup düşünmeye zamanımız olur mu? Yoğun bir rutin sonrası ara ara mola vermenin iyi geleceğini düşünüyorum.Hayat zaten bir şekilde akıyor ve bu karmaşının içerisinde gerçekten istediklerimize odaklanabiliyor muyuz? Yoksa çevre, insanların görüşleri ve hayat şartları bizi yutuyor mu? Çoğu zaman yutuyor belki de o an için yutmak zorunda. Peki sürekli aynı yoğun döngünün içerisinde olmak ne kadar doğru?
Bir kez bu dünyaya geliyoruz ve gidene kadar bu belirsiz zamanda kendimizi mutlu etmek, meşgul etmek, iyi ve güzel şeyler yapabilmek adına tercihler yapıyoruz. Bundan mutlu da olabiliriz,mutsuz da. Ama bir nokta da daha mutlu,daha başarılı ya da her ne istiyorsak onu olabilmemiz için kendimize bakıp bir ortamda kendimizle kalarak neye,nasıl odaklanacağımız konusunda kendimizi dinlemeye ihtiyacımız var. Artık çoğu şey yüzeysel ilerliyor. Ve bu derin, gerçek, kendini fark eden bireyler için yoğun bir mutsuzluk sebebi olabilir. Bir şeyi yetiştirememe kaygısı, zamanın hızlı geçmesi hakkında korkular bizi temelde mutsuz ve kaygılı insanlara dönüştürüyor. Mesela şu anda bu yazıyı yazıyor olmak da benim mola zamanım. Sevdiğim, kendimle kalıp kendimi gerçekten dinlediğim ve aslında birçok işim olmasına rağmen düşüncelerimi aktarmış olmam beni dinlendiriyor. Şuan dinleniyorum. Bu farklı yollarla da olabilir, sadece müzik dinleyerek , deniz kenarına giderek ya da belki hiçbir şey yapmayarak. Yüksek lisans dersimde çok sevdiğim bir hocamın önerisiyle aldığım Tiffany Watt Smith’in Duygular Sözlüğü kitabında çok sevdiğim kavram olan İtalyan deyişiyle ‘’ Dolce far niente ’’ Hiçbir şey yapmamanın verdiği mutluluk anlamında kullanılan muazzam bir deyim. Bazen gerekli olan tek şey o an ya da o gün için hiçbir şey yapmamaktır. Ama bunun düşüncesi bile kendimizi suçlu hissettirebilir. Özellikle 20’ li yaşlarda ve benim gibi sürekli bir şeyler yapmak isterken. Yine o işleri yapacağım evet ama aslında nasıl şarjı bitmiş bir telefonu şarj ediyorsak kendimizi de pilimiz bitmeden ara ara şarj etmemiz gerekir.
Hepimizin uğraştığı şeyler var; çalışma hayatımız, okul hayatımız, ev işlerimiz, hobilerimiz, ilişkiler vb. birçok faktör insan olmamızla birlikte yapmak durumunda olduğumuz şeylerdir. Yapacaklarımızı elbette yapacağız fakat nihayetinde insanız ve aslında dinlendiğimizde, o molayı verdiğimizde moladan önceki halimizle aynı kişi olmayacağız; belki daha yaratıcı, daha kendinden emin, berrak zihinde ama net olarak dinlenmiş biri olmuş olacağız. Birçok işimizi daha verimli ve daha enerjik bir şekilde halledebileceğiz. Bana bu mola çok iyi geldi ve yorulduğumda kendime mola vermem gerektiğini hatırlatacağım bir yazıyı da paylaşmış oldum :)
Yorum Bırakın